Futbol ve Nazım Hikmet

nazim-hikmet_1

Doğumunun 110. yılı Anısına

 

Herkes istediğini söylüyor. Herkes dilediği gibi bağırıp çağırıyor. Ortalıkta bir söz, bir düşünce hürriyeti, alabildiğine… Her oyun seyredildiğinde hayata dönüşür. Seyretmek ise bir nevi yola çıkmak, yolculuk etmektir. Futbolun seyirciyi çıkardığı yolculuk, diğer yolculuklardan hareketsizliği ile ayrılır. Ancak bu hareketsizlik eylem içindeki hareketsizliktir.  Bir başkası olmak için kendinden çıkma halidir. Seyreden sanki bir rüyada gibidir. Oyuncular kadar seyirciler de oyunun asli bileşenidir. Sahada koşan oyuncuların yerine kendisini koyduğu, topu dışarı atan oyuncunun yerine kendisi olsaydı golü attığı, gerçekte duruyorken koştuğunu hissettiği bir rüyadadır. O yüzden tribünlerdeki on binlerce kişi aynı zamanda futbolcu, aynı zamanda teknik adam, aynı zamanda taraftardır. Topa şut çeker, kafa vururlar veya topun kale çizgisinde nasıl tutulacağını hesaplarlar.  

 

 

 

 

 

Nazım Hikmet Anlatıyor

 

“Geçen gün bir dostum dayattı, ‘İlle gidip Fener-Galatasaray maçını seyredelim.’ dedi. Ben de kıramadım dostumu, gittim maçı seyrettim… Futbol denilen şey dört bir yanında binlerce insanın toplandığı  bir meydanda yapılıyor. Meydanı teker teker saydım, yirmi iki delikanlı çıkıyor. On birinin üstünde sarı-kırmızı yollu yollu gömlekler,  öteki on birinde sarı lacivert fanilalar… Ama yirmi ikisi de kısa pantolonlu ve kocaman ayakkabılı. Meydanın iki başında iki kale var. Mesele, topu bu kale denilen  direklerin arasından geçirmekmiş. Her ne ise, okuyucularımın çoğu benden çok daha bilgili oldukları için fazla tafsilat vermeyelim. Birdenbire bir düdük öttü ve oyun başladı. Yirmi iki delikanlı kan ter içinde ha babam ha koşuyorlar. Toptan ziyade basıyorlar tekmeyi, atıyorlar çelmeyi, vuruyorlar kakmayı birbirine. Bir taraf , ‘Topu ille de ben sokacağım sizin kaleye.’ diyor;  öte taraf, ‘Hayır bu marifeti ben göstereceğim.’  iddiasında…

 

DSC04833

Herkes İstediğini Söyleyebiliyor

 

Ne yalan söyleyeyim, bu hengamede ben de heyecanlanmadım değil. Fakat benim heyecanlanmam etraftaki binlerce seyircinin coşkunluğu yanında devede kulak kabilinden. Oyunu seyredenler ikiye bölünmüşler. Her biri kendi partisinin çocuklarını teşvik eder. Düşman tarafa küfrü basar bir durumda. Herkes istediğini söylüyor. Herkes dilediği gibi bağırıp çağırıyor. Ortalıkta bir söz, bir düşünce hürriyeti, alabildiğine… Bu işin birçok tarafı hoşuma gitmedi dersem  yalan söylemiş olurum. Muayyen bir manada, demokrasiyi anlamak isteyenler Taksim Stadyumu’na gitsinler. Ben kendi payıma güzel, berrak ve heyecanlı bir iki saat geçirdim orada… ”Bu yazıyı 23/4/1936 yılında Orhan Selim takma adıyla Akşam gazetesinde Nazım Hikmet yazar. Yazdığı yazıdan bir futbol maçına ilk kez gittiği ve futbol hakkında çok fazla bir bilgisi olmadığı anlaşılır. Ancak ustayı mutlu eden bir nümayiş, bir söz hürriyeti olsa gerek; bir de oradaki insanların oluşturduğu renkli tablo. Özellikle “söz hürriyeti” meşgul etmiş ustanın kafasını. Stadyumu bir demokrasi alanı olarak görmüştür.  Çünkü orada daha önce pek yaşamadığı bir hürriyet vardır. İstediğini söyleyebilme, istediği gibi bağırma, küfür etme hürriyeti. Bu kendisinin yaşamı boyunca istediği gibi yapamamanın verdiği bir özgürlüktür. Taraftar için stadyum bir tapınak, maç günü ise kutsal bir gündür. Bu günde rutin olan her şey unutulur.

 

DSC04781

Taraftar Özgür

 

Taraftar için stadyum bir tapınak, maç günü ise kutsal bir gündür. Bu günde rutin olan her şey unutulur. Gerçek olan tek şey kutsal olan bu mekanda tapınmaktır. Taraftar burada özgürdür. İstediği gibi bağırır çağırır, yumruklarını sıkar, küfreder, yanında “gol” diye bağıran hiç tanımadığı birine sarılır, bağırmaktan sesi kesilir, bazen ağlar. Bu ibadet şekli  tüm taraftarların ortak olarak yaptıkları bir ritüeldir.  Maç bittiğinde taraftarlar tribünden ayrılmazlar. Çünkü boş bir stadyumdan daha hüzünlü, kimsesiz tribünlerden daha dilsiz bir şey yoktur. Bir stadyumda kazanılan bir maçın veya kupanın sevinç bağırışlarını duyabildiğiniz gibi bir kaybedişin iniltilerini veya acılarını da duyabilirsiniz. Hayata dair bazı duyguları o sahada öğreniriz. Takım olmanın verdiği aidiyet hissini, kazanmanın yaşattığı özgüveni, kaybetmeyi taşımayı, orta sahadan şut çekmemize neden  olan sıkıntıları, yaşama o golü atamamanın hayal kırıklığını, yaşamda yedekte  kalmanın yarattığı hırsı, Nazım Hikmet’in düşlerindeki hürriyeti ve daha nicelerini. Nereden bilebilirdik ki aslında uzun zamandır aradığımız, hayatımıza neşe ve anlam katacak şeyin bu oyunda gizli olduğunu.




Sayı 5 ( Kasım - Aralık 2011 )

Bu yazı 5435 defa okundu.