Adana Kalesi ve Meydanı

Adana’da yaşayanların istinasız %90’nın adını bile duymadıkları ya da yerini bilemedikleri Adana Kalesi nerededir? Siz de benim gibi şaşırdınız değil mi? Adana Kalesi diye bir yer mi var? Duyanlarınız da yerini tam bilemiyordur tıpkı benim gibi. Kısacası yaklaşık on yıl önce “Adana Kalesi” diye bir kalenin var olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Çocukluk ve gençliğimde tüm Çukurova’daki kalelerin tümünü ayrıntılı biçimde gezmeme karşın, doğrusu Adana Kalesi’ni hiç duymamıştım. 10 yıl önce duyduğumda da yaklaşık 1000 yıl öncesinden böyle bir kalenin var olduğunu, daha sonrasında yaklaşık 150 yıl önce de tamamen yıkıldığını, hiçbir iz kalmadığını sanıyordum. Ancak bu konuda bir yazı yazma gündeme geldiğinde; önceki araştırıcılar ve meraklıların çabalarına başvurdum. Gerçek anlamda bilgi kaynağına ulaşınca ve kalıntıları kendims008_f002 görüp fotoğraflayınca şaşkınlığım kat be kat arttı.

Kalekapısı

Eski anlatılardan yola çıkarak daha ayrıntılı tanımaya çalışalım. Adana Kalesi, Kayalıbağ ve Tepebağ Mahalleleri’ni çevreleyen bir konumdaydı. Yıkıntıların incelenmesinden kalenin “Geç Roma Dönemi’ne” dek uzandığı biliniyor. Zamanla değişik devletlerin himayesine giren Adana, Harun Reşit’in halifeliği döneminde Abbasilerin egemenliği altına girmiştir. İşte bu dönemde (781) mevcut kale yıktırılarak yerine daha büyük bir kale yaptırılmış. O zamanki kentin sınırlarını doğuda Seyhan Nehri, kuzey-güney ve batıda ise Kale surları belirliyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde kaleyi “Dört köşeli, çevresi yedi yüz adımdır. Yedi kulesi, iki kapısı vardır” şeklinde anlatır. Burada bahsedilen kale kapılarından birisi Taşköprü’den şehre girişte bulunur. Halen bu semtin adı Kalekapısı olarak geçer. Diğeri ise Küçük Saat Meydanı’nda bulunan Kemer Altı Camiî civarındadır. Bu kapıya da Tarsus yönünde olmasından ötürü Tarsus Kapı ismi verilmiştir. Bu sebepten ötürü Kemer Altı Camiî, Tarsus Kapı Camiî olarak da adlan-dırılmaktadır.

26 Aralık 1706’da Adana’ya gelen gezgin P.Lucas, Adana Kalesi’ni gezdiğini belirterek şöyle anlatıyor:

“Adana’nın ortasından Paris’in Sen Nehri büyüklüğünde Çakıt (Seyhan) Irmağı geçmektedir. Bu nehrin kenarında şehrin kalesi vardır. Bu kale küçük olmakla beraber sağlam bir temel üzerine yapılmıştır. Bir gün buradan geçerken kale kumandanı beni davet etti ve kaleyi gezdirdi. Üzerinde kuleleri bulunan surun, kale kadar eski olan kapısından içeri girdik. Bu kapının alt tarafı büyük demir levhalardan, üst kısmı da üç parmak kalınlığında at nallarından yapılmıştı. Buradan sonra dar yollardan giderek muhafızların oturduğu garnizona vardık. Burada askerlerin aileleri de bulunuyordu ki, sayıları kırktan fazla değildi. Bundan sonra surları dolaştık. Ben burada yalnız küçük bir top gördüm. Bir kaç tane de mühimmat deposu vardı. Fakat bunların hepsi boştu. Kalede başka görülmeğe değer bir şey yoktu. Çevresi 300 metreden fazla olmayan bu kalenin içinden büyük gözlü bir taş köprüye geçilmekte ve buradan şehrin dışına çıkılmaktadır. Bu köprünün sağ kolu üzerinde büyük su kemerleri ve bunların alt tarafında da nehirden su çeken su dolapları bulunuyordu. Büyük kemerli su yolları ırmaktan alınan suyu kanallar vasıtasıyla şehre isal ediyordu. Adana kadar güzel ve fazla çeşmesi bulunan bir yer yoktur diyebilirim.”

 

Adana’nın ortasından Paris’in Sen Nehri büyüklüğünde Çakıt (Seyhan) ırmağı geçmektedir. Bu nehrin kenarında şehrin kalesi vardır.

 

 

İngiliz gezgin Kinneir de 1813 - 1814 de Adana’yı ziyaret ettiği zaman

Adana Kalesi hakkında şu kısa notu vermektedir:

 

“Seyhan kenarındaki kale, köprüden uzak değildir ve taştan yapılmış kuleli duvarlarıyla tahminen 1/4 millik bir çevreye maliktir.”

Adana İli 1833-1840 yılları arasında Osmanlı’ya karşı ayaklanan Kavalalı Mehmet Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın yönetimi altına girer. Ancak İbrahim Paşa Adana’dan çekilirken arkasında fazla bir güç bırakmamak için önce şehirdeki cephaneliği havaya uçurmuş, sonrasında da kalenin surlarını yıktırmıştır (1836). İşte bu da Adana Kalesi’nin sonunu getirmiş, bu dönemden sonra da surlar tekrar

yapılmamıştır. Yıllar sonrasında da imar çalışmaları adı altında Taşköprü üzerinde bulunan kalenin kapısı da yıktırılmıştır.

Adana Kalesi’nden günümüze sadece iki noktada sur kalıntıları kalmıştır. Birincisi; Kayalı Bağ Mahallesi’nde yer alan Atatürk Evi’nin hemen arkasında metruk bir evin duvarı halinde durmaktadır. İkincisi ise; C.Gürsel caddesinde bulunan Bağ Kur Bölge Binası’nın hemen arkasında bir otopark içinde yer almaktadır. Kale kalıntılarından anlaşılabildiği üzere; kale surlarının kalınlığı 2–3 metre, yüksekliği ise 6 metre civarındadır.Adana_Kalesi_3_bakur_arkas_otopark

 

Benim Bir Rüyam Var;

 

Atatürk Evi’nin hemen yanında yer alan sur kalıntıları korunmaya alınsa, çevresindeki tüm betonarme evler yıkılsa --hemen hepsi imarsız, ruhsatsız ve sağlıksız-- ortaya çok güzel bir meydan -yaklaşık 3.000 metrekare- çıkıyor. Bu meydan basit ve işlevsel bir peyzajla düzenlense; ışıklandırılsa; kentin ortasında 4.000 yıllık Tepebağ Höyüğü’nün yamacında ve hemen Atatürk Evi’nin komşusu olan, küçük ama dinamik bir alan kazanabiliriz. Düşünsenize dostlar; bir yanda 1600 yıllık Taşköprü, bir yanda yeşil Seyhan, bir yanda 4.000 yıllık Tepebağ Höyüğü, bir yanda Atatürk Evi, hemen yanında Sinema Müzesi, bir yanda Sabancı Kültür Merkezi ve müthiş görkemiyle Merkez Camiî.

Bunların tümünü gezerken soluk alacağınız bir meydan ve yanında 1500 yıl öncesinden günümüze taşınmış Adana Kalesi’nin son surları… Ne kadar güzel değil mi ? Aslında ne denli kolay biliyor musunuz? Tüm bunları yapabilmek için sadece ve sadece güçlü bir irade yetiyor. Böylesi bir proje için gönüllü çalışacak onlarca insan var ve bu süreç sandığınız gibi yıllar sürmeyecek. Bugün karar verilse uygulamanın tamamı bir yılda bitebilir. Ne kadar para gerekiyor diye sorduğunuzu duyar gibiyim; merak etmeyin onca boşa harcanan paranın yanında hesabı bile olmaz.