BIG BANG, YARATILIŞ VE İNSAN GİZEMİ
Sır kapısı önündeyiz…
Anahtarları ise önümüzde duruyor:
İnsan, Kainat ve Vahy kitapları okunmak için bekliyor… Okur ve üzerinde düşünür ve yönelirsek; sır kapıları önümüzde açılacaktır…
- " Tanrı var mıdır – yok mudur? "
- " Madde, ezelî (öncesiz) midir - sonradan mı oluşmuştur? "
- " Yaratış - oluş süreci, tekâmül düzeni üzere mi işliyor? "
- " Dünya plânında ortaya çıkan yaşamın kökeni nedir? "
- " İnsan nasıl ve ne zaman ortaya çıktı?..İnsan’ı Kâmil sırrı nedir? "
Yukardaki soruların yanıtlarını merak etmeyen var mıdır?
Yoktur…Çünkü insanlar hayatın anlamını, doğanın sırlarını merak eder sorgularlar.
Bu aslında kim ne olduğumuzu nereden gelip nereye gittiğimizi anlama arayışıdır.
*Zaman-Mekân ve İnsan Gizemi konulu yazı dizimizin bu üçüncüsünde yukardaki sorulara verilen yanıtları paylaşacağız. Sır perdelerini İlahî Vahy’in verilerine ve bilimin bulgularına başvurarak kaldırmaya çalışacağız.
* Bu dizinin ilk yazıları Mekân ve Zaman Gizemi’ni ve Fevzi Acevit’in önceki yazılarını okumak isterseniz, yazarın adının üzerine tıklamanız yeterli olacaktır.
Bitmeyen tartışma:
" Her şey maddeden mi oluştu - Tanrı mı Yarattı? "
Kainatın nasıl var olduğuna ve insana dair sorular; teoloji, felsefe ve kelâmın ve başta fizik olmak üzere çeşitli bilim dallarının yüzyıllardır araştırıp - tartıştığı konulardır.
Peki bu sorulara verilmiş kabul görmüş cevaplar var mıdır?
Elbette var ama…hepsi aynı değil.
Birbirlerinden farklı açıklamalar, yorumlar ve kabuller söz konusu.
Felsefî akımlar da zaten bu farklardan doğmuş.
Kainat ve insanın nasıl ortaya çıktığı (nasıl var olduğu) sorusuna verilen farklı cevaplar, düşünce dünyasını iki kutba ayırmış: Yaratılışcılar ( İdealistler) -Materyalistler…
Taraflar yüzyıllardır tartışıyorlar.
* * *
Materyalist düşünce yaratılışı reddeder, maddeyi tanrı yerine koyar.
Onlara göre madde ve zaman ezelîdir; sonsuzdan gelir, sonsuza uzanır.
Madde yaratık değildir…Yani; kendiliğinden vardır ve kendi doğasına uygun bir bilince de sahiptir; değişerek-dönüşerek her şeyi meydana getiren maddedir.
Materyalist düşünce yüz yıllar boyunca, zamanı, “mutlak ve sonsuz “ kabul etti.
Bu düşünceye göre zaman geçmişten gelir geleceğe akar; başlangıcı ve sonu yoktur.
Düşünce ve bilim dünyası, A.Einstein zamanın göreceli olduğunu, evrenle iç içe halde (uzay-zaman) boyutunu oluşturduğunu kanıtlayıncaya kadar, bu genel kabule göre hareket ettiler. Hatta materyalistler daha da ileri gittiler; kendi görüşlerinin “bilimsel” diğer görüşlerin de safsata olduğunu iddia ettiler.
* * *
İdealist düşünce materyalist kabullerin tam tersini söyler:
Her şeyi yaratan Yüce ve Tek Bir Kudret vardır, o da Allah’tır; Tanrı dışındaki her şey yaratıılmıştır sonludur derler.Materyalistler insanı, rastlantıların ortaya çıkardığı bir canlı olarak görürler. Yaratılışcılar ise insanı; Allah’ın yarattığı akıl sahibi, sorumlu ve bir seçkin varlık kabul ederler.
* * *
Peki, bu tartışma bitti mi, kadîm soruların cevapları alınabildi mi?
