ADANA’YA GÜÇ VERENLER - 5
Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu Adana’da kurulmuş, içinde 300 den fazla sanatçı ve sanat ilgilisini barındıran, kültür ve sanat alanında kentimizin lobisini oluşturmaya çalışan bir kuruluş.Amacı kültür ve sanatı kullanarak Adana’yı tanıtmak, kentimizin değerlerini ön plana çıkartmak, formal sanat eğitimleri düzenleyerek kentimizden yeni sanatçıların yetişmesini sağlamak diye özetlenebilir.Yani bir okul... Sanat ve kültür okulu... Adana’dan bir sanat ekolünün çıkmasını amaçlayan ve bunun için yaşam boyu eğitim prensibini kabul etmiş bir okul. Sürekli yeni projeler için çalışan ve üreten, bir grup olan platform üyeleri yeni ve çok önemli bir projeye daha başladı. Adana yerel tarihine katkı sağlayacak güçlü projenin ismi “ADANA’YA GÜÇ VERENLER” Projenin amacı; bugüne kadarki yaşamlarında, mesleki faaliyetleriyle çevresini değiştirecek kadar kentimize katkı sağlamış insanların biyografilerini ve biyografik fotoğraf albümlerini hazırlayıp tarihe bırakmak. Böylece 25 albümlük bir set oluşturmak. Tabiî ki bu, projemizin ilk ayağı olacak. Başarabilirsek 25 er 25 er devam edeceğiz.Projenin başladığı kasım ayından bu yana fotoğrafçılar kahramanlarının hayat hikayelerini dinleyip, röportajlarını bitirdiler. Sırada bu röportajları kitap haline getirmek ve fotoğrafları üretmek var. Projenin Haziran ayında bitmesi ve kitapların eylül ayında hazır olması planlanıyor. Altınşehir Adana Dergisi olarak her sayımızda sizlere, Adana’ya güç verdiğini düşündüğümüz, projedeki kahramanları tanıtacağız. Bu sayımızdaki kahramanlar; Fevzi Acevit, Hüseyin Çelik, Nihat Geven, Selami Tekkazancı ve Süleyman Girmen. Fotoğrafçıları ise Asena Avluk, Hilal Onaç, Müge Baltacı Ulaç, Gülen Kurt Özyüzücüler, Demet Dağtekin.
ÇOK ŞEY OLMAK ZORUNDA KALAN ADAM; FEVZİ ACEVİT
"FA’ya...
Yarınlara ışıksız koşan adam
Arkana bakma düşersin."
S.Mamay
Şimdiki zaman lütfen…
Zaman nedir?
Takvimle ölçülen, olayların sıraya dizildiği sonsuz bir uzam?
Olayların doğrusal biçimde ileriye akışının sıralanması?
An’ın bir nokta halinde oluşturduğu çemberin sonsuza kadar genleşmesi?
Sürekli şimdi?
Verilen tüm cevaplar, ortada bir sorunun olmadığından geliyorsa; bugün, dünden bakılan yarındır. Zaman nedir?
ÇOCUKLUĞUN KOCAMAN GÖZLERİYLE
1 Kasım 1943...
Tarih önemini yitirsin.
Fevzi Acevit’in yaşam öyküsü Adanalı Seyfettin’in vatani görevini yapmak üzere gittiği Bornova’ da İzmir güzeli bir kıza gönlünü kaptırmasıyla başlıyor. Ödemiş ilçesinde, ekmek ve gaz sıkıntısının yaşandığı kuduz savaş çığlıklarının sardığı bir dünyaya gözlerini açan Fevzi Acevit, 15 yaşındaki bir anne ile gurbette bir babanın evliliğinin ilk meyvesidir.
