ADANA’YA GÜÇ VERENLER - 3

Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu Adana’da kurulmuş, içinde 300 den fazla sanatçı ve sanat ilgilisini barındıran, kültür ve sanat alanında kentimizin lobisini oluşturmaya çalışan bir kuruluş.Amacı kültür ve sanatı kullanarak Adana’yı tanıtmak, kentimizin değerlerini ön plana çıkartmak, formal sanat eğitimleri düzenleyerek kentimizden yeni sanatçıların yetişmesini sağlamak diye özetlenebilir.Yani bir okul... Sanat ve kültür okulu... Adana’dan bir sanat ekolünün çıkmasını amaçlayan ve bunun için yaşam boyu eğitim prensibini kabul etmiş bir okul.Sürekli yeni projeler için çalışan ve üreten, bir grup olan platform üyeleri yeni ve çok önemli bir projeye daha başladı. Adana yerel tarihine katkı sağlayacak güçlü projenin ismi “ADANA’YA GÜÇ VERENLER”Projenin amacı; bugüne kadarki yaşamlarında, mesleki faaliyetleriyle çevresini değiştirecek kadar kentimize katkı sağlamış insanların biyografilerini ve biyografik fotoğraf albümlerini hazırlayıp tarihe bırakmak. Böylece 25 albümlük bir set oluşturmak. Tabiî ki bu, projemizin ilk ayağı olacak. Başarabilirsek 25 er 25 er devam edeceğiz.Projenin başladığı kasım ayından bu yana fotoğrafçılar kahramanlarının hayat hikayelerini dinleyip, röportajlarını bitirdiler. Sırada bu röportajları kitap haline getirmek ve fotoğrafları üretmek var. Projenin Haziran ayında bitmesi ve kitapların eylül ayında hazır olması planlanıyor. Altınşehir Adana Dergisi olarak her sayımızda sizlere, Adana’ya güç verdiğini düşündüğümüz, projedeki kahramanları tanıtacağız. Bu sayımızdaki kahramanlar; Ali Duran Karakaya, Can Özşahinoğlu, Mithat Özsan ve Orhan Apaydın. Fotoğrafçıları ise Ünal Zorludemir, Ali İhsan Ökten, Müge Köstem, Emine Karaer.

 

ENGELSİZ ENGELLİ: ALİ DURAN KARAKAYA

 

YETER Kİ

 

Bakmayın bana böyle garip garip,

Acınacak halim yoktur benim;

Sizlerden yoktur farkım

Varsa da bu, yaradılışım ve şansım,

 


Onlar isterdi diğerleri gibi koşup, oynamamı,Annem-babam ister miydi farklı oluşumu,

Yazıp, konuşup, işitip okumamı,

Ufku derinliklerine kadar görmemi,

Zamanında okula başlamamı,

 

Aslında yoktur farkım diğerlerinden,

Bu işin üstesinden gelinir,

Yeter ki araç-gereç, uzman,

Okul sağlansın, sevgi dolu yüreklerden

 

Gözlerim ışıktan yoksun; fakat ellerimle görür,

Kulaklarımla algılarım dış uyaranları,

İçimde öğrenme isteği var yeter ki;

Öğretsinler bana altı noktayı Braille alfabeyi,

Sağlasınlar işitme cihazını,

Beyaz bastonu, tekerlekli sandalyeyi

Rahatlıkla gezer dolaşırım dünyayı

 

Sessiz dünyamla baş başa sanmayın beni

Rüzgârın esintisini,

Doğanın güzelliklerini,

İnsanlar arasındaki iletişimi,

Kitaplardaki bilgi birikimini

Öğrenirim ben.

Yeter ki versinler bana uygun eğitimi.

