Çukurova Üniversitesi'nin Kurucusu Mithat Özsan
Yıl 1967... Kırk iki yaşında Ankara Ziraat Fakültesi’nde daha yeni doçent olmuş bir genç adam. Görev gereği İskenderun’dan Ankara’ya dönmektedir. Adana’dan geçerken Çukurova’ya, ovayı sulayan nehirlere ve Toroslar’a bakar, âşık olur... Yanındaki hocasıyla birlikte, Ankara’ya varana kadar Adana’da bir Ziraat Fakültesi kurmaya karar vermişlerdir bile. İşte bu genç doçent Çukurova Üniversitesi’nin kurucusu Mithat Özsan’dır.
1969 yılında 9-10 kişilik bir ekiple Ankara’dan Adana’ya, Ziraat Fakültesi kuracakmış gibi değil müstakbel bir üniversiteyi kuracakmış gibi geldik.
Şimdi 2012... Hocamız hâlâ genç... Artık 40 bin civarında öğrencisi olan, birçok önemli kişinin yetişmesini sağlamış, üniversitesinden emekli olmuş. Ne mutlu ki bizlere birlikte o günleri konuşuyoruz. Ve işte ilk sorumuz;
Altınşehir Adana: Hocam Çukurova’da Ziraat Fakültesi kurmak fikri aklınıza nasıl düştü?
Mithat ÖZSAN: 1967 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden hocam Selahattin ÖZBEK ile bir toplantı için İskenderun’a gitmiştik. Dönüşte Adana’dan geçerken Çukurova 0vası’nın tarımsal değerinden bahsettik. Kendisi aynı zamanda Ankara Ziraat Fakültesi dekanıydı. Adana’da bir ziraat fakültesi kurulmasını konuştuk. Ankara’ya vardığımızda kafamızda tüm soru işaretlerini bitirmiştik. Hocamız çok dirayetliydi. Profesörler kurulunda hemen Adana’ da bir ziraat fakültesinin kurulmasını gündeme getirdi. Kıyamet koptu tabiî ki... Bazı hocalarımız bu fakültenin Elazığ’da kurulmasının daha doğru olacağını söylüyor, bir kısım hoca “İşimiz gücümüz yok mu başka yerde fakülte kuracağız.” diyordu. Ama biz hazırlıklıydık. Adana'da kurulması ağır bastı ve Üniversite Senatosu’nda tasdik edilerek ismen kuruldu.
A.A.: Adana’ya ilk kaç kişilik bir ekiple geldiniz?
M.Ö.: Ankara Ziraat Fakültesi’ne bağlı 9–10 kişilik bir ekiple, 1969 yılında Adana’ ya geldik. Bu kişiler hem yönetim kurulunu temsil etti, hem de üniversitede fakülteyi temsil eden senatörlerimiz oldular. Geldiğimizde hiçbir şeyimiz yoktu. Adana Ziraat Okulu’na yerleştik. Bu süreçte hiçbir zaman sadece Ziraat Fakültesi kuracakmışız gibi değil, müstakbel bir üniversiteyi Adana’ ya kuracakmış gibi düşündük. Adını da o zaman koymuştuk. Ben mesleğim icabı tüm Akdeniz ülkelerini gezdim. Hiç bir Akdeniz ülkesi, bizim Akdeniz bölgemiz gibi değil. 130 kilometre sahil kuşağı, arkasını Toros Dağları’na dayamış, birçok nehri içinde barındıran ovasıyla aşikâr.
Çukurova Üniversitesi’nin yeri gerçekten emsalsiz özellik ve güzelliklerle dolu bir yerdir.
A.A.: Yer arayışındayken bir ara Mersin de gündeme gelmiş herhalde?
M.Ö.: 5-6 farklı yer gündemdeydi. Mersin de bunlardan biriydi ama biz doğruca tamamı tarım arazisi olan şimdiki kampusun yerine karar kıldık. Üniversitenin yeri gerçekten emsalsiz özellik ve güzelliklerle dolu bir yerdir. Seyhan Baraj Gölü’nün doğu yakasında yer almasının sağladığı konum ona ayrı bir görkem kazandırmaktadır. Oya gibi işlenmiş fiyortlar, yüksek rakım bu bölgeyi daha da değerli yapmaktadır. Adana Ziraat Fakültesi’nin kurulduğu tarihteki şehir imar planına göre üniversitenin kuruluş yeri olarak Kurttepe mevkii görülüyordu.
O tarihte, şehir imar planında, üniversitenin kuruluş yeri Kurttepe mevkii görünüyor.
Ziraat Fakültesi’nin kurucu dekanlığını iki dönem başarılı bir şekilde yürüten Prof.Dr. Akif KANSU ve bizler şu anki yeri uygun gördük. Kamulaştırılacak 20.000 dekarlık kampusun sınırları ve parsellerin tespiti zamanın Adana Valisi Lütfi HANCIOĞLU’nun kesin talimatıyla tam bir gizlilik içerisinde yerine getirilmiştir. Zira böyle bir haberin önceden duyulması normal değerin çok daha üstünde anlaşmalı arazi satışlarına sebebiyet verebilirdi. Burada o zamanlar Balcı Ali diye bir köylü bal üretirmiş. İsmi de ondan dolayı Balcı Ali’den kısaltılarak, Balcalı olmuş. Biz köyü boşaltırken isim hoşumuza gittiği için hiç değiştirmedik ve sıklıkla yerleşke içindeki tesislerde bu ismi kullandık.
A.A.: Ziraat Fakültesi’nde İlk açtığınız bölümler hangileriydi hocam?
M.Ö.: Bahçe, Tarla ve Zootekni bölümlerini açtık ve her bölüme 50 öğrenci aldık.
A.A.: Rektör olarak atanmanız ne zaman oldu?
M.Ö.: 1972 yılında Balcalı Kampusu’na yerleşke yaptık.1973 yılında ilk rektör seçildim.
A.A.: İkinci dönem rektörlük seçiminde bazı olaylar olmuş. Bu anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?
M.Ö.: İkinci dönem isteseydim rektörlüğü hiç kimse benden alamazdı. Üniversitelerde seçim olduğunda kıyametler kopar. Tıp fakültesinden aday vardı ve kulis yapmaya başlamışlardı. Mademki dedim; bu kulisi ortaya çıkarttınız Tıp Fakültesinden Prof. Lütfullah AKSUNGUR’U makamıma çağırdım.
“Ben halen rektörüm ve bu üniversiteyi bölmemek, huzuru sağlamak için bir rektör emridir, sen rektör olacaksın” dedim. Ve arkadaşlardan da rica ettim.
“Üniversitenin birliği ve bütünlüğü için önem arz ediyor. Zamanında beni oy birliği ile rektör seçtiniz şimdide Lütfullah a oy vereceksiniz” dedim. Sırada öğretim üyesi olarak biz (ziraat) 11 kişi, tıp fakültesi 13 kişiydi. Buna rağmen acaba ben oyumu verecek miyim diye pusulama işaret koymuşlar. Seçimden sonra bir arkadaş geldi;
-Biz senin mert olduğunu biliyorduk da bu kadar bilmiyorduk, dedi.
-Ben de Siz herkesi kendiniz gibi zannediyorsunuz, dedim.
Lütfullah Bey çok mükemmel bir insandı. Çok iyi bir hekimdi. Özellikle kuruluş aşamasındaki bir üniversitenin rektörünün mesaisi 16 saatten aşağı değildi. Lütfullah Bey hekimliği bırakamadı, çok iyi niyetliydi. Ben rektörken mesleğimi bırakmak zorunda kaldım. Tüm mesaimi bu üniversiteyi nasıl kurarım, akademik ortamı nasıl sağlarım diye kullandım. Bilim adamlarının bilim ve teknoloji üretmelerinin ortamını sağladım. Sonra 1979-1982 yılında ikinci kez, 1982de YÖK kuruldu iki dönemde beşer yıllık toplam on altı yıl rektörlük yaptım. Bir şey eklemek istiyorum. Bu işe gönül vereceksiniz. Çukurova Üniversitesi’ni arkadaşlarımız kurmuşlardır. Hiç bir zaman bu üniversiteyi kurmak bir kişinin marifeti değildir. Asla ben bu üniversiteyi kurdum demedim.
A.A.: Tıp Fakültesinin açılmasındaki süreç nasıl işledi?
M.Ö.: Ankara Üniversitesi’ne bağlı Ziraat Fakültesi Kurulurken Atatürk Üniversitesi’ne bağlı Tıp Fakültesi de kuruldu. O ara Tıp Fakültesi’nin Mersin ‘de açılması gündeme geldi. Biz hükümet nezdinde ağırlığımızı koyduk ;”Açılırsa Adana da açılır .”dedik. O zaman Mersinliler beni topa tuttu. Onların da ilk yerleşkeleri şimdiki Numune Hastanesi öğrencilerin ilk eğitim aldıkları yer Hıfzıssıhha’nın binasıydı.
A.A.: Tıptan sonra hangi bölümleri açtınız?
M.Ö.: Fen-Edebiyat, Mühendislikler daha sonra Akademi olan İşletme ve İktisat bizlere katıldı. İlçelere yayılmamız da şöyle oldu. Milli Eğitim’den devredilen okullar vardı. Maraş ta Ceyhan’da, Hatay’da ve Mersin’de. Onları devir aldık ve buralardaki akademik birimlerimizi kurduk.
Üniversitenin varlığı Adana ya çok şey kazandırmıştır ama Adanalı kuruluşların hiçbir desteğini almadık.
A.A.: Hocam bu anlattığınız tüm süreçte Adana’daki belediyenin ya da diğer kuruluşların hiç desteğini aldınız mı?
M.Ö: Üniversitenin varlığı Adana ya çok şey kazandırmıştır ama Adanalı kuruluşların hiçbir desteğini almadık.
A.A.: Sizin adınız üniversitede amfiye verildi. Bir de bulvara buna yorumunuz nedir.
M.Ö.: Bunu takdir etmişler, yaptılar ama bulvara ismimi koyacaklarını bildirdiklerinde açıklanana kadar bunun gizli kalmasını istedim. Çünkü özellikle üniversiteden arkadaşlar bulvar yakınından arsa alırlar da bu bir getirim sebebi olur diye. Üniversite’nin adı bir dedikoduya karışsın istemedim.
A.A.: Çalışanlarına en çok lojman yapan kişi de sizsiniz. Buna neden ihtiyaç duydunuz?
M.Ö.: Ankara Üniversitesi’nde ilk işe başladığımda çok kötü şartlarda, meyve deposundan bozma bir yerde lojman diye kalıyordum. Çarem yok doktorayı bitireceğim. Ama sonra mutlaka ayrılacağım çünkü yaşanacak bir ortam değil. Maddiyat ta çok iyi değil. O zamanki hocam “Antalya’dan geldiğinde lojmanın hazır. “dedi. Ve ben böylece kariyerime devam edebildim. Bundan dolayı lojman işine çok önem verdim.
Afet İnan ile Atatürk’ün, bebekken çok sevdikleri bu kız çocuğu, zamanla büyücek ve Mithat Özsan’ın gönlünü çalacaktır.
A.A.: Hocam şu ana kadar hep Çukurova Üniversitesi’nden sinden konuştuk.Biraz da sizin özel hayatınızdan konuşmak istiyoruz. Çocukluğunuz, ailenizle ilgili neler dinleyebiliriz sizden?
M.Ö.: 3 Ocak 1925 ‘te Şebinkarahisar ‘da doğmuşum. Evimiz abartmasız belirteyim bir huzur ve mutluluk yuvasıydı. Sekiz kardeşiz. Üçünü ne yazık ki kaybettik. Okumaya istekli bir aileymişiz. Babaannemin babası Hüseyin Hamdi Efendi âlimmiş. Müspet ilimlerde çalışmış. Türkiye’deki ilk mantık kitabını yazmış. Babam çok zeki bir insandı. Onun zekâsına yüz dersek benimki onun yanında anca altmış eder. Ağabeylerimden üçü tıp profesörü.
Bu arada Selanik göçmeni olan bir anne ile babanın çocuğu olarak Atatürk ün Orman Çiftliği’nde bir kız çocuğu doğar. Baba, Orman Çiftliği’nde muhasebe müdürüdür. Hatta daha bebekken kapılarını bir gün yanında Afet İNAN ile ATATÜRK çalar. Ziyaretlerine gelmiştir. O sırada kız çocuğunu da görür ve çok sever ama annenin yüreğini sormayın küt küt atar. Acaba Ülkü gibi Sabiha GÖKÇEN gibi kızını da evlatlık alırsa ATATÜRK. diye. İşte, bu kız çocuğu zamanla büyüyecek ve Mithat ÖZSAN‘ın gönlünü çalacaktır.
A.A.: Hocam altmış yıldır hayatınızı paylaştığınız eşiniz Ergin Hanım’la tanışmanız nasıl oldu?
M.Ö.: İlk memuriyet yerim Rize Çay fabrikası. Ergin’ in babası oranın muhasebe müdürü. Askerlik bitti. Sene 1949.Ergin ortaokul öğrencisi. Güzel mi güzel. İsteyeni çok hele bir doktor var herkesi araya koymuş. İki sene sonra karar verdim babasının karşısına çıktım. Bana “Senden daha iyisine vereceğimi zannetmiyorum.” dedi. Sonra sevgili Ergin de beni tercih etti, 1951’de evlendik.
Bu kez sorularımızı Hoca’mızın sevgili eşleri Ergin Hanım’a yöneltiyoruz;
Kanaatkâr olmazsanız, eşinizin gönül verdiği mesleğine siz de gönül vermezseniz eşinizin başarılı olması mümkün değil.
A.A.: Ergin Hanım siz üniversitenin kuruluş aşamasında uzun süre çocuklarla Ankara ‘da yalnız kaldınız. O dönemin zorlukları nelerdi?
Ergin Özsan.: Çocuklar küçüktü; Özlüyorlardı. Mithat her Adana‘ya gidişinde büyük kızımın ateşi çıkardı. Küçük kızım küserdi. Adana’ya gelmemiz kesinleşince Mithat’a dedim ki.’Bende Romatoid Artrit var, tüm doktorlarım Ankara’da. O da dedi ki “Allah Korusun; sana bir şey olursa mesleğimi terk ederim; sen önemlisin; döneriz geriye.” 1972 yılında Adana ya geldik. Kızlarımız işletme okudular. Şimdi İstanbul’da yaşıyorlar.
Bu arada röportajın belki de en can alıcı sözünü Mithat Bey’in arkasındaki güç Ergin Hanım söyledi:
“Kanaatkâr olmazsanız, eşinizin gönül verdiği mesleğine siz de gönül vermezseniz eşinizin başarılı olması mümkün değil.”
A.A.: Hocam emekli olduktan sonra demek ki siz de bir Adana sevdalısı olmuşsunuz ki buradan ayrılamamışsınız. Emekliliğinizden sonraki süreçte neler yaptınız. Şimdi vakit nasıl geçiyor.
M.Ö.: Adana ‘da hiç akrabamız olmamasına rağmen, bizim tüm dostlarımız Adana’da. Burada hayat daha kolay geçiyor. Gazetelerimi okuyorum. Bulmacalarımı çözüyorum. Her gün arkadaşlarımla briç oynuyorum ve sohbetimi yapıyorum Emekliliğimin üçüncü günü İstanbul‘daki Adanalı dostumuz Talip Aksoy ziyaretimize gelerek Kadir Has Üniversitesinin kurulması için yardım talep etti. Başta kabul etmesem de sonradan Kadir HAS’ ı da kendisini de kıramadığım için kurulumuna ve o üniversitenin de bugünkü haline gelmesine yardımcı oldum. Şu anda da ayda bir yönetim kurulu toplantılarına katılıyorum. O dönemde birçok üniversitenin de kurulumu aşamasında yardımlarda bulundum.
A.A.: Hocam sohbetimizi bitirirken son olarak bir şey eklemek ister misiniz?
M.Ö.: Efendim bazı insanlar vardır onore ettiğinizde, yücelttiğinizde ondan kendisinin paye aldığını fark etmez. Eğer başarılı olduysam ben insanları yücelttim. Hep dedim ki siz verdiniz ben yaptım. Siz vermeseydiniz ben yapamazdım. Böylece karşılıklı güvenle Çukurova Üniversitesi’ni bu hale getirdik.
A.A.: Güzel sohbetiniz ve konukseverliğiniz için size ve eşinize teşekkür ederiz.
Müge Köstem
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları