Bir Yıl Sonra Gezi Olaylarına Bakış

Gezi olayları veya ayaklanması o zamana kadar öngörülebilir olmayan, aklımıza gelmeyen hatta ihtimal dahilinde bulunmayan bir olaydı. Ancak gerçekleştikten sonra bütün öngörülerimizi, tüm siyasal analizleri alt üst eden, bundan sonra olacakları kestiremeyeceğimiz ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının da bir göstergesiydi. Gezi aslında bir toplumsal muhalefet hareketinin yada herhangi bir siyasal mücadelenin de mantıksal sonucunun ya da evrimsel gelişiminin de bir sonucu değildi. Hele hiçbir siyasal bileşeninin birbiriyle örtüşmediği örgütlü bir mücadele olmamasıyla da belki de dünyanın tek örneğiydi. Gerçekten gezi bu siyasal olmayan ruhun ortasına herkesin kendi ihtiyacına göre davranabileceği veya mücadele edebileceği bir alana dönüştü.


Çünkü Türkiye uzun zamandır oldukça kırılgan ve belirsiz bir coğrafyada – ki bu coğrafyanın yine bizimkilerin başarısız politikaları sonucunda yaratıldığı söylenebilir- ancak sermaye çevreleri tarafından söylenen bir istikrar adası gibi görünüyordu. Bizde cılız olarak çıkan muhalefet sesimizle biraz karşı koymaya çalışıyorduk ama sanki efsunlanmış gibi kronik bir yılgınlık hali de yaşıyorduk. Çünkü her muhalefet ettiğimiz alan yavaş yavaş elimizden alınıyor, bizler de örgütümüze, üyelerimize herhangi bir şeyi lehimize çevirememenin biraz da utancını yaşıyorduk. Oysa ki ABD’de Avrupa’da kapitalizmin krizi yaşanmaya başlamıştı. Ama biz de başta ekonomi olmak üzere her şey güllük gülistanlık gösteriliyordu. Oysa ki sermaye ve emek gücünün bir noktada çatışması kaçınılmazdı. Dini siyaseti de yanına alarak giderek artan burjuva siyasetinin hem ekonomik anlamda hem de tarikat veya cemaat çekişmesi altında dengesiz bir hal alacağı dönem yakınlaşmıştı. Çünkü dışarı da ve içeride her şeye muktedir olduğunu zanneden ama giderek yalnızlaşan bir iktidar vardı. Yalnızlaşma burada önemliydi, çünkü bu artık yolun sonuna gelindiğinin de bir göstergesiydi. Çünkü her iktidar yalnızlaşmaya başladığı zaman bir süre sonra iktidarını kaybetmiştir. Burada ki yalnızlık iktidar tarafından ön görülemez. Çünkü artık onlar her şeyi bilme, her şeyi yapma, har şeyi yaratma gücüne sahiptirler. Artık otoriterleştiklerinden kendilerinden başkasını göremezler. Bunun adı ise literatürde iktidar sarhoşluğudur. Durum böyle iken biz de başka bir sarhoşluk vardı. Bizde maddi güçler dengesi değilse de moral güç dengesi sola dönerken biz hala geçmiş on yıllar gibi kalıpları içinde düşünmeyi sürdürüyorduk. Muktedirlerin dünyalar ölçeğinde kadir-i mutlak olduklarını varsayıyor, egemenlerin güçleri karşısında kendimizi dilsiz, ve çaresiz hissediyorduk. Kürt sorunu ise barış süreci içinde şimdilik kendi mecrasında ilerliyordu.
İşte böyle bir ortamda tam üzerimize ölü toprağı serpilmişken Gezi direnişi bizim bir anda müştereklerimizi, ortak alanlarımızı, ortak sorunlarımızı, otoritenin giderek artan her şeyimize karışan baskıcı tutumunu, kendi dinsel ve ahlaki yapısını bizlere dayatan anlayışına karşı silkinmenin son otuz yıllık üzerimize bulaşmış olan tozu toprağı silkelemenin zamanı oldu. Gezi kentsel dönüşüme, müştereklerimizin metalaştırılmasına, neoliberal kapitalizmin temellerine, tüketim çağına itirazın ve direnişin kitlesel bir kalkışmayı tetikleyişin hikayesi oldu.


Türkiye’yi bölgesel potansiyel güç olarak Ortadoğu’nun hamisi ve abisi pozisyonuna getirme hayali yapılan hatalarla sıfır komşu pozisyonuna düşürdü. Önceleri sadece içerideki muhalefete söylenen agresif, tehditkar ve şiddete dayanan dil bu sefer Avrupa’ya, Amerika’ya, İsraile de yöneldi. Cemaatler arası çatışma veya iktidar cemaat çatışması karşılıklı suçlamalarla gazetelerin dedikodu sayfalarına kadar düştü. AKP’nin geçmiş yıllarda inşa etmiş olduğu o güçlü, o sarsılmaz, o kadir-i mutlak görünen hegamonik bloktaki çatlaklar giderek arttı ve artık herkes tarafından görünür hale geldi. Tüm bunların böyle görünür hale gelmesine ise aşağıdan ve spontan olarak gelişen kitle hareketi oldu.

Bu süreç sonunda ne oldu? AKP iktidarı ciddi anlamda sarsıldı. Bunu baskıcı tutumuyla hissettirmemeye çalıştı. Bu esnada yolsuzluklar, hırsızlıklar gibi nedenlerle eski ortağı tarafından iktidarı sallandırılmaya çalışılsa da seçimlerde bırakın oyunu azaltmayı iktidarını sağlamlaştırarak çıktı. Bu durum otoriterleşmesini, hoyratlaşmasını, faşizan tutumunu arttırdı.


Gezi olaylarına genel olarak bakarsak içinde her ne kadar heterojen bir toplumsal muhalefeti temsil etse de açıkça neoliberalizm karşıtı bir içeriğe ve antikapitalist bir yönelime sahipti. Bizim de bu içeriğe bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sahip çıkmamız ve her seferinde vurgulamamız lazım. Otoriterizme yönelik olan bu tepkiyi siyasetin günlük veya anlık tepkisel davranışlarından ziyade sosyal ve siyasal alanda zenginleştirmek ve içeriklendirmek gereklidir.
Bir yıllık geçmiş sürece baktığımız zaman bizim için önemli olan Gezinin yaratmış olduğu toplumsal muhalefet sinerjisiydi. Artık gelecekte şundan eminiz ki Gezi eylemleri bize yarın ki toplumsal mücadeleler açısından bize bir kaynak yarattı. Gezi moral güç dengesi açısından. iktidarda ve bizde kırılmaya neden oldu. Ezilenler, alttakiler açısından kollektif örgütlenme ve eylem kapasitesi yaratırken karşı tarafta daha baskıcı ve korkak daha otoriter bir iktidar yarattı. Yarınların toplumsal muhalefeti artık daha zengin bir bilgi ve deneyime sahip olacak, daha özgüvenli, daha mücadeleci ve daha kitlesel olacak. Muktedirleri korkutan da işte bu nokta yani artık isyanın altındakilerde hiç değilse bir ölçüde muktedir yani bir şeyler yapabilir olduklarını hissettiler. Artık hiçbirimiz eski biz değiliz.


İki ay süren gösterilerde TTB verilerine göre polisin iktidarın emriyle uyguladığı faşist baskı ve şiddet sonucu 7 kişi öldü, on iki kişi gözünü kaybetti, 70’e yakın ağır yaralı ile birlikte 7500 kişi yaralandı. Yüzlerce kişi tutuklandı. Tüm bu şiddete karşı her gösteride binlerce kişi toplamda ise 5 milyona yakın insan sadece bedenlerini ve beyinleriyle karşı koydu. İşte tüm bu nedenlerden dolayı Gezi direnişi aslında tüm dünyada ilgi ile izlenen Türkiye’de ise insani ve ahlaki bakımdan bir şehir direnişi oldu.

 




Sayı 20 (Mayıs - Haziran 2014)

Bu yazı 3604 defa okundu.