2. Dünya savaşı yıllarıdır. Savaşın rüzgarı vurmuştur Türkiye’yi.
Kıtlık vardır. İnsanlar boğucu sıkıntılar içindedir. Annesinin kundakladığı, süt içen, ışığa bakan bir bebektir Fevzi Acevit. Devir gaz lambası yağ kandili ile aydınlanma devri....Savaş vardır, gaz ekmek karneyledir...Annesi lambanın fitilini kısınca basarmış ağıt dolu yaygarayı minik Fevzi. Çocuk Anne ( o da henüz 15 yaşındadır) mecburen açarmış yeniden lambanın fitilini. Ve uyutacağım derken kendisi uyuyakalırmış bazen bebeğinden önce. Telaşla uyandığında gözlerini ışıktan ayırmayan halde bulurmuş bebeğini, hâlâ uyanık oluşuna hem şaşar hem de rahatlarmış.
Yıllar sonra, seher vakitlerinde uyumamanın ne demek olduğunu çok daha başka türlü yorumlayacaktır; insanın hayat macerasının aslında ışığı aramak olduğunu anlayacaktır.
Askerliğini bitirip memleketi Adana’ ya dönen baba Seyfittin Acevit, ailesini yanına alacak hale geldiğinde, Fevzi 5 aylık bebektir. Anne ile Nine’nin posta treni kompartımanına kurdukları salıncakta sallanarak gelirler Adana’ ya...
Geliş işte o geliştir...Bu şehir, kader plânında, yaşamının odağı olmanın yanında hizmet etme yükümlülüğünü de üstleneceği belde olacaktır.
Kuzeyde, batıda ve doğuda bir hilal gibi merkezi kuşatan yerleşimlerin henüz olmadığı; Adana’nın adeta Tepebağ sayıldığı dönemde bir süre orada oturuyorlar. Fevzi için o yıllar az hatırlanan bir dönem olarak geçer. Daha sonra babasının Yeşilevler tarafında arsa satın alması ve bir ev yapmasıyla kentin batı ucuna taşınırlar. Burası demiryolu ile Mersin yolu arasına sıkışıp kalmış bir ortamdır. Fevzi’nin çocukluk ve gençliğe adım attığı yılları Sakarya Mahallesi’nin bu kent merkezinden uzak köşesinde geçecektir.
İlkokul çağına gelince annesi en yakını değil “ en iyi “ ilkokulu seçer; Fevzi Adana’ ya ilk geldiği yere dönmüştür yeniden; Tepebağ’ daki Gazipaşa İlkokulu’ na kaydı yapılmıştır.
Evi şehrin en batı ucunda olan Fevzi Acevit, okula hep en geç kalan derse başladıktan sonra giren öğrenci olacaktır. Nasıl geç kalmasın ki; evinin yakınında düzenli işleyen bir otobüs, bir ulaşım imkanı yoktur. Otobüsün son durağı evinden uzaktadır. Durağa ulaşabilmek için şimdiki Trafik İl Müdürlüğü’ nün önüne kadar yürüyen, otobüs varsa binen yoksa gelmesini bekleyen, annesinin en iyi okulda okusun düşüncesi yüzünden okula hep geç kalan ve hep geç kalacak olan Fevzi Acevit hayat macerasının daha ilk yılında bedenini kuşatan hastalıklar yüzünden tökezlemek zorunda kalacaktır.
Asena AVLUK
DÜNYANIN EN ESKİ SAĞLIK BÖLGESİ ve BİR ADANALI ; HÜSEYİN ÇELİK
M.Ö 500...
Yunan kaynaklı modern tıbbın başlangıcı sayılan Hipokrat’ın açmış olduğu ilk hastane ve ilk tıp okullarından biri, Adana'nın Yumurtalık İlçesinde açılmıştır.Yumurtalık'ın tarihteki isimlerinden birinin Hipokrat'ın annesinin ismi olan Hygeia (Hijyen)”Hijyen kelimesi buradan gelmektedir.” olması da Adana'daki ilk hastanenin işaretlerinden biri sayılabilir.(1)
2008...
