Hangi Adana, Adana'nın Öteki Yüzleri
Galleria'yı Pas Geçip Eski Baraj'da Nefes Alırız
Adana’ya bir konuğunuz gelirse ne yaparsınız? Öncelikle nereleri gezdirirsiniz ? Hepimiz aynı şeyleri yapıyoruz değil mi? Önce güzel bir restoranda Adana kebabı yedirilir (şalgam olmazsa olmaz, bol yeşillik ve salatalarla birlikte), üzerine keyifli bir Türk kahvesi ardından seyr-ü sefer başlıyor…Klasik olduğu üzere; önce Sabancı Camii civarından başlarız tanıtıma (Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın en büyüklerinden olduğunu mutlaka vurgularız) ve hemen yanındaki Merkez Park’ın kocamanlığından dem vurularak bilmem kaç çeşit ağaç ve çiçek olduğunu anlatırız (ama bunca büyük parkın kentin dokusuna nüfuz edemediğini salt belirli kesimin piknik alanı olarak kullandığından hayıflanırız). Ne olduğunu kimseye anlatamadığımız Galleria’yı hemen pas geçeriz. (Anadolu’nun ilk AVM ve kültür merkezini nasıl atıl hale getirdiğimizi nasıl anlatalım ki?) Demirköprü’nün altından geçerken yıllar önce bu köprü üzerinde defalarca filmler çekildiğini mutlaka anlatırız. Dünyanın en ünlü mimarlarından birinin adını (Mimar Sinan) verdiğimiz, sanatsal etkinlikler için düşündüğümüz ve imar ettiğimiz Mimar Sinan Kültür Parkı’nın sadece siyasi amaçlı geceler için kullanılan garip bir yer olduğunu fazlaca anlatamadan hızla geçeriz.
Geldik Eski Baraj Gölü’ne… Ohh be!.. Biraz nefes alalım ve utancımızdan kurtulalım…Eski Baraj’ın üzerinde durup; suyun köpürerek yüzümüze damlacıklar savurmasını keyifle izlerken hoş serinliğin tüm bedenimize yayıldığını duyumsarız. Yönümüzü kuzeye çevirdiğimizde ise ufak bir göl haline gelmiş Seyhan’ın muhteşem yeşil rengini ve çevresinde yürüyüş yapılan okaliptüs ağaçlarının hafif rüzgarda salınmasını seyrederiz hep birlikte. Doğu ve batı yönlerine ayrılan büyük sulama kanallarına akan suyun hızı gerçekten ürkütücüdür. Bütün ovayı dolanarak giden bu kanalların nasıl hayat verdiğini ya da serinlemek amacıyla atlayan çocuklarımızı yutarak nasıl hayat aldığını anlatırız dolu dolu… Hemen bir küçük iskemleye çöker ve gerçekten çok az yerde bu denli keyifle içebileceğiniz bir demli çaydan sonra yola devam…
Dilberler Sekisi’nden dolanarak yavaşça, usulca yol alırız ve tam tepede durup şöyle bir panoramik olarak bakarız; karşı tarafta okaliptüs ormanı, sazlıklar, yeşile boyanmış göl ve onlarca beyaz ördek… Gençlik köprüsü ve ATO’nun dinlenme tesisleri… Arkamıza bakmasak da olur; hala yeşil alan mı yoksa işgal altında bir yer mi olduğuna karar veremediğimiz Çamlık ile ilgili tartışmaları anımsarız, içimiz burkulur.Hızla dalarız Menderes Bulvarı’na karşıda gurur kaynağımız Çukurova Üniversitesi 38 yılda inanılmaz bir hızla büyüyen, gelişen ve kabına sığmayan devasa bir eğitim alanımız (50.000 dekarlık arazisiyle de büyük). Kıyı boyunca yerleşmiş seyyar, baraka tarzı çaycılarımız ve bici-bici satıcılarımızdan birine çökeriz yine. Keyfe göre meyveli veya sade bir bicinin rahatlatmasından sonra zorla sıyrılırız rehavetten. İşte tüm görkemiyle, inanılmaz rengiyle Seyhan Baraj Gölü ve bu gölü karşı kıyılara bağlayan ince uzun 3 ayrı köprü.
Gölün kuzey yamaçlarında güzel villalar sıralanmış… Sağlı sollu dizilmiş onlarca cafe ve restoranların arasından ve hep Seyhan Gölü’nün kıyısından ilerleyerek geliyoruz; Yelken Kulübü’nün olduğu koydayız işte… Onlarca tekne dizilmiş suyun yüzünde, kendinizi İstanbul’da Boğaz’da sanabilirsiniz, sakın şaşırmayın. Sırtınızda Çoban Dede Türbesi ve çevresinde garip bir curcuna; piknik yapan halkım, her yerde onlarca mangal tütsüsü ve büyük bir huşu içinde türbeye ziyaret için tırmanan insanlar… Yola devam; balıkçı restoranlarından sonrasında Menderes Bulvarı’nın bitiminde; göle atlamaya hazır bir yılan gibi uzayan köprünün üzerinden manzarayı doya doya seyrederek geçiyoruz karşıya. Yeni yapılan aynı tipteki onlarca cafeleri sayıp ikinci köprüye varıyoruz ve tam karşıdan, bir de bu cepheden izliyoruz Adana’mızı… Aman Tanrım!.. Muhteşem bir manzara ve iğrenç bir kentleşme…
Arazi sıkıntısı yaşayan garibim Adana; bütün 15-20 katlı binalarını gelip tam gölün kıyısına kondurmuş… Beton yığınına bakarken ayrımına varıyoruz ki, bir karış bile yeşil alan bırakmamışız. Hepimiz, gölü sadece evimizin (sadece bize ait olan evimizin) balkonundan seyretmeyi daha çok sevmişiz. “Parklara ne gerek var o zaman…’’ Konuğumuzun uyarı ve tepkisiyle daha da fark ediyoruz bu durumu; “Canım şehre yazık etmişsiniz.” Fazla söze gerek duymadan güzel şehir turunun ardından uğurluyoruz konuğumuzu… Peki sizce de Adana’mız bu mudur?... Sadece Eski Baraj, Yeni Baraj, Seyhan Gölü ve çevresinden mi ibarettir Adana?..Peki; Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Abidin Dino’nun, Yılmaz Güney’in, Ali Özgentürk’ün Adana’sı nerede sevgili dostlar?.. Kendimizi kandırmayalım lütfen. Adliye haberlerine konu olan Adana nerede?.. Ambulans bile geçemeyen daracık sokaklarında, komşularla birlikte salçalık biberlerin temizlendiği Adana’m nerede? Aracımla annemlerin evine gidebilmek için yola koyulduğumda; Küçük Saat civarındaki curcunayı, Saydam Caddesi kabusunu (zaten 1,5 metre olan kaldırımlar işgal edilmiş tüm yayalar yolda, seyyar satıcılar, kaldırıma park edilmiş araçlar vs.) nasıl atlatmalı ve nasıl anlatmalı?... Gülbahçesi, Dağlıoğlu ve Havuzlubahçe Mahallelerine nasıl ulaşmalı ve neler yaşandığını nasıl anlatmalı?...
Yerel yöneticilerimiz aynı hikayeyi anlatmaktan yorulmadılar hala; “Eski Adana’ya fazla bir şey yapamıyoruz, çok ciddi kentsel dönüşüm projeleri gerekiyor buna da gücümüz yetmiyor…’’ Peki 10 yıldır 20 yıldır görev yapan ey yöneticilerimiz! Kuzey Adana diye böbürlendiğiniz kentteki çarpık kentleşmeyi nasıl anlatacağız?.. Kaldırımları ana yoldan daha geniş olan Turgut Özal Bulvarı bir yanda, kasaba caddesini andıran keşmekeş içindeki Kenan Evren Bulvarı bir yanda... Gölün hemen yanında 20 katlı zevksiz binalar bir yanda, 2 katlı villalar öbür yanda… 21.yüzyılda bile hala semt pazarı oluşturabilmek için caddeleri kapatıyorsak bu mudur başarımız?
Çok övündüğümüz Kuzey Adana’da bile sivrisinekten yakınıyorsak, tüm ara sokaklar delik deşik olmuşsa sadece makyaj kurtarmıyor artık.Kentin başına bela olan Metro’yu tartışmaya bile gerek yok! Bu saatten sonra yıkıp atamayacağımıza göre; tüm Adanalı yöneticiler (yerel ve merkezi), milletvekilleri, STK’lar, meslek odaları, üniversite vs. hep birlikte oturup çözüm üretmek zorundayız. Milyonlarca dolar harcadığımız, kentin dokusunu bozduğumuz bu yapıdan kurtulmanın yolu olmadığına göre; nasıl daha işlevsel hale getirebiliriz diye acil çözümleri hayata geçirmeliyiz.Tüm Adana bizim; kuzeydeki geniş bulvarıyla, modern binaları cafe ve restoranlarıyla, Dilberler Sekisi’ndeki doyumsuz manzarasıyla, Saydam Caddesindeki keşmekeşiyle, Karşıyaka Devlet Hastanesi önündeki çamur ve tozuyla...
Elbette ki, büyümenin, irileşmenin kendince ciddi sorunları var ve hep olacak. Aslolan şudur; kentte yaşanan tüm sosyal ve kültürel etkinliklere (spor, edebiyat, tiyatro, sinema, konser vs.) aynı mesafelerde ve oranlarda hep beraber ulaşabiliyor muyuz?.. Büyük köyden kentliliğe yürüyebiliyor muyuz?..
Metin Bahçıvan
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları