Beyazlar, Siyahlar ve Griler

‘’Pusulasız bir halde geldik dünyaya’’
Amin Maaouf, böyle başlar ‘’Çivisi Çıkmış Dünya’’ adlı denemesinde. Her ne kadar o bunu bir şikayet gibi söylese de, ben; keşke yaşam yolunda da pusulasız devam edebilseydik diye düşünüyorum. Kendi yolumuzu kendimiz tayin edebilseydik, kendi bilgi ve aklımızla hareket edebilseydik. Tabii ki bunun için de kendi bilgi ve aklımızı eğiterek, geliştirerek. Demem o ki kargadan bir kılavuz seçmeseydik, çoğu zaman yaptığımız gibi…
 
 
Bazı insanların kendince önemli buldukları bazı konularda net duruşları vardır. Küçükken genelde babalarımız bize öyle gelir mesela. Haklı bile olsan, baba bir kere ‘hayır’ dedi mi bir daha o konuyu açamazdın dahi. En azından benim çocukluğumda öyledi. Doğrudur, yanlıştır… Sen yine de o ‘hayır’a uymayıp, yine yapmışsındır yapacağını bu ayrı konu. Ama bugun bile babana sor, o hala ’hayır’dır, nettir. Belki sen de baba olunca ve çocuğun ile aynı konuda yüz yüze gelince senin de ‘evet’in bir anda ‘hayır’a dönüşebilir. İnsanların zaman içinde fikirlerini değiştirmeleri de sorun değil. Hatta bana sorarsanız makbülü de budur. Bir insanın 18 yaşındaki fikirleri ile 40 yaşındaki fikirlerinin hala aynı olması da ayrı bir paradokstur. Bu, aslında belki de kişinin bu süreç içinde kendi bilgi ve aklını hiç eğitmediğinin ve geliştirmediğinin bir ispatıdır. Ama sonuçta karar hala nettir. 
 
 
Beni bu tarz insanlar pek korkutmaz. Aynı fikirdeyimdir ya da değilimdir ama karşımdakinin fikrini bilirim. Bir de sessizler ya da başka bir değişle uyaroğulları vardır. Gri insanlar… Beyaz ile oturduklarında beyaz, Siyah ile konuştuklarında siyah olurlar. Kimse ile kötü olmak istemezler. Bilinçli yapıp rant peşinde koşanı da var, bunu karakteri haline getirip otomatikçe yapanı da… Ne acıdır ki bunların sayıları Beyaz ve Siyahlar’dan kat be kat daha fazla. Ve yaşadığımız toplum sessiz çoğunluğu da yanına alarak insanları Gri’ye doğru evrimleştirmektedir. Ne devlet politikaları, ne eğitim sistemleri ne de aileler, toplumun çoğunlukla net insanlardan oluşmasına müsade etmiyor. Hepsi standartlarda kalınmasına salık veriyor. Bir/onluk bir sivrilik skalasında dört ile 7 arasında olanlar tercih ediliyor. Kimse Don Kişot’ları istemiyor, sevmiyor. Bırak Don Kişot’u, açık sözlüler bile sevilmiyor. Dünyanın en büyük yalanıdır; açık sözlülerin sevildiği… İşin aslı doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğudur.
Genelde sisteme uyanı severiz biz. Acıktığımız için değil saat 12’yi gösterdiği için öğle yemeği yeriz. Hayatımızı beraber geçirmek için değil, yaşımız geldiği için evleriniz. Hayvanları neden yediğimizi kimse sorgulamaz, annemizden babamızdan öyle görmüşüzdür… Ve öyle bir görmüşüzdür ki kellesinden paçasına, bağırsağından yumurtalarına kadar yeriz bir koçu, koyunu… Ama domuz yiyen Alman’ı, köpek yiyen Çinli’yi, canlı balık yiyen Japon’u kınarız.  Öğretilmiş olanı yaşarız -mış gibi hayatlarımızda…
 
 
Aslında sorgulamakla başlıyor herşey. Herşeyi sorgulamakla. Ama sorgulanmıyor. Zaten gözünü açıyorsun bir bakmışsın adın belli, yerin belli, yurdun belli, dilin belli, dinin belli… Bakıyorsun herkes böyle yaşıyor sen de başlıyorsun gördüklerini uygulamaya. Herkes yediği için düşünmeden yiyorsun arka bahçedeki kuzuyu, sen anandan, o da anasından gördüğü için yıkıyorsun ölüyü… Zaten her yerimiz gelenek, görenek, örf, adet, tabu… Bunları sorgulayanı bulmak neredeyse imkansız. Kimisinin aklına dahi gelmiyor sorgulama ihtimali, kimisi ise sadece çarka uyuyor gerisine karışmıyor horoz misali… 
 
 
Bunları mı dert ettin diye sormayın. Bunlar oluşturuyor aslında toplumların temelini. Mesela insanlığın gördüğü en büyük insanlık dramı desem? Örneğin Hitler gelir aklımıza. Ama biz sadece Hitler’i biliriz ya da bir kaç meşhur Nazi SS Subayını… Peki ya Halk? Sessiz çoğunluk? Daha dün yan komşusuyken, belki de çocukları beraber oynarken nasıl bir günde ‘’düşman’’ olmuştu? Kimse sormamıştı. Muhtemelen soramamıştı. Kendi çocuğunu eve çağırıp perdeleri kapatmışlardı. Yani Hitler’in seslendiği kalabalığa bakıp da ‘’hepiniz oradaydınız be!’’ dememiz gerekmiyor mu oysa? Bana karışmayan yılan bin yaşasın diyen Gri’lerin en büyük cezası değil miydi Berlin Duvarı?.. Gün gelip de devran döndüğünde bu sefer de yıkmak için oradaydılar oysa… 
 
 
Tahammül edemiyorum artık Gri insanlara. Benimle aynı fikirde olmayanları kasdetmiyorum. Ya da kötüleri… Uyaroğulları benim dediklerim. Her kaba göre şekil alanlar… Aslında aynı fikirde olmasalar bile el kaldıranlar. Sezar’ın hakkını teslim etmeyenler… Çoğunluğun rengini alanlar… Taraflar değil, yancılar…
 



Sayı 34 (Eylül - Ekim2016)

Bu yazı 4683 defa okundu.