 

İskender ÖZGÜR

 

Ali_Duran_Karakay_1

Doğan Haber Ajansından Tahsin Ülker şöyle bir haber geçer: “Engelli öğrencinin akülü aracını çaldılar. Çukurova Üniversitesi (Ç. Ü.) Fen Edebiyat Fakültesi öğrencisi, bedensel engelli Ali Cankal’ın akülü tekerlekli sandalyesi üniversite yerleşkesi içinde kimliği belirsiz kişilerce çalındı.” Aracı çalınınca eğitimine bir süre ara vermek zorunda kalan Ali Cankal, okulu bırakmayı düşünecek kadar depresyona girer. Tekrar bir akülü sandalye alması mümkün değildir. Bu durumu öğrenen, Ç. Ü. Engelli Öğrenciler Koordinatörü, Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi İskender Özgür olayı üniversite yönetimine aktarır. O zamanın üniversite yönetimi Ali Cankal’ın bu derdine derman olamaz! İskender Hoca hemen, Adana Kent Konseyi Engelli Meclisi Başkanı Ali Duran Karakaya’yı telefonla arar ve Ali Cankal’ın sıkıntısını anlatır. Ali Duran Bey o sırada Ankara’da bir toplantıdadır. Telefonda İskender Hoca’ya verdiği cevap çok nettir: “Yarın Adana’ya geliyorum. Ali Cankal’ın akülü sandalyesini de arabama atıp üniversiteye getiriyorum”. Ali Duran Karakaya ertesi günü dediğini aynen gerçekleştirir. Ali Cankal’a akülü arabasını elleriyle teslim eder.

Ali Cankal şimdi dördüncü sınıfta. Bu yıl okulunu bitirecek. Böylece bir engellinin daha geleceği kurtulur. Bedeni sağlam ama kafası engelli olanlar Ali Cankal’ın engelliliğine yardımcı olamaz. Bedeni engelli, kafasında ve yüreğinde hiç bir şeye engel tanımayan Ali Duran Karakaya ise Ali Cankal’ın sorununu daha telefonda duyar duymaz beyninde halleder.

“Benim hayatım, dibe vurup, sıfırlanıp tekrar yukarı çıkmaktır. Bunun için önce inanması gerekir insanın.” der Ali Duran Karakaya. On dört yaşına kadar tamamen sağlıklı iken, geçirdiği kaza sonunda belden aşağısı felç olan bir gençtir o. Yaşamı, yalnız engellilere değil, engelsiz kişilere de örnek olacak bir azmin, başarının ve yaşam mücadelesinin öyküsüdür. Bedensel engelli sporunda Adana’yı dünyada marka bir şehir haline getirmekte en büyük rolü oynayan kişidir o. Adana’da bedensel engellilerin spor dünyasının tarihi ve gelişim öyküsüdür Ali Duran Karakaya’nın yaşam öyküsü.

Ünal ZORLUDEMİR

 

YETİŞMİŞ DOKTORUN GÜCÜ; Prof. Dr. CAN ÖZŞAHİNOĞLU

 

Can_zahinoluBAŞ DÖNMESİ

 

Küçükken hepimiz kendi etrafımızda dönüp dururduk. Durduğumuzda hem güzel hem de korkunç bir duygu hissederdik. Şimdi düşünün ki başınız sürekli öyle dönüyor. Korkunç bir duygu değil mi? Nedensiz, herhangi bir hareket olmaksızın baş dönmesi. Ne zaman geleceği hiç belli olmuyor. Üstelik bir anda geliyor. Hiçbir neden yokken. Bir gün yataktan kalkınca başınız durmaksızın dönmeye başlıyor. Çoğu zaman buna bulantı ve kusma ekleniyor. Bu durumu daha da korkunç hale getiriyor. İşte bu duruma vertigo diyoruz. Vertigo bir hareket halüsinasyonu ya da uzayda bir dezoryantasyon hissidir. Bu bazen baş dönmesi şeklinde, bazen de dengesizlik, emniyetsizlik ya da sallanma hissi tarzında olabilir. Kişi, kendisinin veya etrafındaki eşyanın boşlukta döndüğünden şikayet eder.

Vertigo 7’den 70’e herkesi etkileyebiliyor. Nedeni anlaşılamayan bir hastalık veya dünyanın en kötü hastalığı. Aniden gelip vuruyor, kendinizi birden yerde buluyorsunuz. Uzun süre hiçbir şey yokken, aniden ölüm gibi yakalıyor. Küçük ölüm de diyebiliriz ona. Kan tahlilleri, beyin tomografileri, beyin emarları ve yapılan birçok konsültasyonlar bile nedenini tam olarak açığa çıkaramıyor. Çok sinsi geliyor. İnsanları genelde hep dışarıda yakalamak gibi pis bir huyu var. Sokakta normal bir şekilde yürürken aniden vurgun yemiş gibi yere düştüğünüzü hissedebiliyorsunuz. O kadar ani ve hızlı bir düşüş oluyor ki, ne olduğunu anlamaya fırsat bile vermiyor. Sonra yavaş yavaş günlerce devam edip, birden kesiliyor. Ta ki, tekrar gelene kadar. Bu süre zarfında insanı robot gibi yaşamak zorunda bırakıyor.

Can Özşahinoğlu mesleki yaşamının büyük kısmını insanların bu sorununa ayırmış. O sadece bir KBB uzmanı, hocası değil. Yıllarını Çukurova Üniversitesi ve Tıp Fakültesi’ne adamış bir bilim insanı... Üniversitenin bugünkü hale gelmesinde emeği en fazla geçenlerden birisi… Bir eğitim ve yönetici şövalyesi…İlişkilerinde çok mütevazi, yaşamında çok sakin, ancak yaptıkları hiç de öyle değil.

Biz, Adana’ya önemli şeyler kattığını, güç verdiğini düşündüğümüz böylesine bir insanı genç nesile tanıtmak için yola çıktık. Yöntem olarak da sormayı tercih ettik. Sordukça, o yanıtladı...

Ali İhsan ÖKTEN

 

KENDİ SESİYLE TEKRARLANAN SESLERDEN; MİTHAT ÖZSAN

 

Mithat_zsan3 Ocak 1925’ te kış...

Tamzara Mahallesi’ne altı kardeşin en küçüğü; tekne kazıntısı olarak dünyaya bir ses daha getirdi. Cumhuriyetin doğan ilk çocukları gibi O’ nun da Gelecek Türkiye’ si için önemi yadsınamazdı elbet. Türkiye’ de kültür seviyesi en yüksek yerin Tamzara Mahallesi olduğu rivayet edilir ki; geçimin bir nevi okumaya dayandığı yerdir Tamzara.

Babası Mehmet Rüştü Bey rüştiyeyi bitirmiş, zamanın meşhur tüccarlarındandır. On altı yıl belediye reisliği yapmış olmasının önemi o zamanın önemi değildir. Yeteri kadar okumamasına rağmen babasının aklına hiçbiri yetişemez. Mithat; babasının ağabeylerini sevdiğini hiç hatırlamıyor ama kendisini çok sevdiğini hatırlıyor. Hatta ağabeylerinin sadece doğum tarihlerini yazarken, Mithat doğduğunda ( babası 41 yaşındaydı ) Muhammediye’nin kenarına yazdığı bir not vardı.

‘’ Mahdumum Mithat’ ın dünyaya gelmesi. Allah, ilmi irfanı ile refahı haline ve tuğlu ömürlerle muammer buyursun. 22 Kamil-evvel 1341. ’’

 

  • Mithat Özsan Adana’nın en kuruluşu Çukurova Üniversitesinin kurucularındandır. Rektörlük dönemi boyunca, kanun uyarınca rektör yardımcılarını bizzat kendi seçti. Dekan olabilecekleri yine kendi tercihlerine göre sıralayarak, YÖK’e bildirdi. Kendilerinin görev süreleri içerisinde, bazı eleştirilerin haklılığını bilmek veya sezmekle beraber, görev arkadaşlarına toz kondurmadı. Yönetici arkadaşlarını her türlü yetki ve sorumluluğu verdi. Özellikle tüm yönetim ve öğretim üyeleri arkadaşlarının siyasi görüşlerine saygı duydu. Kanun ve yönetmeliklere ve özellikle öğrencilere karşı taraflı bir tutum içerisinde olanlara ise asla taviz vermedi. Çukurova Üniversitesi’ ne siyaseti sokmadı.
  • Rektörlük süresi içerisinde; rektör yardımcıları, dekanlar, enstitü ve yüksek okul müdürleri ile sürekli toplantılar yaparak iletişimde kaldı. Akademik birimlerce sürdürülen eğitim- öğretim, araştırma faaliyetlerini, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde olmak koşuluyla, her türlü görüş ve eleştirilere açık olmak üzere, birlikte değerlendirdi ve tartıştı. Türkiye tarihinin en uzun süre rektörlük yapmış akademisyeni olarak Adana’ ya yön verdi. Daha da önemlisi güç verdi.
  • Güneşin memleketinden tüm Türkiye’ ye ışıldayan bir yıldızdır, adeta Mithat Özsan.
  • İnsan hatırlanmak için yaşarmış. Bu bir süs olsun hayata, istemez ömrü. Acıdan, sevinçten, kapıda duran içeri girmeyen birinden ödünç alınmıştır belki insanın adı. Yüzler hep eskir ve unutulur giderek. Oysa seslerini unutamayız insanların. Nasıl çağrıldığın değil, nasıl çağırdığındır rüzgarı elle tutulur kılan. Tüm iyi niyeti, kendine has nezaketi, alçakgönüllü olmasıyla; daima kendi sesiyle tekrarlanan, kendi sesiyle hatırlanmaya layık bir adam; Mithat Özsan.
  • Mithat Özsan şimdilerde sık sık üniversitenin kuruluşundan itibaren beraber olduğu arkadaşlarıyla briç oynayarak aralarındaki “köprü” yü sağlamlaştırıyor. Düzenli olarak bir grup arkadaşıyla yemek yiyor ve ayda bir olmak üzere Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti’ne katılıyor. Ve her gün bulmaca çözüyor. Artık hayat eşiyle beraber geçiyor. Sevgili eşi hiçbir zaman herhangi bir resmi işine müdahalede bulunmamış, çoğu zaman akademik hayatı özel hayatının merkezine girmiş olsa da, eşi bunu saygıyla karşılamış. Eşinin özverisi olmasa belki de hiç başarılı olamazdı Mithat Özsan.
  • Mithat Özsan; eşi ve iki kızıyla hayatına devam ediyor ve başbakanlık konusuna hala sıcak bakmıyor. Ve anası Mithat’ a hala hiç kızmıyor…

Müge Köstem

 

BİR ADIM DAHA İLERİ... ORHAN APAYDIN

 

“Çiçek sulandığı kadar güzeldir

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli

Bebek ağladığı kadar bebektir

Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

Sevdiğin kadar sevilirsin...”

Can Yücel

 

Orhan_ApaydnTam 25 binyıl önce, bir atamız eline bir kömür parçası alıp bir mağara duvarına bir şeyler çizdi...

Bir boğa, bir aslan, bir geyik ve benzeri şeyler.

O atamız henüz yazı yazmasını bilmiyordu, bilmediği için de resim yapmakla yetindi.

150 yıldan, yani mağara duvarındaki resmin günümüz insanı tarafından bulunduğundan beri bu resimlerin niye çizildiği tartışıla gelmiştir.

25 bin yıl önceki insanı kafanızda canlandırın bir kere... Postlar içinde yaşadığını düşündüğümüz, saçı sakalı birbirine karışmış bu atamız herhalde mağarasını süslemek için yapmadı bu resimleri. Zannederiz o dönem insanının estetik duygusu yaşadığı mağarayı süsleyecek kadar gelişmemişti. Ama iletişim gereksinimi insanlığın var olduğu günden beri ilk ihtiyaçlardan biri olarak vardı.

Dolayısıyla 25 bin yıl önce mağara duvarına çizilen o resimlerin, iletişim için yapıldığı düşünülmektedir.

İlk yazı sisteminin günümüzden sadece 6000 yıl önce Sümerler tarafından bulunduğunu düşünürseniz, bundan önceki zamanlarda görsel iletişimin ancak resim çizme yoluyla olabileceğini de hissedersiniz.

Zaten yazı da hop diye icat edilmemiştir.. İnsanlar önce mağara duvarlarına resimler çizmiş, daha sonra kelime veya heceleri benzer sese sahip eşyaların basit resimleriyle ifade etmeye başlamış ve böylece yazı oluşmuş.

Kısaca günümüzde milyonlarca harfin bir araya gelerek oluşturduğu gazetelerin orjini, o 25 bin yıl önceki mağara duvarlarından oluşmaktadır diyebiliriz.

Bu durumda 25 bin yıl önceki atamız hem bir gazeteci, hem bir sanatçıdır ...

Eğer 25 bin yıl önceyi zihnimizde yeniden canlandırır, kendimizi ilk gazeteci diye nitelediğimiz atamızın yerine koyar ve düşünmeye devam edersek, karşımıza bilge birinin çıkacağı çok açıktır.

Çünkü o, sözkonusu resimleri ihtimalen birilerini eğitmek için yapmıştır. Ya kendinden sonraki nesile avlayacağı hayvanı tanıtmak istemiş, yahut korunmaları gerektiği hayvanların özelliklerini uygulamalı olarak göstermiştir. Şüphesiz ki yaptığı her işi çevresindeki insanların başarısı için yapmış ve kendinden sonra misyonunu devam ettirecek birilerini de yetiştirmiştir. Eğer öyle olmasaydı, daha sonraki dönemlere ait yeni mağara resimleri bulamayacaktık zaten..

 

Aradan geçen 25 bin yıl içinde gazetecilik mesleği çok, ama çok değişikliğe uğradı elbet. Mağara duvarından başlayan serüven günümüzde sanal dünyanın büyülü ortamında, akıl ermez bir genişliğe ulaştı. İletişimci de çoğaldı, gazeteci de... Misyon da çeşitlendi.

Ancak bu çağdaş çeşitlenmeyle birlikte, mağara duvarına resim yapan meslekdaşının başlattığı bilgece misyonu değiştirmeden, geliştirerek mesleğini sürdüren gazeteciler de hep var ola geldi.Gerçekler için yaşamını kaybedenler, kalemini toplumu geliştirecek projelerin hizmetine sunanlar, bunlarla yetinmeyip arkalarında kendileri gibi davranan bir nesil bırakanlar hep oldu.

Hiç şüphesiz tersi de görüldü.

 

Adana ise şanslı bir kent... Kentin gazetecilik tarihine baktığınız zaman, kalemini kırmadığı için kendini kırdıran insanların bu kentte yetiştiğini,emperyalist işgale karşı çıkan ilk gazetelerin bu kentin gazetecileri tarafından yayınlandığını görebilirsiniz.

Ayrıca mağara duvarına alın terini ve sanatsal becerisini aktaran atamız gibi, işini büyük sorumlulukla yapan, çağdaş gazeteciler de bulunuyor kentimizde.

Ve biz onlardan önemli bir örnek olarak ; Orhan Apaydın'ı anlatmak için yola çıktık. “Önemli bir örnek” sözcüğündeki “önemli” sıfatını ise özellikle kullandık;

Çünkü Orhan Apaydın; gazeteciliğin üzerine yüklediği misyonu bir adım daha ileri götüren bir hemşehrimiz olduğu için, “önemli”dir. Ama “bir adım” deyip geçtiğimiz o farklılığın içinde, kentimiz için çaba gösteren herkesin projesinin kamuya duyurulması, topluma maledilmesi gayreti olduğunu unutmayınız.

“Hemşehrimiz” sözü üzerinde de biraz durmalıyız zannederiz. Adana'nın yetiştirdiği önemli sinema yönetmenlerinden Ali Özgentürk'ün, bir festival sırasında söylediği şu söz konuyu çok güzel anlatıyor bizce;

“ Canım Orhan Kardeşim, Adana’da kaldığım günler içinde bir Malatyalı olarak, Adanalılar'ın bilinen dostluğunu aratmadın. Hatta onları geride bıraktın, belki gelecekte, günün birinde senin heykelin dikilecek, altına da ‘işte soyu tükenmiş has Adanalı' diye yazacaklar.”

Emine KARAER




Sayı 15 (Temmuz - Ağustos) 2013

Bu yazı 6435 defa okundu.