Adana’yı portakal çiçeği kokusunun kapladığı bir nisan sabahı Adana uçağından inen Leyla ve Hüseyin ÇELİK çiftinin amacı bir arkadaşlarını ziyarettir. En azından eşi Leyla Hanım öyle bilmektedir... Aslında Hüseyin Bey Adana'da açılacak bir hastanenin kuruluşu için buraya gelmiştir.Sonrasını Leyla Hanım şöyle anlatıyor: “Portakal çiçekleri, göl kenarı Adana müthiş güzel. Ben Adana’daki bir portakal bahçesini gördüm, çıldırdım. Ellerimle portakal topladım.İşçiler bana nasıl toplanır gösterdi.Ortam da hoşuma gitti. Mutlu bir şekilde İstanbul’a dönerken uçağın kapısında Hüseyin bana: ‘Adana’da yaşar mısın?‘ diye sordu. ‘Yaşarım‘ dedim.’’
4000 YIL ÖNCE...
Çukurova’da yapılan arkeolojik araştırmalar 4000 yıl önce bölgede Hitit Federal İmparatorluğu içinde yer alan Kizzuwatna isminde bir krallık olduğunu göstermiştir. Hiç ordusu olmayan bu krallık, diğer federatif krallıklardan ve merkezi imparatorluktan her zaman saygı görmüştür. Bunun nedeni herbiri birer doktor olan rahiplerin krallığı yönetiyor olması idi. Bu rahipler bitkilerden ve hayvan etinden, özellikle de kuş etinden ilaçlar yaparak hastalıklara çare buluyorlardı. Diğer krallıklardan çok sayıda hasta Adana’ya bu rahiplere tedavi olmaya geliyorlardı.(1)
Bulunan yazılı kanıtlar Hitit İmparatoru Muvattali ve oğlu Urhiteşup’un tedavi için Adana’ya geldiklerini göstermektedir.
Bu belgeler sağlık için seyahat etmeyi anlatan en eski belgelerdir.Buna dayanarak tarihte ilk sağlık turizmi hareketi Adana’da doğmuştur diyebiliriz.
2010 TEMMUZ AYI…
Yoğun çalışmalar sonucu; aralarında Hüseyin Çelik’in de bulunduğu etkin kişiler ve Adana'nın bir çok kuruluşu bir araya gelerek, Adana Sağlık Turizmi Derneği'ni kurarlar. Başta Adana valisi olmak üzere, milletvekillleri, İl Sağlık Müdürü, Kültür ve Turizm Müdürü, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği(TURSAB) Yönetimi, Çukurova Turistik Otelciler Birliği(ÇUKTOB) Yönetimi, Sağlık Kurumu Yöneticileri, Büyükşehir Belediyesi, Sivil Toplum Kuruluşları ve Adana’nın aydın insanları birleşerek bu derneğin amacının; Adana'nın yurt içinde ve yurt dışında bilinen bir sağlık merkezi olmasını sağlayacak çalışmalar yapması olduğunu açıklarlar.
Derneğin başkanlığına Hüseyin Çelik seçilir.
VE BUGÜN…
Adana'daki özel hastanelere ve kamu hastanelerine; Azerbaycan, Irak, Suriye, Lübnan, Kıbrıs, İngiltere gibi çeşitli ülkelerden çok sayıda hasta gelmekte, bölge ekonomisine ve gelişimine büyük katkı sağlamaktadır. Bu gelişmeden alınan cesaretle kentimizde hızla yeni hastaneler açılmaktadır. En son tıbbi teknolojilerin kullanıldığı bu hastanelerde uluslararası kabul görmüş kalite standartlarında hizmet verilmektedir. Artık Adana uluslararası bir sağlık merkezidir.
HÜSEYİN ÇELİK …
İsterseniz Türkiye’de ilk defa il düzeyinde bir sağlık turizmi derneği kurulmasına ve kentimize yeni iş sahaları sağlanmasına, kentimizin ekonomik olarak kalkınmasına öncülük eden, ayrıca sağlık dışındaki projeleri de bir Adana aşığı olarak sahiplenen Hüseyin Çelik'i kısaca değil, kitabımıza konu olacak şekilde anlatalım ki, Adanalı gençlere gelecekleri için yol gösteren bir örneği sunmuş olalım.
Hilal ONAÇ
HERŞEYE RAĞMEN; NİHAT GEVEN
Doğacak çocuk kendisini nasıl bir geleceğin beklediğini bilemezdi. Anne Fatma Hanım da bebeğinin bu dünyada neler ile karşılaşacağını tahmin bile edemiyordu. Nihat Bebek; Tarihin en kanlı savaşı olan İkinci Dünya Savaşının henüz yeni başladığı, dünya
devletlerinin kıyasıya çatışmaya girdiği bir dönemde, Türkiye Yunanistan Mübadelesi ile vatana gelmiş Giritli Geven ailesine katıldı.
Dünya tarihinde kara yıl olarak bilinen 1939’un 5 Aralık günü; Adana’nın Çınarlı Mahallesi’nde duyulan çığlık; ‘’Bende varım Hayat ‘’dercesine gözlerine yerleşmiş ışığı hala taşıyan İbrahim Geven’e aitti. Evet, ilk olarak İbrahim ismi konulan bu bebek kısa bir süre sonra aile büyüklerinin de isteğiyle Nihat ismiyle anılacaktı. Nihat; sonraki yıllarda 3’ü kız 5’i erkek olarak 8 çocuğa sahip olacak ailenin ikinci erkek çocuğudur.
Savaştan yaralarla çıkmış bir dünya, siyasi ve ekonomik sorunlarıyla çalkalanan bir ülke ve göç sonrası ailesi ile hayata tutunmaya çalışan bir baba. Sekiz çocuk sekiz umut ve sekiz gelecek. Dolayısıyla pırıl pırıl bireyler yetiştirebilmenin hiç de kolay olmadığı bir dönem…
Fatma Hanım ve eşi Ali Bey; iyi niyet ve sevgilerini katarak, ellerinden geldiğince yeni vatanlarına ve kendi kendilerine faydalı çocuklar yetiştirmeye çalışırlar. Nihat da bu sevgiden payını alabildiğince almaktadır. Ailede üçüncü otorite olarak bir de Hatice hala vardır. Hatice Hanım, Nihat Geven ‘in yetişmesi sırasında düzenli ve tertipli bir hayat kurmayı öğretirken, görgü kurallarına bağlılığını da sağlamıştır. Hatice hanımın o zaman gösterdiği eğitici çaba onun tüm hayatı boyunca girdiği her ortamda fark edilmesini sağlayacaktır.
Yıllar sonra şıklığı ve başarıları ile Adana Basın Dünyasının örnek insanlarından, Nihat Geven’in de kendisine idol seçtiği Çoban Yurtçu halasından sonra ikinci koruyucu meleği olur. Sadece gazetecilik kurallarını değil, bir gazeteci için giyiminde önemli bir sorumluluk olduğunu Çoban Yurtçu’dan öğrenir. Adana, basın tarihi açısından şanslı bir kent. Ülkenin hala yaşayan en eski gazetesini yaratan Ahmet Remziler de burada yetişmiş, İstiklal Savaşı kahramanı Ferit Celaller de. Ve tabi ki kendinden sonrakilere örnek olabilecek Çoban Yurtçular da. Yetişen gazetecilerin bir kısmı mesleklerini icra etmenin yanında Adana’yı değiştirecek, kente güç verecek izler de bırakmışlar geriye. Nihat Geven veya bilinen ismiyle Keçi Nihat aslında bunlara bir simge.
Bizler bu kitapçıkta böylesine bir hizmeti yapabilmiş olan hemşerilerimizi onere etmek, geleceğe örnek teşkil etmelerini sağlamak için yola çıktık. Projemiz aynı zamanda bir fotoğraf projesi olduğu için de kahramanlarımızı haliyle yaşayanlar arasından seçtik. Bu kitapçıkta anlatmayı düşündüğümüz, vefat etmiş veya yaşayan, mesleğini yiğitçe yapmanın yanında kente bir şeyler katan, geriye bir şeyler bırakan tüm gazetecileri Ahmet Remzileri, Ferit Celalleri, Çoban Yurtçuları çağrıştıran bir simge. Dolayısıyla biz Nihat Geven’i anlatırken siz İskender Ayvalık’ı veya Muzaffer Bal’ı da düşünebilirsiniz.
Müge BALTACI ULUÇ
FÜZE SELAMİ; SELAMİ TEKKAZANCI
Adana’nın futbol tarihi, Türkiye futbol tarihiyle birlikte oluşur. Adana’nın ilk futbol takımlarının, 1920’lerde kurulan Türkocağı ve Gençlerbirliği oldukları bilinir. Bu iki takım 1928 yılında birleşerek İdman Yurdu adını alırlar. 1928’de ayrıca Beden Terbiyesi Bölge Müdürü Rıza Salih Saray’ın önderliğinde Seyhanspor, üç yıl sonra da Torosspor futbol sahalarına merhaba der: böylece 1931’de Çukurova ligi kurulur..Çukurova Ligine: 1939 yılında Milli Mensucat, 1940 yılında Sümerspor ve Adana Demirspor dâhil olunca, Adana Demirspor’un Türkiye liglerindeki serüveni başlamış olur. Zamanla Adana’daki takım sayısının artması sonucu, Mersin İdmanyurdu ve Tarsus İdman Yurdu, Çukurova liglerinden ayrılarak İçel Ligi’ni oluştururlar. Günümüzde olduğundan biraz farklı olarak, geçmiş yıllarda futbol, yönetici olarak belli bir azınlığın ilgi alanında olmuş. Bu yüzden o yıllarda oyuncu bulmak oldukça güçmüş. Ama çare tükenmez, küçük kulüpler birleşip büyümeye çalışmışlar. Böylece İdmanyurdu, Seyhanspor ve Torosspor’un birleşerek Adanaspor’u kurma fikri ortaya atılmış. 1966 yılında bu fikir gerçekleşince Adana’da uzun yıllar birbirleriyle rekabet halinde olacak olan iki takım ortaya çıkmış. Adana Demirspor ve Adanaspor...
SİVİL SAVUNMA MÜKELLEFİYETİ KANUNU VE ADANA DEMİRSPOR’UN KURULUŞU
Cumhuriyet kurulduktan sonraki devlet yapısı nasıl ki yukarıdan aşağıya doğru oluşturulmuşsa: futbol da da yapılanma böyle olmuştur. Bu durum Adana Demirspor için de geçerlidir, diğer kulüpler için de... O dönemdeki pek çok spor kulübü gibi, Adana Demirspor da kurulmasını “Sivil Savunma Mükellefiyeti” kanununa borçludur. Bu yasaya göre 500 kişiden fazla eleman çalıştıran kamu ve özel sektör kuruluşlarına spor kulübü kurma yükümlülüğü getirilmektedir.Adana Demirspor 21 Aralık 1940 tarihinde, TCDD 6. İşletme Müdürü Eşref Demirağ’ın önderliğinde kurularak, aynı yıl “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı”nın onayını almıştır. Demirspor’un kurulduğu yıllarda Yeni İstasyon ve çevresindeki Cemalpaşa semtinin, açık alanlar, bağlar ve boş arsalarla çevrili olduğunu biliyoruz. Atatürk Caddesi’ndeki Bossa Apartmanı’nın civarı Adana Demirspor’un çalışma alanıymış o zamanlar. Demirspor o zamanki gücünü bu alanlardan ve TCDD personelinin kulüp için ödenti yapmaya mecbur olmasından almaktadır.
İLK MAÇ VE KAÇAN ŞAMPİYONLUK
Adana Demirspor’un kayıtlara giren ilk futbol maçı, bugünkü adı Sümerspor olan, Malatya Mensucat ile yaptığı maçtır. Erzincan depremzedelerine yardım turnuvasında yapılmış olan maçı Demirspor 2-1 kazanmıştır.1940’lı yıllar henüz profesyonel düşüncenin gelişmediği, bonservis, lisans ve benzeri kavramların yerleşmediği, oyuncu sayısının az olduğu, takım kadrolarının bir türlü düzene bağlanamadığı yıllardır. Takımlar sahaya her hafta hazırladıkları yeni bir listeyle çıkmaktadırlar. Demirspor ligdeki ilk yılında bu yöntem nedeniyle şampiyon olamaz. 1941 sezonunun son maçında Milli Mensucat’la karşılaşacaktır. Bu aynı zamanda şampiyonluk maçıdır. Milli Mensucat bu maçı 5-0 alırsa şampiyon olabilecektir. Milli Mensucat bir haftalığına Galatasaray’dan Katır Cemil ve Haşim’i getirtip, Demirspor’u 5-0 yener ve şampiyon olur.Ama bu hep böyle devam etmez. Ertesi yıl Adana şampiyonu olan Demirspor, 12 yıl boyunca şampiyonluğu kimseye kaptırmaz. Bu şampiyonluklar bölgeseldir ve Türkiye Ligleri henüz kurulmamıştır.
ŞAMPİYON TAKIMDAKİ FÜZE
Adana Demirspor da tarihi boyunca çok önemli maçlar yapmıştır. Belki de bunun en önemlisi 1954’te Hacettepe ile yapmış olduğudur.1953-1954 sezonunda önce bölge ve grup, sonra da diğer kademeleri geçerek Türkiye birinciliği için Hacettepe ile karşılaştılar. Maça Muharrem Gülergin’in liberoluğunda çıkan Demirspor, Füze Selami’nin unutulmaz golü ile şampiyonluğu kazanmıştır. Böylece Türkiye Kupası ilk defa Adana’ya gelir. Adana Demirspor’un o dönemde oynayan üç isimi sonradan efsane olmuştur. Bunlardan biri şüphesiz Muharrem Gülergin, diğeri ise kaleci Kartal Yaşar iken, üçüncüsü ise boyunun uzunluğu nedeniyle o zamana kadar lakabı “deve” olan Selami Tekkazancı’dır. Bu maçta attığı sert şutla fileleri delerek, takımını Türkiye şampiyonu yaptığı için, Selami’nin lakabı artık Deve değil, “Füze” olacaktır.Onun arkadaşları arasındaki diğer bir lakabının da “Yiğit” olduğunu biliyoruz. Adana’da bir söz vardır, “Yiğit lakabıyla anılır “diye... Adana’mızın iki önemli takımından biri olan Adana Demirspor’u Türkiye’ye taşıyıp, kentimizin spor alanındaki gücünü de ortaya koyan Füze “Deve” Selami de bizim için bir yiğit, bir kahraman anlayacağınız.
ADANA’YA GÜÇ VEREN
Adana’da “Füze Selami” ismi bir efsanenin, ulaşılamayacak bir başarının alfabesi gibidir. “Füze Selami” efendiliğin, kibarlığın, nezaketin sembolüdür. Futbol tarihine ismini altın harflerle yazdırmış bir “meşin top sihirbazı”dır. Sadece yeşil sahalara ilgi duyanların değil, sporla yakından uzaktan ilgili herkesin yaşam dersi olarak bilmesi gereken bir öykünün kahramanıdır.Füze Selami yaşadığı bu kente, bu kentin insanlarına kazandırdıkları ile her zaman anılmaya layık bir insanın görüntüsüdür. Sadece o zamanın toprak- çamur sahalarında değil, futbolun dışında ortaya koyduğu hareketleri, insana bakış açısı ve gerçek sportmen yapısı ile gelecek nesillere örnek olacak şekilde hatırlanacak bir futbolcunun görüntüsünü taşır.80 yaşını devirdiği şu günlerde kitapçığımızda Adana’ya güç veren insanlar arasına onu da almaktan mutluyuz. Aslında Füze Selami bu kitapta yer alırken Muharrem Gülergin’leri, Kartal Yaşar’ları, Ayhan Karataş’ları, Erdal Acet’leri de temsil etmektedir.