Çağdaş bilim, “ Evren nasıl ve ne zaman ortaya çıktı? “ sorusunu yanıtladı:
Big Bang kuramının doğrulanması; maddenin ( dolayısıyla evrenin) ezelî olmayıp sonradan ortaya çıktığını ( yani yaratıldığını ) inkâr kaldırmaz kanıtlarla ortaya koydu.
Zaman ve mekânın birlikte başladıkları, sonlarının da birlikte geleceği artık biliniyor.
Böylece matreyalist düşünce akımının madde ve zaman boyutu hakkındaki iddiaları çöktü.
* * *
Peki bu sonuç, “ Bir yaratıcı Tanrı var mı? “ tartışmasını bitirmiş mi oluyor?
Büyük ölçüde evet…Ancak bazı kuramsal fizikçiler, maddenin kendiliğinden var ve ezelî olduğu inancından kopabilmiş değiller; “ Paralel evrenler “ fikrini tartışmaya açtılar.
Evrenimize paralel başka evrenler olabileceğini öne sürüyorlar. Maddenin, başka bir boyuttan ( bir başka evrenden ya da karadelikten) püskürerek evrenimizi meydana getirmiş olabileceğini düşünüyorlar.
Bu bir fikir…Olabilir de olmayabilir de.
Ancak bilimsel bulguların kanıtlarıyla ortaya koyduğu güncel gerçek şudur:
Evren ( yani zaman ve mekân ), yaklaşık 13,7 milyar yıl önce boşlukta bir noktacık halinde belirdi; genişleyerek yoluna devam ediyor. Çağdaş bilim, “ Başlangıçtan önce ne vardı? “ ; “ Evreni meydana getiren madde nasıl ortaya çıktı? “ sorularına da halen bir açıklama getirebilmiş değil; sadece Ol’ du diyor, o kadar. Kutsal beyanlar da zaten aynısını söylüyor… Şimdi evrenin yaratılışı öyküsünü Kur’an ayetleri nasıl anlatıyor birlikte görelim:
*( Açıklayıcı Bilgi: Aşağıda yeralacak ayetlerin altındaki koyu renkle yazılmış açıklamalar, çağdaş bilimin verilerinden yola çıkılarak yapılmıştır.F.A)
“ Ayetlerin Dilinden Kainatın Yaratılışı “
Kur’an - Bakara Suresi 117. ayet:
" O (Allah) bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ‘ OL ‘ der, o da hemen oluverir. "
*Cenabı Hakk, ‘ OL! ’ diye düşününce / buyurunca evreni doğuracak kozmik tohum hiçlikte beliriyor...
Fussilet Suresi 11. Ayet:
“ Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: ‘ İsteyerek veya istemeyerek gelin! Dedi. İkisi de ‘İsteyerek geldik’ dediler. “
*Bir noktacık halinde yoklukta beliren evren, başlangıçta, yekpare bir gaz bulutu / duman halindedir.
Zariyat Suresi 47. Ayet:
“ Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz. “
*Başlangıçta kozmik tohumun içinde müthiş bir sıcaklık vardır...Ve akıl almaz bir devinim hüküm sürmektedir. Kozmik bir çorba halindeki atom altı parçıcıklar çılgın bir hızla birbirlerine çarpmakta, birleşerek-ayrılarak atomları molekülleri evreni meydana getirecek olan maddeyi oluşturmaktadır. Ve duman/ gaz bulutu halindeki evren her geçen an genişlemektedir.
Kur’an Enbiya Suresi 30. Ayet:
“İnkâr edenler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi.
Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. “
* Yekpare duman/gaz halindeki evren genişliyor...Birleşen atomlar gök cisimlerini; gezegenleri, yıldızları, galaksileri oluşturmaya başlıyor... gök adaları, yıldız sistemleri ayrışıyor ve her canlı şey sudan yaratılıyor...)
A’raf Suresi 54. Ayet:
“ Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde/ evrede yaratan, sonra tahtına kurulup gündüzü, onu durmadan kovalayan gece ile örten; güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna baş eğdiren Allah’tır. İyi bilin, yaratma ve buyruk O’na aittir.
Alemlerin Rabbi Allah yücedir. “
Değerli okurlarım, zaman ve mekân birlikte var edilip birlikte başlamıştır.
Çünkü evrenin ve zamanın yaratılarak doğumu olan Big Bang/ Büyük Patlama anı’ndan önce ne zaman vardı ne de mekân.
Muhteşem ve Yüce Bir Kudret onları ortaya çıkardı.
Varlıklar âlemi sahnesi (kainat/evren) işte böyle oluştu.
Peki ya insan?..
Onun kainat sahnesindeki var oluş sırrı ve üstlendiği kozmik rol nedir?
Değerli okurlarım,
“ Yaratılış ve İnsanı Gizemi “ konulu yazı dizimizde bu sorunun cevaplarını arayacağız. “ Yazı dizimiz” diyorum çünkü, tek yazıda anlatılması zor bir konuya giriyoruz.
Dünya sahnesinde rol alıp doğa güçlerine egemen kılınan insanın heyecan verici öyküsünü, çağdaş bilimin bulguları ve * Vahy Kitabı’nın ( Kutsal Kitap ve Kur’an’ın ) bildirdiklerine başvurarak anlatacağız. Şimdi önceliği yaratılış konusuna verelim yaratılış nedir onu anlamaya çalışalım.
(*Vahy Kitabı, Kur’an’ı Kerim’dir. Kutsal Kitap, Tevrat-Zebur ve İncil’in oluşturduğu tebligattır. Kur’an, değişik zamanlarda insanlara bölümler halinde peygamberler aracılığıyla tebliğ edilen İlahi Vahy’in son ve mükemmel halidir.)
Yaratılış sırrı
Yaratıcı ve yaratma kudreti öyle bir sırdır ki;
Hem gözler önündedir hem gözden saklı;
Hem somuttur hem soyut...
Somuttur çünkü oluş yaratış süreci gözler önünde cereyan eder:
Her gün bir çiçek açar yaşama merhaba der...Ve yine her gün bir yaprak sararır düşer bir çiçek ve ağaç kurur yaşama veda eder.
Yaşam, her ortamda, bir doğum-ölüm-doğum süreci halinde akar.
Yaratıcı ve yaratma kudreti aynı zamanda da soyuttur:
Yaşam döngüsünü canlı ve sürekli kılan O Muhteşem Kudret’i, o hayat veren ve alan enerjiyi gözle göremeyiz. Bu durum, “ O hem gözler önündedir hem gizli “ sırrının paradoksudur.
Ama aslında O ‘nu her an hissederiz; öz benliğimizde titreşen İlahî Nur’dur/Nefhadır O...
* * *
Tanrı’yı görmek istiyorsanız, doğayı gözleyin tasarımda arayın O’nu; kolayca bulursunuz...
Yaratıcı kudretin yanısımalarını; kendiliğindenmiş gibi işleyen, maddeden ruha, her şeyi içten dışa-dıştan içe kuşatıp yöneten kozmik bilinçte görürüz.
Bir de ararsak eğer, gönüllerimizin içinde buluruz O’nu...
Yalnızlıktan bunaldığımızda...Zorbalık karşısında korku ile büzüldüğümüzde....Zor zamanlarımızda sığındığımız korunaktır, kalplerimize dolan güven duygusudur O...
Umutlarımızın tükendiği anda gönlümüze akar...
Bir nurlu sevgi halesi gibi kalplerimizde belirir...
İnsanın insana zûlmünün haksız darbeleri altında şaşmaz adaletine sığındığımız Yüce Yargıç’tır O...
Albert Einstein ve Tanrı
Değerli okurlarım, bakınız…
Yaptığı tespitlerle bilim dünyasında devrim yaratan…
Yüzlerce yıl sürmüş kabulleri yıkan…Zaman ve evrenin mahiyeti hakkında insanlık alemine muhteşem bilgiler sunan Albert Einstein,Yaratıcı Kudrete dair ne söylemiş:
“ Bize akıl ermez gelen, gerçekte var. Doğanın sırlarının ardında, anlaşılmaz, soyut ve açıklanamaz bir şey duruyor. Anlayabileceğimiz her şeyin ötesindeki bu güce hürmet etmek benim dinimdir...”
Albert Einstein’in sözünden yola çıkarak konuya girersek;
Doğanın sırlarının ardında, anlaşılmaz, soyut ve açıklanamaz bir şey, yani; Tanrısal Kudret duruyor…
O’dur O, hiçlikten, hiç bir şeyden her şeyi yarıp çıkartan.
Mutlak boşluktan çıkan varlık
Tanrı, HİÇ’ten bir şeyi yarıp çıkarandır.
İlahî Vahy böyle söylüyor. ( Kur’an, Fatır suresi)
Fizik biliminin bulguları da aynısını ortaya koyuyor, vahyi doğruluyor.
Şimdi maddenin nasıl oluştuğuna dair çağdaş bilimin neler anlattığına bakalım:
Evrenin Kısa Tarihi adlı eserde Joseph Silk, “ Big Bang anında mutlak boşlukta sanal atom altı parçacık çiftlerinin ( madde ve anti madde çiftlerinin) belirdiğini, belirdikleri anda da yok olduklarını; çiftlerin birbirlerini yokederken boşluktan ödünç aldıkları enerji ile bazı atom altı parçacıkların gerçek parçacıklar haline dönüşerek maddenin oluşmaya başladığını “ anlatıyor.
* * *
Değerli okurlarım burada duralım birlikte düşünelim...
Yukardaki süreci bize fizik bilimi bildiriyor:
Mutlak boşlukta, yani içinde madde ve enerjinin olmadığı hiçlikte, sanal, yani; aslında yok da...varmış gibi düşünülen atom altı parçacıklar beliriyorlar...Söz konusu zerreler, boşluktaki (aslında olmayan ama) potansiyel olarak mevcut olduğu varsayılan enerjiden ödünç alıyorlar...İşte Big Bang’le birlikte bu şekilde gelişerek başlayan süreç maddeyi oluşturuyor.
Sözü ne diye dolaştırıyorlar doğrusu anlamak zor!
Anlatılan süreç, yaratma eyleminin, bilimin gözleri önünde cereyan edişidir:
Atom altı parçacıkları bir görünmez kudret yoktan var ediyor; olan budur!
”Allah yaratıyor ” De... Kurtul!
Değerli okurlarım, adı Büyük Patlama konulan evrenin ve zamanın başlangıç anı; Allah’ın yaratma kudretinin tecelli etmesi ile, madde ve canlılar aleminin yaratılışı/oluşu sürecinin başladığı an’dır.
Big-bang kuramının kanıtlanmasıyla insanlığın önüne serilen bilgiler, Kutsal Kitap ve Yüce Kur’an’ın binlerce yıl önce haber verdiklerinin günümüz biliminin bulgularıyla doğrulanmasından ibarettir.
Yaşamın Kökeni
Evren böyle doğdu...
Peki Dünya’da yaşam nasıl ortaya çıktı? Bu soruya verilen kesin bir cevap henüz ortada yok.
Peki elde ne var? Varsayımlar, iddialar var.
Şimdi onları konuşalım:
Değerli okurlarım, * “ Yaşayan, hisseden, düşünen yaratıkların inorganik maddeden nasıl ortaya çıktığı sorunu kadar muazzam önem taşıyan başka bir konu yoktur. Bu bilmece eski zamanlardan beri insan aklını meşgul etmiş ve bu soruya çeşitli tarzlarda yanıtlar verilmiştir. En geniş anlamda (öne sürülen) üç (varsayımsal) eğilim aşağıdaki gibidir:
1. İnsanlar da dahil tüm yaşamı Tanrı yarattı.
2. Yaşam inorganik maddeden kendiliğinden oluşumla ortaya çıktı.
( Bu fikri ilk seslendiren Aristoteles’dir. Kendiliğinden oluşum, antik Mısır, Çin, Hindistan ve Babil’den gelme bir görüştür. Antik Yunan yazmalarında da bu düşünce mevcuttur. Kendiliğinden oluşumu doğaüstü bir nitelikle bezeyen, ardından da ortaçağ bilim kültürünün temelini belirleyen ve insanların zihinlerine yüzyıllarca hükmeden, Platon’un idealist görüşüydü…St. Augustine kendiliğinden oluşumda, tanrısal iradenin bir dışavurumunu gördü; hareketsiz maddenin “ yaratıcı ruh ” tarafından canlandırılması… Bu görüş daha sonraları Thomas Aquinas tarafından Katolik kilisenin öğretilerine göre geliştirildi. “
3. Yaşam dünyaya çarpan bir göktaşıyla dış uzaydan geldi ve sonra da gelişti.
( Fred Hoyle ve bazı bilim adamları bu varsayımı sahiplenip seslendirdiler. Kolayca çürütüldü. Çünkü göktaşlarının atmosfere girişi sırasında maruz kaldıkları müthiş ısıdan doğan yakıp-yokedici etkinin hiç bir zerreyi canlı bırakmayacağı gerçeği çabucak görüldü.)
Günümüz bilimi ne söylüyor?
Materyalist düşünce, yaratıcının “ madde ve tesadüfler “ olduğunda ısrarlı:
Nobel ödüllü kimyacı Harold Urey ve öğrencisi Stanley Miller tarafından 1953’te öne sürülen standart teoriye göre yaşam, metan, amonyak ve diğer kimyasallardan oluşan ilk atmosferde, yıldırımlar tarafından uyarılarak kendiliğinden ortaya çıkmış...
( Bu varsayıma göre) Daha sonraki kimyasal reaksiyonlar, basit yaşam bileşiklerinin, sonunda DNA ikili sarmalını ya da tek iplikli RNA’yı ( ki her ikisi de çoğalma gücüne sahiptirler) doğuran gittikçe artan karmaşıklıkta moleküllere gelişmesini sağlıyordu.
Ne var ki bu teoriyi öne sürenler kendi teorilerine kendileri itiraz ediyorlar. “ Yaratılışçıların dikkat çekmeyi çok sevdiği gibi…”
Diyerek söz giriyor noktayı şöyle koyuyorlar: “ Bu oluşumun tesadüfen gelişme olasılığı çok azdır. Yaşamın temel yapıları ve genel olarak genetik etkinlik inanılmaz ölçüde karmaşık ve sofistike moleküllere –DNA ve RNA– dayanır. Tek bir protein molekülünü oluşturmak için birkaç yüz aminoasit yapıtaşının düzgün bir sırada birleşmesi gerekir. En son donanımlara sahip bir laboratuvarda bile altından kalkılması çok zor bir iştir bu…”
Ama teoriden yine de vaz geçilmiyor:
Staurt Kauffman, karmaşıklık ve genetik üzerine yürüttüğü çalışmasında, fizik ve kimya yasalarının doğal işleyişi sayesinde moleküler kaostan düzenin kendiliğinden çıkmasının bir sonucu olarak bir tür yaşamın doğmasının mümkün olduğunu, öne sürüyor.
( İyi de…Fizik kimya yasalarını koyup işleten irade kime ait?
Sözü edilen yasalar kendiliklerinden mi oluştular!?
Bu “ kendiliğindenlik ” nereye kadar geçerli? Her şey nasıl başladı? Bu soruların yanıtları ortada yok.)
* * *
Peki ‘bildiğimiz anlamda yaşamın ortaya çıkması için daha neler gerekiyor?
Kaostan çıkan düzen, gelişen bir sistem olarak dışa vuracak...İlk canlı hücre oluşumunun başlangıcı aşamasında oksijen katiyen ortada görünmeyecek!
Niçin, çünkü oksijen oluşması muhtemel canlı hücreleri parçalıyor, yaşamın oluşmasını önlüyor. Güneş’ten gelen mor ötesi ışınlar, başlangıçta, ilk canlı hücrenin oluşması için yararlı olacak. Daha sonrasında ise, mor ötesi ışınlardan sakınılacak. Çünkü canlı hücreye (ortaya çıktıktan sonra) zarar verebilir. Bunlar da yetmez…Başlangıçtaki oluşum sırasında güneşten enerji ödünç alınıp nasıl olduğu bilinemeyen bir şekilde korunacak ki canlı hücre kullanabilsin. Sonra?..
Değerli okurlarım sözü uzatmayalım.
Bu teori Dünya’daki yaşamın kökenini açıklamaya çalışıyor ama; yaşamı oluşturan şuuru ve hayatın gayesini açıklayamıyor.
Ne yapıyor?
Dünyanın 4 milyar küsûrluk ( Dünya’nın yaşı 4,6 milyardır) yaşını oluşturan sürenin arkasına sığınıyor, onu gerekçe yapıyor; tesadüflerin, bu uzun süre içinde bilinçli yaşamı oluşturmuş olabileceğinin ihtimal dahilinde olduğunu, iddia ediyor:
Bu iddiaya göre tek bir canlı hücre oluşmuş, ondan da günümüzde gördüğümüz bitki, hayvan ve insan yaşam formları çeşitlenerek ortaya çıkmış. Sonuç olarak bu, henüz kanıtlanmamış bir teoridir; o kadar…
* * *
Varsayalım ki böyle bir süreç gerçekten gelişti.
Dünya’daki canlı yaşam, inorganik maddeden yani cansızdan ortaya çıktı.
Bu teoriyi öne sürenler, “ fizik ve kimya yasalarının doğal işleyişi sayesinde, moleküler kaostan düzenin kendiliğinden çıkmasının bir sonucu olarak, bir tür yaşamın doğması mümkündür “ tezinden hareket ediyorlar.
Soralım: “ Kaostan düzenin kendi işleyişiyle çıkmasını tasarlayıp yasa haline getiren kudret nedir, kimdir? “ Alacağımız cevap aslında belli: “ Bu işler kendiliğinden oluyor, kendiliğinden! “
Sünnetullah
Değerli okurlarım, fizik ve kimya yasaları, kütle çekimi, elekromanyetik ve nükleer kuvvetler…Tüm bunlar, şaşmadan-değişmeden işleyerek kainattaki gelişmeleri mümkün kılan yasalardır.
Bu yasaların işleyişi sonucunda hayatın oluşması rastlantı ile izah edilemez.
Çünkü söz konusu yasalardır kainatı dengede tutan. Böylesine muhteşem bir plânın ve böylesine görkemli bir yapının tesadüflerin sonucunda ortaya çıkabilmesi hiç mümkün olabilir mi!?
Kur’an bize kainattaki ( zerreler ve küreler alemindeki ) düzenin hangi esasa göre işlediğini Sünnetullah kavramı ile haber veriyor. Cenabı Allah Kur’an’da bildiriyor ki: “Sünnetullahımda (yol ve yöntemimde / kainatın işleyişine koyduğum yasalarda) şaşma değişme bulamazsın.” ( Fatır, 43; İsra, 77)
Sonuç:
Dünya Gezegeni üzerindeki yaşam, evrenin düzeni için olduğu gibi; İlahi Takdir tarafından belirlenmiş bir plân dahilinde işleyen süreçlerin sonucudur.
* * *
Değerli okurlarım, “Yaratılış ve İnsan Gizemi “ başlığı altında derlediğimiz yazı dizisi Altın Şehir Adana Dergisi sayfalarında devam edecek. Bu yazımız, “ BİG BANG, YARATILIŞ VE İNSAN GİZEMİ “ konusundaki ilk bölümdü. Devam edecek yazılarda; Dünya’da yaşamın nasıl ortaya çıktığını, insanın Dünya sahnesinde nasıl ve ne zaman görüldüğünü, Hz. Mevlana’nın insan hakkındaki düşüncelerini ve seslenişlerini paylaşacağız.
İnşallah diğer yazılarımızda buluşuruz! Sevgi, mutluluk ve sağlıkla kalınız.
Yararlanılan Kaynaklar:
- Joseph Silk, Evrenin Kısa Tarihi
- Albert Einstein, İnternet-Wikipedi
- lan Woods - Ted Grant Aklın İsyanı makalesi
- Doç.Dr. Ömer Özsoy- Doç.Dr. İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an
- Prof.Dr.S.Ateş, Kur’an Ansiklopedisi
- Y.Nuri Öztürk, Mevlâna Celâdettin Rûmi ve İnsan
Fevzi Acevit
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları