Eli Ateşin İçindeki Yazar Virginia Woolf
Her Yazdığı Kitaptan Sonra Bunalıma Girdi...
Yaşamına Daha İyisini Yapamayacağı Korkusuyla Son Verdi
Bu sayfaların konusu her ne kadar “Kadın ve Sanat” olsa da bu yazı dizisinde amaçlanan kadının kendisini kanıtlamasına katkıda bulunmak değil, kendini kanıtlamış kadınları belleğimizin derinliklerinden yüzeye çıkarmak ve kadınlık değil, fakat insanlık yönlerine vurgu yapmaktır. Sanat yapmak için elbette ki bir birikim gerekli olacaktır. Bu ruhsal veya kültürel birikim olabilir. Bu birikimi her kim yaparsa, kadın-erkek, beyaz-siyah, güzel-çirkin, fakir-zengin, yaptığı sanat bir adım öne çıkacaktır. Bir sanat eseri meydana getirmek, bu ister bir roman olsun, ister heykel, resim veya müzik, sancılı bir süreçtir. Sanatçıların yaşam öykülerini okuduğumuzda, bunu açıklıkla görebiliriz. Kadınların, sanat tarihi kitaplarına yeterince geçememiş olma sebebini kanımca yine kadında aramak gereklidir. Tarihe geçenlerin (sadece sanat tarihine değil) bilim tarihine veya politika tarihine, elini ateşe sokanlar olduğunu görürüz. Bu sayının konuğu Virginia Woolf, elini ateşe sokmakla kalmaz bizzat kendini ateşe atar. Ve bunu şöyle dile getirir: “Sanatımı son derece vahşi koşullar altında öğreniyorum. Çok az insan, yazarken benim çektiğim kadar eziyet çeker.” Virginia Woolf, her bir kitabını yaratma sürecinde delirmeyi göze alarak sanatından vazgeçmez.
Eşinin Başa Çıkamadığı Uzun Bir dönemHastahaneye Kapatıldı
Huzursuz Bir Ruh, Virginia Woolf
1882 yılında Londra’da dünyaya geliyor Virginia. Babası Sir Leslie dönemin tanınmış yazarlarından biri ve üniversitede öğretim üyesi. Annesi ise sanatçı bir aileden gelme. Virginia’nın büyük teyzesi, İngiltere’nin ün kazanmış ilk fotoğraf sanatçısı Margaret Cameron.
O yıllarda kadınların, İngiltere’de bile ikinci planda kalması nedeniyle, erkek kardeşlerinin aksine okula gönderilmiyor Virginia. Babasının çok kapsamlı olan kütüphanesinde kendini geliştiriyor ve doymak bilmeyen okuma açlığını gideriyor. Bu kütüphane, onun yazarlık yolundaki gelişiminde etkili bir kaynak oluşturuyor. Ölümüne dek çoğu roman olmak üzere 20’ye yakın kitap ve 200’e yakın kitap eleştirisi yazıyor.
İlk depresyon belirtilerini annesini 13 yaşında yitirdiğinde yaşıyor. 22 yaşında babasını kaybettiğinde ise bambaşka ve özgür bir yaşamın kapıları açılıyor Virginia’ya. Erkek kardeşleriyle beraber Bloomsbury mahallesinde yeni bir eve taşınıyorlar ve Bloomsbury adıyla anılan entelektüel bir arkadaş grubuna dahil oluyorlar. Grup üyeleri birbirlerinin evlerinde toplanarak edebiyat ve felsefe tartışıyorlar.
Virginia, 30 yaşında evleneceği Leonard Woolf ile bu grup toplantılarında tanışıyor. Leonard, bu grubun en değerli üyelerinden biri.
“Ben Deliyken...”
Böyle yazıyor günlüğüne Virginia. Hayatı boyunca dönem dönem nöbetler geçiriyor. İlaç içerek veya kendini pencereden atarak başarısız intihar denemelerinde bulunuyor. Bu nöbetlerin çok uzun sürdüğü de oluyor. Eşinin ve hastabakıcıların başa çıkamadığı uzun bir dönem, hastaneye kapatılıyor. Kimi doktorlar şizofren teşhisi koyuyorlar Virginia’ya.
Özellikle yazdığı kitapları bitirme aşamasına geldiğinde hastalığı nüksediyor. Bilincini kaybediyor ve sesler duyuyor.
“Sanat Açısından Bunlar,
Yani Delilik Nöbetlerim
Son Derece Verimli.
İnsan Daha Üretici Oluyor.”
En ünlü kitaplarından biri “Mrs. Dalloway”, tek bir günde geçmesine rağmen, Virginia roman kahramanlarını zihinlerinde geçmişe göndererek, romanında geniş bir zaman dilimini anlatmaktadır. Bu kitapta “Kanallama” dediği bir tekniği kullanarak, roman kahramanlarının bugünüyle geçmişi arasında bağlantılar kurar.
“Kendine Ait Bir Oda” ise feminist hareketin elinden düşürmediği bir kitaptır. Konu, kadın ve edebiyattır. Erkeklerin; “Madem bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?” sorusuna bir yanıttır. Virginia, Shakespeare’in Judith adında bir kız kardeşi olduğunu varsayar ve bu kızkardeşin edebiyat ve yazı konusunda çok yetenekli olmasına rağmen, hangi engellemeler yüzünden bir Shakespeare olamayacağını kanıtlamaya çalışır Ve kitabını, “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın ve yazın. Erkekler ne der diye düşünmeden yazın” diye noktalar.
“Ben İngiltere’de İstediğini
Yazmakta Özgür Tek Kadınım”
Virginia, kocası Leonard ile beraber, evlerinin alt katında kurdukları matbaa sayesinde, yayınevlerinin onayını almak zorunda kalmadan özgürce yazabilme olanağı elde etmiştir. Bir hobi olarak başlayan matbaa, zamanla gelişmiş, daha geniş ve ayrı bir mekana taşınmış ve bir yayınevi niteliği kazanmıştır.
İngiltere’de ve Avrupa’da ilerleyen yıllarda üne kavuşacak olan kimi yazarların ilk kitapları da bu yayınevinde basılmıştır.
Suların Uğursuz Çağrısı
Kocası Leonard’ın işte olduğu bir bahar günü Virginia kocasına aşagıdaki mektubu yazar, evlerinin yanındaki ırmağa yürür. Yürüyüşlerinde yanında bulundurduğu bastonunu ırmak kenarına bırakır. Elbisesinin ceplerini ağır taşlarla doldurur ve ırmağın ortasına, derin yerine doğru ilerleyip kendini suların akıntısına yani ölüme bırakır. 59 yaşındadır. Cesedi, uzun aramalar sonucu 15 gün sonra bulunur. Eşine şöyle bir not bırakmıştır:
“Hissediyorum. Yeniden deliriyorum. O korkunç zamanlara tekrar katlanamayız. Sesler duymaya başladım. Bu yüzden yapılacak en iyi şeyi yapıyorum. Sen mümkün olan en harika mutluluğu verdin bana. Hayatımın tüm mutluluğunu sana borçluyum. Zannetmem ki iki kişi, bizim sahip olduğumuz mutluluktan daha fazlasına sahip olsun.”