Gülen KURT ÖZYÜZÜCÜLER
BEREKETLİ TOPRAKLARIN EFENDİSİ; SÜLEYMAN GİRMEN
“Diyebilirim ki hayatımda yaşadığım en ulvi, en sade, en mesut ve samimi gece bu gecedir. Çünkü bu gece çok derin hürmetlerle, muhabbetlerle merbut olduğumuz milletimizin ekseriye azimesini teşkil eden çiftçilerimizle bir sofrada bulunuyorum.Sofrada onların emekleriyle husul bulmuş ekmeği onlarla beraber yiyoruz…
Arkadaşlar dünya’da fütuhatın iki vasıtası vardır, biri kılıç diğeri saban…”
“Köylü milletin efendisidir”
K. ATATÜRK
BEREKETLİ TOPRAKLARIN EFENDİLERİ
Adana'nın kuzeyini kucaklayan Toroslar kış boyunca biriktirdiği karları, ilkbahar gelince Çukurova’ya büyük bir coşkuyla salarlar. Şimdi siz öyle bir bölge düşünün ki hemen arkasını dayamış, yüksek zirvelerden dört büyük, büyük olmakla da kalmayıp yüksek debili ırmak çıksın ve o bölgeden başka hiç bir yeri dolaşmadan denizle kucaklaşsın.
Nil Nehri deseniz bırakın tek bölgeyi sulamayı, üçten fazla ülke gezerek gelir deltaya kadar. Dicle’yle Fırat’ı, gezdiği Ülkeleri bir yana bıraksak dahi, onlarca kentle birlikte anabiliriz. Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerini dolaşarak denize akan Kızılırmak da bu yönüyle özgün bir örnektir…
Ama Seyhan, kardeşleri Ceyhan, Berdan ve hatta Göksu Toroslar’ın karından aldığı kır çiçeği kokulu sularıyla sadece ve sadece Çukurova'yı sulayarak, Akdeniz'le buluşur. Bereketlerini Toroslar'dan getirdikleri alüvyonlarla artırarak, bölgeyi bir tarım cenneti yapar…
Tanrı, Adana'ya torpilli davranmış, ama bu yeter mi?
Hatırlarsanız eğer, çok değil yüz küsur yıl önce ünlü Vali Ziya Paşa; "Su akar, Adana bakar" anlamında bir söz söyleyerek, bu suyun çiftçi tarafından bilinçle kullanılmaması halinde boşa akacağına dikkat çekmiştir.
Üzgünüz, ama gelgelelim , bugün Türkiye'de hala köylü en az eğitimli kesimdir; O oranda da birlikte hareket etme kabiliyetini yitirmiştir. Hâlbuki başta ortak bir ihtiyaç olan suyun kullanılması olmak üzere, yeni teknolojilerin getirilmesinden, ücret politikalarının belirlenmesine kadar, birlikte hareket edilirse başarılabilecek öyle çok şey var ki...
Çiftçi ve köylü örgütlenmeleri işte bunun için çok önemli... Tanrının zengin yarattığı bir bölgede çiftçi ve köylünün fakir kalması ancak buranın değerlerinin toplumun yararlanabileceği ortak zenginlikler haline getirilememesinden kaynaklanır.
Bu nedenlerle bir tarım bölgesi olan Çukurova'da, Ziraat Odaları önem kazanıyor…Bu ve benzeri odaları kuran, yaşatan ve köylünün birlikte hareketine sunan insanlar kentimizin gelişiminde önemli rol oynamışlardır. Ne mutlu ki Adanamız böylesine önemli çok insan yetiştirmiştir. Bunlardan biri de şüphesiz tam 18 yıldır Seyhan Ziraat Odası Başkanlığı yapan Süleyman Girmen’dir.
İşte biz bu kitapta: şahsında kentimize tarım alanında güç veren her Adanalıyı temsilen Süleyman Girmen'i anlatmak istedik. Biz, Süleyman Girmen dedikçe , siz Çiftçi Birliği'nde veya Ziraat Odaları'nda, hatta Ziraat Mühendisleri örgütlenmelerinde görev yapmış, yapmakta olan, emek veren tüm kahramanları anlamalısınız!"
Onun öyküsünün Adana Tarımı’nın da öyküsü olduğu inancıyla sunarız...
Demet DAĞTEKİN
GÜZEL