İnsan-ı Kâmil - 1



(İnsan) İçinde sonsuzluğun lambası yandığından
sonsuzdan söz ediyor. “ ( Bâyezid Bistâmi )

Mistik literatürdeki inanışa göre:

Saf hiçliğin içinden açığa çıkıp âlemleri oluşturan Tanrısal ışıma
sonsuz soyuttan somuta doğru tezahür ederken
yaratılan ilk varlık odur;
İnsan-ı Kâmil.”

 

Değerli okurlarım,
Kur’an da bilim de insanın yeryüzü üzerindeki varlığının başlangıçta basit bir canlı olarak ortaya çıktığını söylüyor. (Geniş bilgi için önceki yazılarımıza bakınız.)
İnsan üzerinden milyonlarca yıl geçiyor zamandan. (Kur’an, Dehr s, 1 ve 2) İnsan o dönemlerinde öylesine basit otsu bir canlıdır ki, Kur’an’ın söyleyişiyle; “ ...sözü edilmeye bile değmez. “ Dehr s, 1-2)


Peki insan hep bu halde mi kalıyor?
Hayır, insan zaman içinde gelişip-değişiyor kompleks bir varlık haline geliyor. Bu aşamadan sonra insan için suda çamurda başlayan oluşup-gelişme evreleri artık geride kalmıştır. Geldiği bu yeni evrede o karışık bir sıvıdan (emsac) oluşacaktır. ( Dehr s, 1-3 ve Kıyamet s, 37 )

( BİLGİ: Anlattığımız var oluş öyküsü, insanın, yeryüzü üzerinde cisim kazanması süreciyle ilgilidir. Bir de mistik literatürde geçen “ Yaratılan ilk insan” inancı vardır. O saf ışıktan yaratıldığı söylenen varlıkla ilgili bilgileri insan-ı kâmil başlıklı yazı dizimiz içinde paylaşacağız.)

Devam edelim...

İnsan kompleks bir varlık haline ulaştırıldığında Yüce Yaratıcı insanı seçiyor.
Ona, kendi ruhundan bir nefha üflüyor. ( Sad s, 71-72 )
İsimleri öğreterek insanı bilgi sahibi kılıyor. ( Bakara s, 31)

Hicr, 28: “ Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, ‘ ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım’ demişti.” Hicr, 29: “ Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın.”

Ayetlerde de görüldüğü üzere insana Allah’ın kendi ruhundan nefha üflemesi belirli bir sürecin gerçekleşmesinden sonradır. İnsana Hakk’ın ruhundan bir nefha üflendikten sonra meleklerin ona saygı göstermesi buyruluyor. Kur’an’da insanın yaratılışı ile ilgili olarak şu ürpertici bilgi de verilmiştir:

Tin s, 4 : “ Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık. “ /

Tin s, 5 : “ Sonra da onu düşüklerin en düşüğüne / aşağıların en aşağısına çevirip attık.” /

Tin s, 6 : “ İman edip barışa yönelik iş üretenler müstesna. Bunlar için kesintisiz bir ödül vardır. “

-Yukarıdaki ayetler insan fıtratında yüce ile aşağının birlikte yer aldığını haber veriyor:

İnsan en güzel bir biçimde yaratılmış, sonra da aşağıların en aşağısına atılmış...

Demek oluyor ki bu aşamadan sonra insan, Tanrı’nın lütfu ile, bir başka boyuta sıçrıyor:

O artık iyi ile kötü arasında tercih yapabilme yeteneği ve hürriyetine sahip bir varlıktır.

Yaradılışında iyiliği-güzelliği taşıdığı gibi şeytani olanı, yani; kötülüğü-çirkinliği de barındırmaktadır.

Yapacağı tercihler, sonsuzun içindeki mertebesini belirleyecektir; ya yükselecek ışıklı âleme erecek ya da aşağıların en aşağısına savrulacaktır.

Hz Âdem ile Havva Kıssası

İnsanın Özgürlüğü

Hz Âdem ile Havva cenneteydiler. Kendilerine Tanrı tarafından bahşedilmiş tercih yapabilme özgürlüğünü kullanarak günah işlediler.

Bu olayı Kur’an’dan öğrenelim:

Bakara, 35: Ve Âdem’e şöyle buyurmuştuk: Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin ve ondan dilediğiniz yerde, bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zulme sapanlardan olursunuz.” /

 

Bakara, 36: “ Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de şöyle buyurduk: ‘Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin.’ Belli bir süreye kadar yer yüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet / bir yararlanma imkânı olacaktır.”

