ÇARŞI VE TARAFTARLIK

FUTBOL, TARAFTARLAR, TRİBÜNLER, TAKSİM GEZİ OLAYLARI, ÇARŞI, VS, VS:

 

Berlinli filozof Gunter Gebauer, futbolun bilimsel kültüre karşı sessiz bir protesto olduğunu söylüyor. Bu görüşü kabul eden Sloterdijk’in bu konuda bir de ilginç sorusu var: Rönesans’ı 15. yy’dan 19.yy’a kadar niçin hep antik edebiyatın ve sanatın geri dönüşü olarak yaşadık? Oysa antik dönemde de büyüleyici bir kitle kültürü vardı. Fakat ne var ki uzun bir süre, sanatçılar, filozoflar ve bilim adamları dışında en fazla hayran toplayan antik figürü, yani atleti yeniden sahne çağırmak kolay olmamıştı ve henüz yüz yıl önce aldı sahnedeki yerini.

Kim bilir belki de bu enerjilerle oynamanın tehlikeli olabileceğini düşünmüştü insanlar. Halkın arenalarda toplanmasına izin verilmesi, politik motivasyonu uyandırabilirdi.

Ancak bu tür sportif toplantıların devrime dönüşmedikleri anlaşıldıktan sonra, antik dönemdeki dövüş alanlarını hatırlatan yapılar her yerde kurulmaya başlandı. Modern stadyumlara bakınca, eski Yunan’daki arenaları görmemek imkânsız gibi. Bununla birlikte özel tribünlü, bekleme salonlu, alışveriş merkezli vb. çağdaş arenalarda, sponsorlar ve “çok önemli kişiler” klasik futbol hayranlarının önüne çıkıyorlar.

 

ar3Her oyun seyredildiğinde hayata dönüşür. Seyretmek ise bir nevi yola çıkmak, yolculuk etmektir. Futbolun seyirciyi çıkardığı yolculuk, diğer yolculuklardan hareketsizliği ile ayrılır. Ancak bu hareketsizlik eylem içindeki hareketsizliktir. Bir başkası olmak için kendinden çıkma halidir. Seyreden sanki bir rüyada gibidir. Sahada koşan oyuncuların yerine kendisini koyduğu, topu dışları atan oyuncunun yerine kendisi olsaydı golü attığı gerçekte duruyorken koştuğunu hissettiği bir rüyadadır. Oyuncular kadar seyircilerde oyunun asli bileşenidirler. O yüzden tribünlerde ki on binlerce kişi aynı zamanda futbolcu aynı zamanda teknik adamdır. Topa şut çeker, kafa vururlar veya topun kale çizgisinde nasıl tutulacağını hesaplarlar.

 

Maç başladığı zaman her oyun bir ikili yapılar halinde kurulur. Bu ikili yapıyı bazen oyuncu-seyirci, bazen oyuncu-hakem, bazen taraftar-hakem oluşturur. Her seyirci sadece kendi takımını izlemez aynı zamanda hakem ve karşı takımı izlemek durumundadır. Eğer seyirci sadece kendi takımına odaklanmış olsaydı oyunu bu kadar keyifle izleyemeyecekti. Seyirci bu ikili yapılar sayesinde oyunla bütünleşir. Bir takımın diğer takıma çok üstün olduğu durumlarda seyirci sadece kendi takımını izleyeceği için sıkılır. Oyuncularla seyircilerin bir ve aynı olma hali, benliğin uzayıp, genişleyip bütünleşmesi demektir. Seyirci sahanın bütünlüğüne sahip bir görüş açısında olduğundan sanki sahanın içindeymiş gibi bir hisse kapılarak pozisyon sahibi olur. Bazen topa doğru koşan ve topa vuran kendisidir. Taraftar, “Bugün benim takımım oynuyor” demez. Çoğunlukla “Biz oynuyoruz” der. Taraftarsız bir maçın, müziksiz dans etmeye benzeyeceğini bilirler.

 

Futbol seyircisi, bedeni tribünde oturan ancak ruhu sahada diğer oyuncularla birlikte top koşturan, “on ikinci adam”dır. Bu ruhsal geçişlilik süreci bir tribünde bir sahanın içinde sürekli devinim halindedir. Oyunu hem seyreder hem de oynarlar. Bazen ise seyirci bir ruhsal kırılma anı yaşar. İşte o zaman hem bedensel hem de ruhsal olarak sahadadır. Seyirci o esnada çözülmüştür. Ve oyuna dahil olmuştur. Bilinçdışı dürtüleri zayıf olan taraftarın ego duvarı yıkılmış ve aradaki çatlaklardan saldırgan dürtüleri sızarak açığa çıkmıştır. Aslında egosunun sahanın içindeki bölümü hatayı öngörmüş, ama eylemi kendi egosunun bir parçası denetleyemediği parçası olan oyuncu gerçekleştirdiğinden hataya engel olamamıştır.

 

Taraftar maç boyunca en çok kendi takım oyuncularına kızar, bağırır, küfür eder. Olağan koşullarda aklına ve ağzına gelmeyen sözcükler o esnada ağzından dökülür. Binlerce inananla birlikte, en iyi takımın kendilerinin takımı olduğuna, tüm hakemlerin satılmış ve “..ne”” olduğuna ve tüm rakiplerinin şikeci olduğuna inanırlar. Nadir de olsa bunlar arasında kadınlarında görülmesi şaşırtıcı değildir. Taraftarın maç esnasında ki ruh hali ile tribün dışındaki ruh hali çoğu zaman birbiriyle hiç örtüşmez. Maç esnasında insanın içindeki canavarın dışarı çıkması “bu kişi sanki başka bir oluyor” denmesi bundandır. Gerçek taraftar, maç boyunca kendi olmaktan çıkıp bir delilik haline büründüğü ve maçın bitiş düdüğü ile birlikte tekrar eski haline dönendir.

 

Taraftar için stadyum bir tapınak, maç günü ise kutsal bir gündür. Bu günde rutin olan her şey unutulur. Gerçek olan tek şey kutsal olan bu mekanda tapınmaktır. Taraftar burada özgürdür. İstediği gibi bağırır çağırır, yumruklarını sıkar, küfreder, yanında “gol” diye bağıran hiç tanımadığı birine sarılır, bağırmaktan sesi kesilir, bazen ağlar. Bu ibadet şekli tüm taraftarların ortak olarak yaptıkları bir ritüeldir.

 

Maç bittiğinde taraftarlar tribünden ayrılmazlar. Ya “Canlarına okuduk, mahvettik onları”, “Süper oynadık” diyerek zaferlerini kutlarlar. Veya “Perişan ettiler bizi”, “Bu kez de yenemedik”, “Çok kötü oynadık” gibi ifadelerle üzüntülerini ifade ederler. Artık güneş batmıştır, eve dönme zamanı gelmiştir. Taraftarlar gibi sesler ve ışıklar da yavaş yavaş kaybolur. Taraftarlar gibi stadyumda kendi sessizliğine bürünmüştür. “Biz” olan taraftarlar artık “Ben” olmuştur.

 

Maçların bitmesi her şeyin bittiği anlamına gelmez. Milyonlarca taraftar hafta sonu olup bitenleri, en heyecanlı yorumları, dedikoduları kışkırtıcı yazarların kaleminden öğrenmek için gazetelerin arka sayfalarına yönelirler. Bu durum bir hafta sonraki futbol ritüeline kadar devam eder. Bütün gün bu gerilimi yaşadıktan sonra, bu kez de akşamları iple çekerler: Tuttukları veya tutmadıkları yorumcularla televizyonda karşı karşıya geçip doğruları ve yanlışları büyük bir iştahla dinlerler.

 

arFutbol üzerine yazdığım yazılardan stadyum ve taraftar üzerine yazdıklarımı burada bitirecekken Türkiye siyasal hareketinde ayrı bir yere konulacak olan Taksim-Gezi Parkı olayları ve direnişi başladı. Daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi, daha fazla çevre, daha fazla ağaç şiarıyla gençler taksim gezi parkını işgal etti. Bu aynı zamanda insanların yaşam alanlarına her açıdan müdahale edilmesine karşı olan barışçı bir eylemdi. Spontane biçimde gelişen ve birden çok bileşeni olan bu heterojen topluluğun biraz saygı, biraz bizim de sözümüz dinlensin, bizim de söylemek isteyeceklerimiz var gibi demokratik söylemlerle bir araya gelen topluluğa karşı devlet klasik yanıtını antidemokratik olarak her türlü faşizan baskı, tehdit ve şiddetle önlemeye çalıştı. Bu tehdit, saldırı ve şiddete karşı bu heterojen topluluk sanki homojen bir yapıymış gibi her türlü saldırıya günlerce direndi. Bu direnişin en organize olanı ve en dikkat çekeni ise ÇARŞI grubuydu. Çarşının her şeye karşı olduğunu herkes biliyordu. Çünkü yıllardır kullandıkları slogan buydu. Ve diğer taraftar grupları arasında en siyasal olanlarıydı. Örneğin Çarşı yazarken A'yı anarşizmin sembolü olan yuvarlak içindeki A şeklinde yazmaları, genelde milliyetçi ve ülkücülerin egemen olduğu kabul edilen tribünlerde başlı başına farklı bir duruş olarak görünmekteydi. Ama buradaki duruş veya durum gerçekten farklıydı. Gezi parkı direnişine gerçekten ayrı bir hava katmışlardı ve direnişin devam etmesinin en önemli özneleri olmuşlardı. Hepimiz şaşırmıştık. Futbol hani kitlelerin afyonuydu. Oysa bu taraftarlar insanları uykularından uyandırmışlardı. Çünkü ÇARŞI taraftar grubu o gün gezi parkına yapılan saldırıları her hafta yaşıyordu. Mevcut yapı onların bu kadar siyasal olmasından rahatsızdı. Oysa ki amaçları her hafta maçlara gidip takımlarını diğer takım taraftarlarından daha farklı sloganlarla, etkinliklerle coşturmaktı. Her hafta polisle çatışıyorlar, her hafta gaz yiyorlar, her hafta coplanıyorlardı. İçlerinde ki öfke birikmişti. Her zaman toplandıkları yerde artık Başbakanlık Çalışma Ofisi kurulduğu için orada toplanmalarına izin verilmiyordu. O yüzden çatışmaların büyük kısmı orada gelişiyordu. Gezi parkı gibi kaybettikleri yeri geri almak istiyorlardı. Çünkü her hafta buna benzer olaylar yaşadıkları için antremanlıydılar. O yüzden diğer gruplardan daha organizeydiler. Onları artık biber gazı, gaz bombası, plastik mermi etkilemiyordu. Sürekli bildiri yayınlıyorlardı. Ve kalemleri de taraftarlıkları gibi çok keskin ve çok güçlüydü. Onlarda daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla çevre, daha fazla ağaç, daha fazla yeşil istiyorlardı. Belki de İnönü stadyumunun yıkılıp yerine modern ama ruhsuz bir stadyum istemiyorlardı. Tepkilerinin bir kısmı da belki de bunaydı.

 

EK NOT:

WİKİPEDİ’ye göre ÇARŞI’nın daha önce yapmış oldukları eylemler onların bugünkü eylemlerinin de habercisiydi. Çünkü taraftarlığı sadece takımlarının şampiyon olmasıyla eş görmüyorlardı.

 

**Gazetelerde Fatih Terim'in Mehmet Ağar ile birlikte resimleri yayımlanıp imparator diye tanımlandığı sırada Çarşı Grubu, "İmparatorluk değil tam demokrasi" diye pankart açarak tavır sergilemiştir. Ayrıca "Çarşı Alayına karşı" sloganı da söz konusu grubun hem öteki takımlara hem politik kimliklere karşı duruşunu ifade etmektedir. Bülent Ecevit'in ölümü üzerine resmi sitelerine koydukları "Kara Kartal seni unutmayacak Karaoğlan" sloganıyla ilgi çekmiştir.

 

**Dikkat çekici eylemleri arasında Barcelona'nın Kamerunlu siyahi oyuncusu Samuel Eto'o'ya La Liga'da hemen her maçta yapılan ırkçı tezahüratlar nedeniyle "çArşı ırkçılığa karşı -hepimiz Eto'yuz!" pankartları ile destek vermeleri gelmektedir.

 

**Grup, 1995-1997 yıllarında "Forza Beşiktaş" adında hiçbir yayın grubuna bağlı olmadan bir fanzin tarzında haftalık dergi çıkarmıştır. Bu dergi sadece bir spor kulübünün taraftarları tarafından hazırlanıp yayınlanan ilk süreli yayın olmuştur.

 

ar2

**Çarşı grubunun dikkat çeken bir diğer tavrı nükleer enerji santrallerine karşı duruşudur. 2005/2006 sezonunda bazı maçlardan önce açtıkları "Çarşı Nükleer Santrallere Karşı" yazılı pankartlarla dikkat çekmiş ve Sinop'ta düzenlenen Nükleer karşıtıgösterilere katılmışlardır. 2006/2007 sezonunda İnönü Stadyumu'nda oynanan Galatasaray derbisinde ise Greenpeace örgütü ile birlikte "Nükleersiz Türkiye" yazılı bir pankartla gösteri yapmışlardır.

 

**2007 yılında kuruluşunun 25. yılını kutlayan Çarşı, bu sebeple düzenleyeceği etkinliklere Kızılay'a topluca kan bağışında bulunarak başlamıştır. 21 Nisan 2007 günü oynanan lig maçı öncesi Beşiktaş'ta kurulan çadırlarda 250'den fazla kişi kan vermiştir. 25. yılın anısına düzenlenen bir başka sosyal etkinlik ise "Hediyeni kap, Minitürk'e gel" sloganı ile 25 Nisan 2007'de kimsesiz çocuklara oyuncak ve kırtasiye dağıtılan organizasyon olmuştur. Sosyal konularda yaptıkları eylemlerden biri de 2008 yılında Almanya'da neonaziler tarafından kundaklanan Türk ailenin evinin önündeki eylemleri olmuştur.

 

**Grubun dikkat çeken ve ulusal basında yer alan tavırlarından biri de Mart 2008'de oynanan Galatasaray maçı öncesi resmi sitelerinde alkol karşıtı bir slogan yerleştirip, maç günleri alkol alınmaması kararıdır.

 

**Grubun öncülüğünde Beşiktaş taraftarı, 27 Ekim 2011 tarihindeki Beşiktaş-Fenerbahçe maçının bitiminde atkılarını sahaya atarak Van'daki depremzedelere yardımda bulunmuşlardır.

 

**Beşikaş Çarşı Taraftar Grubu, il trafik kodu 65 olan Van için 20 Kasım 2011 tarihindeki Beşiktaş-Galatasaray maçının 65. dakikasında üstlerini çıkararak soğukla mücadele eden depremzedelerin durumuna dikkat çekmiştir.

 

Gezi Parkı Direnişi kapsamında Beşiktaş İnönü Stadı yıkımında kullanılan ekskavatörü kullanarak TOMA'ları geri püskürtmüşlerdir. Ekskavatör'e "POMA, (Polis Olaylarına Müdahale Aracı)" adını vermişlerdi.




Sayı 15 (Temmuz - Ağustos) 2013

Bu yazı 4342 defa okundu.