Adana'da Delikanlı Aşklar

“ İnsanın delikanlısı olurda... Aşkların delikanlısı nasıl olur?” demeyiniz... Güney baharının estiği yiğit yürekler kültürler harmanı Adana’da bir zamanlar aşklar da delikanlıydı. Sevgililerin buluşmaları ise yürek işiydi.

fevzi_acevit_4sf

Şimdi Adana bir üniversite kenti... Parklarda, yollarda gençleri el ele diz dize görüyoruz. Artık bu sahneler günlük yaşamın doğal kabul edilen unsurları.Oysa bir zamanlar öyle miydi? Bir zamanlar Adana’ da sevda hem zordu hem de delikanlı. Sevgililerin değil parkların tenha köşelerinde öpüşmeleri,  el ele tutuşmaları bile hayal edilemezdi.  Bakışamazdınız bile... Mahallenin kabadayısı, evin delikanlısı gördüler mi, sonuç vahim olabilirdi.İşte o zamanda biz (ben ve arkadaş kuşağımı oluşturan genç yürekler)  henüz ilk gençlik çağındaydık.Gönüllerimiz sevda arıyordu. Ya engeller, riskler? Gözlerimiz karaydı... “Tehlikeyse tehlike, bela ise belaydı!” 

Çukurova bayramlığını giyerken aylardan nisandı. Bahar tüm renklerini kuşanmıştı. Rüzgarlar turunç, portakal, limon çiçeği kokularını kanatlarına almış gönüllere esiyordu. Çukurova nisanını bilen bilir...Karacaoğlan adeta zaman duvarını aşarak anlatıyor... “Çukurova bayramlığın giyerken” dizeleriyle, güneyin o çiçek çiçek coşan bereketini ve duygu yüklü  kalplerini söylüyor.İşte yine öyle bir nisan günüydü. Kadim dostlar buluşmuş söyleşiyorduk. Cavit şalgamlarımızı doldururken sormuştu, “Abiler *dene de ister misiniz? “Baba Cahit her zamanki telaşı ile atılmış, “Denesiz olur mu! Koy koy...” diyerek kararı hepimiz adına vermişti bile... Selah’la birlikte gülmüş, ellerimizi “Teslimiz!” diyen bir ifade ile sallayarak deneli şalgamı kabullenmiştik. Sağdan soldan laflarken söz geçmişe kayıvermişti. 
Sıra AnılarımızdaAnılara girince, yeniden, ortaokul lise çağındaki  ele avuca sığmaz gençler oluvermiştik. Söyleşinin bir yerinde Baba Cahit’in yüzüne durgun bir ifade gelmişti. Biraz hüzün biraz da hayret tınısı ile titreşen bir ses tonu ile şöyle sormuştu: “Feyzi,  nasıl oldu bu iş!? Yıllar ne çabuk geçti öyle... Hepimiz altmışlı yaşlara geliverdik!” Kahkahalarla söze girmelerle süren sohbet neşesi bir anda solmuş, yerini, avuçlarından gençlikleri kayan insanların hüznüne terketmişti.

Can dostlarıma alıcı gözle baktığımda; ağaran saçları, yıpranan bedenleri, zamanın çizgilerini ve yaşamın yorgunluğunu yansıtan yüzleri görmüştüm. Yorgun ve hüzünlü bakarak, “Yaşam ne çabuk kayıp gidiyor elden?..” diye soran arkadaşımın ilk gençlik çağındaki duygulu, heyecanlı yaşam enerjisi ile dop dolu halini anımsayıvermiştim... Baba Cahit’in Leyla’sı...1960’lı Yıllar...Bir gün Baba Cahit her zamanki telaşıyla gelmiş bir sandalye çekip yanımıza çökmüştü.“Hoşgeldin Baba...” dememize fırsat vermeden söze girmiş,  “Oğlum bugün içeceğiz... Derdim var paylaşacağız...” demişti. Daha sonra masayı kurduğumuzda ‘derdi’ni anlatmıştı: Aylardan nisandı...Baba Cahit aşık olmuştu.O devrin Adana’sında, gençlerin açıkça flört etmeleri şöyle dursun, bakışmaları bile zordu. Sevdalar, arkadaş koruması olmadan yaşanamazdı.  Ancak gözü kara sevdalılar buluşmayı göze alırlardı. Arkadaşlara da delikanlı aşkların nöbet görevi düşerdi. Tertibatını (yani bıçağını) yanına alan arkadaş ya da arkadaş gurubu, sevdalıları orta mesafeden izler koruma kalkanı oluştururlardı.*Kız Lisesi, *Kız Enstitüsü çevresinde okul dağılımı saatlerinde polis nöbet tutardı. Hatta bazı aileler kızlarını okul çıkışında beklerlerdi.  Yasaklar vardı, riskler büyüktü. Ama aşk bu...

Ferman dinler miydi hiç genç gönüller?

Zaman akıyor gençliğe adım atıyorduk. Sevme-sevilme ihtiyacı içindeydik. Ruhlarımız henüz saftı. Gönüllerimiz temiz aşklar arıyordu. İlk gençlik duygusallığının resmettiği gökkuşağının renkleriyle bakıyoduk dünyaya ve insanlara...Ama... O gökkuşağını bulutlarla örtmeye hazırlanan, nedamet duyarak anımsayacağımız günahlara zemin hazırlamak üzere pusu kuran bir yanımız daha vardı...Sevgili adayı genç kızlar, bir yanlarıyla, kelebek kanadını tutar gibi dokunduğumuz, üzerlerine titrediğimiz varlıklardı... Öte yanlarıyla da birer cinsel obje... Ruhsalla bedensel arasında savrulup duruyorduk.
Cahit Ağanın İçli SevdasıCahit, çiftçi çocuğuydu, Sucuzade’de oturuyordu. Köyünde Cahit Ağa’ydı. Kumral, yeşil gözlü, yakışıklıydı. İyi yürekli duygusaldı. Külhanbeylik taslardı ama, bu görüntüdeydi. Aslında o tam bir barışseverdi. Heyecanı yüksekti.  Çabuk telaşa kapılırdı.  İşte sevda aradığımız o günlerde... Adana’nın bahçeler bağlarla donanmış, yeşili bol betonu az çağında, Baba Cahit de sonunda ilk gençlik aşkını bulmuştu:Cahit on dokuz Leyla on altı yaşındaydılar. İki gencin nisan yağmuru kadar kısa süren imkansız aşklarının, gönülleri titreten, gözyaşı üreten bir içli bir sevda öyküsüne dönüşeğini o günlerde kimseler bilmiyordu.Leyla, on altısına henüz girmişti. Çiçekleriyle bezenmiş bir bahar dalı gibiydi.   Cahit’in başı dumanlıydı, Leyla’yı aklından çıkaramaz olmuştu. Ben aşık, Selah aşıktık. İçki sofralarımız aşk dertlerimizle şenleniyordu... Leyla’sını bulunca aşk sarhoşları kervanına Baba Cahit de katılmıştı.Bir süre sonra sevdalılar yakınlaştılar buluşmaya başladılar.  Belalı gelişmeler de işte buluşmalarla birlikte ortaya çıkacaktı.

Islık Sinyalli NöbetlerLeyla annesi ile yaşıyordu. Kasaplar Çarşısı’nın arka sokağında toprak damlı bir Adana evinde oturuyorlardı... Anne, evinin kadını bir hatun değildi. Belalı bir dostu vardı. Akşamları evden çıkıyor, Leyla yalnız kalıyordu. İşte Cahit o akşamlarda eve giriyordu. Bir kadının evine girmek her zaman risklidir. Biri gelirse haber vermek ve belalı bir durum doğarsa arkadaşımızı korumak için nöbete geçiyorduk. Nöbet görevi benden çok Selah ve Sıdık’a düşüyordu, çünkü; onlar aynı mahallede oturuyorlardı, daha yakındaydılar. Ben, kentin batı ucundan Yeşilevler’in oralardan geliyordum.Selah’ın ‘ünlü ıslığı’ adam eve yöneldiğinde hemen devreye girmişti.. “Flüttü flüüüt!!! Flüttü flüüüt!!!”Bu ıslık “Biri geliyor tehlike var!” sinyaliydi. “Flü flü... Flü flü...” ise:  “İşler yolunda” demekti.Bir süre işler yolunda gitmişti. Ama bir gece ortalık karıştı. Aşık gönüller yine buluşmuşlardı. O gece Selah’la nöbeteydik. Gelen giden yoktu... Ama sonra birden...Belalı dost çıkageldi. İri yarıydı. Üzerinden şer damlayan bir tipti... Adana’nın suya batmaz takımındandı... Ve hiç tartışmasız tehlikeliydi...İşte o adam bu yürüyen bela gelmiş evin kapısına dayanmıştı. Kapı tokmağı yüreklerimize vuruyor gibiydi; kalplerimiz gümleyerek atıyordu. 

fevzi_acevit_4sf_copy

Tehlike Büyüktü Cahit evdeydi... Tehlike büyüktü!

Bu tip adamlar boş gezmezdi en azından bıçak taşırlardı. Dost hayatı yaşadığı kadının evinde bir genci yakalarsa neler olabileceğini düşünmek bile korkutucuydu. Selah’ın ‘ünlü ıslığı’ adam eve yöneldiğinde hemen devreye girmişti. “Flüttü flüüüt!!! Flüttü flüüüt!!!” Bu tarz ıslık “Biri geliyor tehlike var!!! “ sinyaliydi... “Flü flü...Flü flü...” ise:  “İşler yolunda” demekti.Nöbete (!) hazırlıksız gelmiştik... Ve işte risk ortaya çıkmıştı. Üzerimiz boştu. Çevreye loş sokağa telaşla bakınıyor, büyükçe bir taş bulabilir miyim diye araştırıyordum...” Adamla kapışırsak onun bıçak çekeceği kesindi, elimizde sopa olmadığına göre en iyi çözüm taştı. Selah’ın gözleri de dört dönüyordu.  Ama bana göre Selah  daha sakindi.Gözlerimiz bir yandan da evin kapıyı tokmaklayan adamdaydı. Kapı bir süre açılmadı. Sonra bir gıcırtı duyuldu kapı aralandı. Kısa süreli bir konuşmanın sözleri anlaşılamayan yankılanması işitilmiş,  ardından kapının kapanış sesi duyulmuştu...“ Çok şükür! Adam eve girmemişti. Tehlike geçmişti! “  “Ya içeri girseydi! Ya içeri girseydi?”  diyerek kendime işkence ederken, Selah:   “Adam tekrar gelebilir Cahit bir an evvel çıksa!” diye homurdanıyordu. Adam uzaklaşınca geriye çark ettik...Selah, “Tehlike geçti...”  melodili  “Flü...Flü...” şeklinde öttürdüğü ıslığıyla sinyal vermeye başladı. Bize çok uzun görünen bir süre sonra... “Nihayet! ”  Baba Cahit dışarı çıkmıştı... Hızlı adımlarla yürüyerek ve  heyecanla konuşarak tehlike bölgesinden uzaklaşmıştık. 

Sonsuza Götürülen Tek Mutlu Anı Sonra Neler Olmuştu?

İki gencin yaşadıkları sevda, bir imkansız aşk öyküsüydü. Mutlu son şansları yoktu... Farklı kültürlerin çocuklarıydılar. Çocuklar ailelerini seçemezler...Oysa aileler önemlidir. Belirleyicidir. Kader plânlarının denetimi imkansız unsurlarıdırlar aileler. Leyla-Cahit sevdasında aileler devreye girmiş, gençlerin yolları ayrılmıştı.Henüz onaltısındaki Leyla için gençlik güzellik  nimet değil, talihsizlik olmuştu. Annenin yaşam biçimi, Leyla’yı da kirli riskli girdabına çekmişti... Ve bir gün bir haber işitilecekti, bir kara haber... Gazeteler Baba Cahit’in Leyla’sı için; “İskenderun yolunda bir genç kız kendini araçtan attı...Adının Leyla olduğu öğrenilen genç kız kurtarılamadı...” diye yazacaklardı.Cahit’in Leyla’sının mezar taşına, “Henüz on altısının baharındaydı...” yazılacaktı.Talihsiz ama delikanlı yüreği taşıyan Leyla, dünya hayatından ayrılırken yanında mutlu tek bir anı götürecekti; Cahit’i ile paylaştığı içli sevdayı...




Sayı 4 ( Eylül - Ekim 2011 )

Bu yazı 5424 defa okundu.