* * *

Yüce Tanrı, Âdem ile Havva’ya cennetteki nimetleri “ Bol bol yiyin “ diyerek serbest bırakmış, sadece bir ağacı, Ona yaklaşmayın! diye uyararak haram kılmıştır.

Ne var ki Havva, şeytani gücün yönlendirmesiyle, nefsine uyar.

Tanrı’nın yaklaşmayın dediği ağaçtan ‘yasak meyveyi ‘ alır Hz Âdem’e verir.

Kıssanın Tevrat’taki sürümüne göre şeytani güç yılan şeklinde görünmüş, Havva’yı, “ Yasak meyveyi yerseniz ölümsüz olacaksınız” diyerek kandırmıştır. İşledikleri günah üzerine çirkin (edep) yerleri kendilerine açılan ( cinselliklerinin bilincine varan) Hz Âdem ile Havva yapraklarla örtünmüşler, işledikleri günahın nedameti ile baş başa kalmışlardır. Hz Âdem ile Havva cennetten çıkarılır.

Değerli okurlarım,

Kur’an’da geçen Hz Âdem ile Havva kıssası, sembolik yanı ağırlıklı olan bir anlatımdır:

Kıssadan anlıyoruz ki Allah, insana, yanlış ile doğru / haram ile helâl arasında tercih yapabilme hürriyetini vermiş. Ancak yanı sıra da sona, yasaklarını (haramlarını) bildirmiş: “ Şu ağaca yaklaşmayın” buyruğundaki ağaç; Allah’ın uyulmasını istediği emir ve yasaklarını temsil eden bir semboldür.

* * *

Ayrıca kıssa, insanın, dünya yaşamını da özetle vermektedir: Hz Âdem ile Havva sorumlu kılınmış insan neslinin atasıdır. Tüm insanları temsil eden sembol varlıklardır. Allah’ın emrine uymayıp yasak meyveyi yiyince (karanlık kutbun - nefsani ve şeytani telkinlerine kapılıp günah işleyince) cennetten (nimet yurdundan) çıkarılmış kutuplu âleme yeryüzüne indirilmişlerdir.

Hz Âdem ile Havva işledikleri günahın idrakine varıp tövbe edince Rahmeti Sonsuz Tanrı onları bağışlamıştır. Ancak, Âdemoğulları (insan nesli), Belli bir süreye kadar yer yüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet / bir yararlanma imkânı olacaktır ayetinde bildirildiği üzere artık cennette değil yeryüzünde yaşayacaktır.

Yeryüzü Nasıl Bir Yerdir

Yeryüzü sofrası nimetlerle donatılmıştır.

İnsanı, doğadaki varlıklara ve tabiat güçlerine egemen kılacak yeteneklerle güçlendirilmiştir.

İnsan emek verir ise nimetlerden yararlanacaktır. Ancak Cenabı Allah, yerküre üzerindeki nimetlerden denge düzenini bozmadan istifade edilmesini buyuruyor. “ Nimeti israf etme, ihtiyaç sahipleri ile paylaş “ diyor..

Kur’an’daki sıbğatullah kavramı, “ doğal güzellik, dejenerasyona uğramamış varlık ve tavır” demektir ki Kur’an, insanoğlunun bundan daha güzelini yapamayacağını söylüyor:

Bakara, 138:

Allah’ın fırçası ile çizileni izleyin.

Kim var Allah’ın fırçasının boyattığından daha güzelini boyatacak.”

Burada “Allah’ın fırçası” sembolü ile anlatılan O’nun yaratma kudretidir.

İnsan becerisi Allah’ın yarattığından mükemmelini güzelini üretebilir mi!?

Kur’an, kıssada; insanın günah işlediğinde ne ile karşılaşacağını da sembolik bir dille anlatıyor:

Havva, yasak meyveyi eşi Âdem’e vermiş yani bir günah işlemiş.

Burada haramın günahın sembolü, ağaçtır.

Kur’an’daki Âdem ile Havva Kıssasının Mesajları

  • Âdem ile Havva, yasak meyveye el uzatarak, cennetteki denge düzenini bozan bir ihlalde bulunmuş (günah işlemiş) oldular. İşte bu sebeple; çile çekerek öğrenme ve bir sınav verme yurdu olan yeryüzüne indirildiler.

  • Yaptıkları hatayı anlayıp tövbe edince, Allah onları bağışladı, Âdem ile Havva’ya ve onlardan türeyecek nesillere yer yüzü üzerinde yaşayıp-nimetlenme ve bir arınıp aklanma imkanı lütfetmiş oldu.

Kıssadaki olayların akışı ile, insan hayatı arasındaki benzerlik dikkat çekicidir:

  • İnsan başlangıçta bilgisizdir.

  • Nefsinden kaynaklanan olumsuz isteklere karşı zayıftır-dirençsizdir.

  • Fıtratındaki şeytani gücün telkinlerine kolayca kapılabilmekte aldanıp-günah işleyebilmektedir. Ancak insan hata yaptıkça acı çektikçe öğrenmekte, öğrendikçe de idrak kapasitesi genişlemektedir. İdraki genişleyen insan günahlarından nedamet duyar hale gelmekte, Rahman’ın merhametine sığınmakta, O’nun bağışlamasıyla yeni bir arınma şansına kavuşmuş olmaktadır.

  • ( Değerli okurlarım görüldüğü üzere insanın manevi-ruhani yükselişi de bir tekâmül süreci sonunda ortaya çıkmaktadır.)

  • İlahî emir ve yasakları çiğneyince kayba uğrayan insandır. Toplumdaki ya da doğadaki dengeyi bozduğunda sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalan da insandır.

  • Kötülük yapıp Allah’ın gazabını üzerine çeken de; günahlarının farkına varıp Allah’ın rahmetine sığınan da insandır.

  • Yüce Kur’an bize bu gerçeği Hz Âdem ile Havva kıssası içinde özetleyerek haber veriyor. Kurtuluş yolunu da gösteriyor: Günahta ısrar etme (tövbeye sarıl ) yanlışından dön, Allah’a sığın...

* * *

Paylaştığımız ayet mealleri içinde yeralan ürpertici bir bilgi dikkat çekicidir:

Biz de şöyle buyurduk: “...Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin...” ( Bakara s, 36)

Bu haber ürperticidir! Çünkü günümüzde bire bir yaşanmaktadır: İnsanlar düşman kamplara bölünmüş halde değiller mi?.. Güçlü zayıfı ezip-sömürmüyor mu?..

Çıkar kavgalarının kanlı girdabında birbirlerini öldürmüyorlar mı?..

Kutuplu Kâinat ve İnsan

Dünyamız zıtların eşlerin kutuplara ayrılıp çatıştığı ortamdır. Tıpkı insan fıtratında/ yaradılışında iyi ile kötünün iç içe olması gibi; dünya düzeninde de, ışık ile karanlık - iyilik ile kötülük iç içedir.

Yeryüzü yaşamı acılarla örülmüştür. Niçin?

Çünkü Âdemoğulları ateşin yakıcı gücünü, eli yanmadan, anlayamıyor!

İnsan ancak acı-ızdırap çeker ise öğrenip-tekâmül edebiliyor:

  • Akıl sahibi, bilgili ve sorumlu insan; Allah’ın emanetini (yaratılışın gayesini gerçekleştirme görevini) yüklenmiş bir varlıktır. ( Ahzap s, 72)

  • İnsan, Allah’ın Rab olduğuna şahit kılınmıştır. (Misak: Kur’an, Araf s, 170)

  • Ve insan, Allah’ın, yer yüzü üzerindeki halifesidir. (Kur’an, Bakara, 30 ve devamı)

 

Peki insanın tekâmülü, geldiği bu aşama ile son bulup tamamlanmış mıdır?

Tamamlanmamış ise; nasıl devam edecektir?

Tanrısal Tezahür

İnsan-ı Kâmil / İlk İnsan

Yaratılışın düşüncesi hiçliğin içinden fışkırır...

Yaratılış Âleminde Yaratılış eylemi BİR’in

Çokluğa ayrışması biçiminde gerçekleşir. “

Mistik literatürdeki inanışa göre:

Tanrısal tezahürün ilk aşamasında yaratılan âlem, saf ışıktan oluşmuş bir mekândır. Bu mertebe beşer insanının bilincine ve idrakine kapalıdır. Bu âlem Yüce Tanrı’nın yaratıcı kudretinin tezahür ederek ortaya çıkardığı ilk varlığın / ilk insanın yaratıldığı ve bulunduğu yerdir.”

* * *

Değerli okurlarım,

İnsanın biyolojik evrimini yazı dizimiz içinde, Kur’an ve bilimin ışığında, incelemiştik.

Şimdi sıra insanın manevi tekâmülünü inceleyip - anlamaya geldi. Ana konumuz İnsan-ı Kâmil’dir...İnsan-ı Kâmil, tasavvuf başta olmak üzere ve farklı kültürlerin oluşturduğu mistik literatüre baş vurulmadan incelenemez.

O halde konuya “ Tasavvufta İnsan diyerek girelim...

Tasavvufta İnsan

Her-Şey-Bir’de, Bir-Her-Şey’de...”

 

Tasavvufta insanı ünlü bilgin Profesör Dr Yaşar Nuri Öztürk, “ Mevlâna Celâleddin Rûmî ve İnsan “ adlı eserinde şöyle anlatıyor:

“ İnsan, bir vasat-ı camiadır. Yani, farklı unsurları toplayan, birleştiren bir ortam varlıktır.

Her şeyden önce insan, zıtların birleştiği bir varlıktır.

Ve bir polarite (kutuplar) alanıdır ki tevhit (birlik) o alanda tecelli eder.

İnsan bu bakımdan düalitenin (ikiciliğin) de en derin ve çarpıcı alanıdır.

Bu yüzden de en karmaşık varlık insandır. İnsanın toplayıcılık vasfı bize ne ifade etmektedir?

İnsan iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin, hayır ile şerrin, süfli ile yücenin aynı anda barındığı bir varlıktır. İnsan en yüce duygularla en sefil dürtüleri bünyesinde taşıyor.

Şeytan, nefs gibi kötünün sembol isimlerinin, ontolojik varlıkları yoktur.

Bunlar insanın iç kuvvetlerinin sefil kutupta yer alanlarıdır.

Cinsiyetten gıdalanmaya kadar en alt seviyedeki hayvanlıkları insanda bulabilmekteyiz.

İnsan, “ hayvandan daha sapık ve şaşkın “ olabilmektedir. ( Kuran, A’raf, 179 )

Fakat şeref yönüyle de meleklerin üzerine çıkabilmektedir. ( Bakara, 30 ve dv)

Hz İSA (a s) bu ilginç manzaraya şöyle parmak basıyor:

Ben şuna hayranım: Böylesine büyük bir zenginlik, böylesine bir sefilliğin içine nasıl konmuştur.’ “ ( Thomas İncili, 29 /6-8)

Y.N.Öztürk şöyle devam ediyor:

“ Evet, insan eksiksiz, şaşmaz hareket sergileyen bir ‘mükemmel’ değildir.

Hep düşer kalkar hep isyan eder; fakat onun değeri de buradadır. Tek tek meziyetler esas alınırsa insan bir sinekten, bir gece kelebeğinden, bir keneden daha zavallı olabilir.

Fakat o, bir yığın iyiyi ve kötüyü benliğinde taşımakla eşsiz bir kudrete ulaşmıştır.

Toplayıcılık vasfının gereklerinden biri olarak insan hem determine (nedensellik yasasına tabi) yaratılmış âlemin, hem de hür-yaratıcı âlemin özelliklerini taşır.

O, yaratılanla Yaratan arası bir kavşak noktasıdır. Yaratılmışa izafetle fani, Yüce Yaratan’a izafetle ebedîdir.

O, İbn Arabî’nin söyleyişiyle: “ Hem Hakk’ı, hem de halkı temsil ediyor. Dışı halk, içi Hak’tır. Ve o halde insanın içi (bâtını) onun rabbidir. “ ( İbn Arabî, Fusûs, 18) “

İnsanın hayatı bir ayrılık macerasıdır. Onun kudreti de ayrılık üzerine oturmaktadır.

O, büyük sûfî Bâyezid Bistami’nin dediği gibi: “ İçinde sonsuzluğun lambası yandığından sonsuzdan söz ediyor. “

* * *

İnsan-evren ilişkisinde tasavvuf ehlinin temel kabullerinden biri de şudur ki, insan kendi bünyesinde olmayan bir şeyi bilemez. Ârif, - bilen, bilgili irfan sahibi - ne Allah’ı ne de kainatın sırlarını, onları kendi varlığında fark etmeden kavrayamaz. “ ( Nicholson, 84-85)

Bu neden böyledir?

Çünkü varlıkların tamamı insanda mevcuttur ve insan varoluşun gayesi olan gözdür ki Hak, varlığı o gözle seyreder.” Yani: “ İnsan yaratıcı için bir aynadır.” (İbn Arabi; Futûhat, 3/417; Ebu Said, 357 ) İbn Arabî bunu şöyle anlatıyor:

Sen Hakk’ın sureti, