Aşk ve Kavganın Şairi; Adnan Yücel

İlk kez ne zaman karşılaştık, nasıl tanıştık diye anımsamaya çalışıyorum. Hafızam beni yanıltmıyorsa 1986-87 yıllarındaydı. O dönemde 12 eylül askeri darbesinin yumruğu altında ezilen kitleler;  siyaset, sendika, örgütlenme yolu tıkanınca kendini kültür ve edebiyata vurmuştu. Bir anda onlarca dergi yayına başlamıştı. Bir avuç cesur insan ise her şeye karşın aktif siyaseti sürdürerek, askeri cuntanın acımasız uygulamalarına tepki koyuyordu. ‘’Aydınlar Dilekçesi Davası’’, ‘’Barış Derneği Davası’’  ve ‘’İnsan Hakları Derneği’’ bu yapının önemli taşlarıydı. İşte böylesi bir dönemde İHD (İnsan Hakları Derneği) bünyesinde gönüllü olarak çalışan Avukat Elif Tuncer; İmam Turan, Aziz Pamuk ve Adnan Yücel’in de içinde bulunduğu bir arkadaş grubuyla birlikte yanıma (Arı Sineması) geldi. Ben o sıralarda, ‘’Kaktüs Organizasyon’’ adıyla oluşturduğum bir platformla, İstanbul ve Ankara’da yoğunlaşan sanatsal etkinlikleri (Tiyatro, Sinema ve Müzik) Çukurova’ya taşımanın uğraşını veriyordum. Avukat Elif Tuncer ; o heyecanlı, coşkulu ve emrivaki tavrıyla işbirliği yapmamız gerektiğini, etkinliklerin parçası olmak istediklerini söylediğinde biraz şaşırmıştım. O arada davudi sesiyle araya giren Adnan Yücel, ‘’Genç arkadaşım öyle bir dönemden geçiyoruz ki, bireysel beklentilerimizi hesaplayacak durumda değiliz, birlikte üretmenin, büyümenin yollarını bulmalıyız’’ demişti. Ve o günlerde peş peşe bir çok etkinlikte bu cesur, atak insanlarla birlikte çalışmanın keyfini ve coşkusunu yaşadım. Ne yazık ki, bugün o gruptan kimse yaşamıyor. Ülkemin kanlı, kara bulutlu dönemlerinde ne yiğit insanları yitirdik (yitiriyoruz)….HEP Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın, faili meçhul (!) bir cinayete kurban gitmişti. 10 temmuz 1991’de Avukat Elif Tuncer ve dört arkadaşı bir otomobille Diyarbakır’a cenazeye giderken Siverek civarında feci bir trafik kazasında birlikte öldüler. 

Daha sonrasında farklı süreç ve ortamlarda bir araya geldiğimiz Adnan Yücel’le nedense hep mesafeli bir ilişkimiz oldu. İmza günlerinde, söyleşilerde görüşüyor, konuşuyorduk ama öyle uzun uzadıya sohbetlerimiz hiç olamadı ne yazık ki. Özellikle Cumhuriyet Kitap Kulübü ve Temmuz Kitapevi etkinliklerinde bir arada olabiliyorduk. 1991 Temmuzunda Samsun’a yerleşmemle, bu ilişki de kopmuş oldu. Adana’ya döndüğüm 1996 yılı ve sonrasında ise çok az karşılaşabildik. Keşke birbirimize biraz daha fırsat tanısaydık diye pişmanlığımı vurguluyorum her zaman.


Adnan Yücel Kimdir?

27 Mart 1953 yılında Elazığ’da doğan Adnan Yücel, Orta ve lise öğrenimini Elazığ’da yaptı. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü 1975 yılında bitirdi. Daha sonrasında da Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünü bitirdi ve Çağdaş Türk Edebiyatı üzerine yüksek lisans öğretimi yaptı (1979). 1975-1987 yılları arasında Yurdun farklı yerlerinde (Elazığ- Karakoçan Lisesi, Ankara Yenişehir Lisesi, Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi ve Ankara Cumhuriyet Lisesi) Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1987 yılından başlayarak ölümüne değin (24 Temmuz 2002) Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Türk Dili Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. Bu görevlerinin yanı sıra özellikle şiir alanında sürekli olarak üretimde bulundu.

‘’Yeni Adımlar’’ dergisinde yayımlanan ilk şiirleriyle dikkat çekti (1974). Daha sonra ‘’Özgürlük İçin Direniş’’, ‘’Yapıt’’, ‘’Sesimiz’’, ‘’Petek’’, ‘’Sanat Edebiyat 81’’, ‘’Yeni Olgu’’, ‘’Dönem’’, ‘’Türkiye Yazıları’’, ‘’Somut’’, ‘’Dönemeç’’, ‘’Yazko Edebiyat’’, ‘’Yaba Öykü’’, ‘’Yeni Şiir’’, ‘’Sanat Emeği’’, ‘’Anadolu Ekini’’, ‘’Temmuz’’,  ‘’Tavır’’ gibi dergilerde; ‘’Yeni Halkçı’’, ‘’Demokrat’’ ve ‘’Cumhuriyet’’ gazetelerinde yazmayı sürdürdü. AYKO’nun (Anadolu Yazarlar Kooperatifi) kurucuları arasında yer aldı ve yönetiminde bulundu (1981-1987). Bazı inceleme ve makaleleri olmasına karşın ağırlıklı olarak şiirde yoğunlaştı. Akciğer kanserine  yakalandı ve ağır bir süreç geçirdi ama ölümüne değin kavga ve şiirden vaz geçmedi.
 
YAPITLARI
  • Kavgalara Sözlenen Sevda ‘’ (Şiirler, 1979)
  • Soframda Kaval Sesleri ’’ (Şiirler, 1982)
  • Bir Özlem Bir Türkü ‘’ (Şiirler, 1984)
  • Acıya Kurşun İşlemez ‘’ (Şiirler, 1985)
  • Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek ‘’ (Nehir Şiir, 1986)
  • Rüzgârla Bir ‘’ (Şiirler, 1989)
  • Ateşin ve Güneşin Çocukları ‘’ (Nehir Şiir, 1991)
  • Karacaoğlan ‘’ (İnceleme, 1992)
  • Çukurova Çeşitlemesi ’’ (Şiirler, 1993)
  • Sular Tanıktır Aşkımıza ‘’ (Şiirler, 1998)


Sessiz, sakin derin bakışlı bir adamdı. Sürekli giydiği kahverengi takım elbisesi  ve sigarasıyla bütünleşmişti sanki. Hep biraz dalgın bakar ve kafası başka şeylerle meşgul gibiymiş dururdu, belki de öyleydi, kim bilir. Aşk ve Kavga’nın şairi; dağların, ovaların adamını bir dersliğe kapatmak ne zordu. Öğrencilerce fazla önemsenmeyen, düşük kredili Türk Dili dersini anlatıyordu amfide. Ama ne kendi çok mutlu ve coşkuluydu ne de bu derse zorla, laf olsun diye gelen öğrenciler… Oysa O, coşkulu sohbetlerin, bağıra çağıra şiirler okunan, ağız dolusu gülünen, ağız dolusu küfredilen ve gecenin bir yerinde hesapsızca ağlanan masaların adamıydı. Ama geçim derdi denen illet buydu işte. Adana’da doğmamış, Çukurova’da büyümemişti aslında ama şiirinin ana damarlarının bu topraklarda beslendiğini söylerdi her zaman. Tipik bir Adanalı, Çukurovalıydı artık. 1993 yılında yayımladığı ‘’Çukurova Çeşitlemesi’’ adlı şiir kitabı bunun en güzel kanıtıydı sanki.

Çukurova Çeşitlemesi

-1-
Her özlemi yağmurla başlatan bu yerde
Kuş ağzında uçan bir şarkıdır mevsimler
Ey imge pınarı dokun bu yerlere
İşte yağmur öncesi gökte pamuk tarlaları
Yerde bulutlar küme küme gezinirler
Dokun ki dile gelsin
Bir nehrin sesine denk çoğalan renkler
Dokun ki bir yılı çoktan geçti
Koynumda Toros kokuyor artık sevgiler
 
Bir topak bulutla inmişim yüreğine
Kurumuş dallardan sonra yeşil-yemyeşil
Kar suskunluğundan sonra sıcak-sımsıcak
Duygudan yana çırılçıplak ve ak
Zakkum nehirlerini izleyip koklayarak
Çakılıp kalmışım göğsüne
Renklerin okyanusunda boğularak
 
Nice yıllar olmuş Orhan Kemal öleli
Ölüp de Nazım Hikmet’e konuk gideli
Nasıl da değişmiş turunç kokan yalnızlıklar
Portakal dalgalanan duyarlıklar nasıl da
Taşköprü bir çığlıktır her şafak vakti
Karışıp gider alev alev akan sulara
Sesi duyulmaz
Köpüğün bilgeliği susar terin akışında
 
Nasıl da değişmiş insanımızın insan yanları
Aşk ve ekmek arasında
Bir o yana-bir bu yana doğru nasıl da….

Şiirlerinin bir kısmı ‘’Grup Yorum‘’, ‘’Grup Dalga‘’, ‘’Grup Ekin‘’ gibi müzisyenlerce bestelenir. ‘’Grup Yorum’’ tarafından seslendirilen ‘’Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’’ adlı şiiri, stadyumlarda, alanlarda binlerce kişi tarafından haykırılan bir marştır artık. Türkiye’de geniş kitlelerce tanınmasını da bu kitap sağlar (1986). Sinema Yönetmeni Reyan Tuvi’nin 2013 Mayısında Taksim direnişini anlattığı ödüllü, belgesel filmi de adını bu şiirden alır (‘’Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek ‘’ / 2014 İstanbul Film Festivali, 2014 Antalya Altın Portakal Film Festivali).

Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek

Aşksız ve paramparçaydı yaşam
Bir inancın yüceliğinde buldum seni 
Bir kavganın güzelliğinde sevdim. 
Bitmedi daha sürüyor o kavga 
Ve sürecek 
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
 
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları 
Aşk ile sevmek bir güzelliği 
Ve dövüşebilmek o güzellik uğruna. 
İşte yüzünde badem çiçekleri 
Saçlarında   gülen toprak ve ilkbahar. 
Sen misin seni sevdiğim o kavga, 
Sen o kavganın güzelliği misin yoksa... 
 
Bir inancın yüceliğinde buldum seni 
Bir kavganın güzelliğinde sevdim. 
Bin kez budadılar körpe dallarımızı 
Bin kez kırdılar. 
Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz 
Bin kez korkuya boğdular zamanı 
Bin kez ölümlediler 
Yine doğumdayız işte,  yine sevinçteyiz. 
Bitmedi daha sürüyor o kavga 
Ve sürecek 
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
 
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri 
Suyun ayakları olmuştur ayaklarımız 
Ellerimiz, taşın ve toprağın elleri. 
Yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık 
Törenlerle dikilirdik burçlarınıza. 
Türküler söylerdik hep aynı telden 
Aynı sesten, aynı yürekten 
Dağlara biz verirdik morluğunu, 
Henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz... 
 
Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne 
Ne tan atışı doğumların sevincine 
Ey bir elinde mezarcılar yaratan, 
Bir elinde ebeler koşturan doğa 
Bu seslenişimiz yalnızca sana 
Yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini 
Bitmedi daha sürüyor o kavga 
Ve sürecek 
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
 
Saraylar saltanatlar çöker 
Kan susar bir gün 
Zulüm biter. 
Menekşeler de açılır üstümüzde 
Leylaklar da güler. 
Bugünlerden geriye, 
Bir yarına gidenler kalır 
Bir de yarınlar için direnenler... 
 
Şiirler doğacak kıvamda yine 
Duygular yeniden yağacak kıvamda. 
Ve yürek, 
İmgelerin en ulaşılmaz doruğunda. 
Ey her şey bitti diyenler 
Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. 
Ne kırlarda direnen çiçekler 
Ne kentlerde devleşen öfkeler 
Henüz elveda demediler. 
Bitmedi daha sürüyor o kavga 
Ve sürecek 
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!  

2002 yılı mayısında akciğer kanseri iyice hırpalamıştır Çukurovalı Ozanımızı. Artık, temel gereksinimlerini bile karşılayamaz durumdadır neredeyse ama beyin pırıl pırıl çalışıyor işte. Yine bir şiirle veda eder tüm şiir dostlarına…
 

Bu Gökyüzünde Grev Var

Çılgın bir Akdeniz baharı gönlüm
Dere boylarında püsküren zakkumlar
Pembe beyaz bir tufanı kucaklıyorlar.
Vardiyalar değişmiyor uykusuzluğu
Bir grevin üstüne yağmur yağıyor
Şalterler inmiş
Tezgâhlar susmuş
Fırınlar soğumuş
Bir büyük sabır altında fabrikalar
Grevciler ayni dilden halaya durmuş.
 
Çılgın bir Akdeniz baharı gönlüm
Ter ve yağmur altında bütün kıyılar
İşte türküleri türkülerimize karışan
Tanrıları paylaşamadığımız Yunanistan
İşte İtalya sımsıcak kaynayan kan
İşte dünyanın özgürlük öncüsü
Komünarlar destanı Fransa
İskenderun'dan Valencia kıyılarına
Hep aynı sözü yineliyor dalgalar
Bu gökyüzünde grev var.
 
Çılgın  bir Akdeniz baharı gönlüm
Havada toprağın sevişme kokusu var
Ne ki fabrikalar bu grevde
Bankalar madenler ne ki
Yollar kapalı kalkmıyor uçaklar
Telefonlar susmuş
İşlevsiz kalmış  gökteki uydular
 
Bir grevin üstüne yağmur yağıyor
İnce ince
Tek tek ve çiseleyerek
Her damla bir grev gözcüsü
Her gök gürültüsü bir slogan
Açılıyor birdenbire pankartlar;
Bu gökyüzünde grev var...
 
(Eylül Dergisi- Sayı:3 -  Mayıs 2002)
 
 
Her ölüm erkendir elbette ancak üretkenliğinin, verimliliğinin en iyi çağında 49 yaşında (henüz ellisini bile göremeden) Kavga ve Aşkın şairini sonsuzluğa uğurlamak kolay değil dostlar. 24 Temmuz 2002’de ‘’Altınova’’da güneşin cehennemi yakıcılığında bütün kuşlar miting düzenledi onun için.
 
.........................................................
Bir çığlıktır artık yaşanan
Sözcükler yetmez anlatmaya
Notalar fırçalar susar
Çünkü mitingden sonra kuşlar
Kırıp kanatlarını
Ankara'ya ölüm bırakırlar.
(‘’KUŞ MİTİNGİ’’ / A.Yücel)
 
 
 
Metin Bahçivan / Aralık 2014 / Adana
 
 

 




Sayı 24 (Ocak - Şubat 2015)

Bu yazı 6217 defa okundu.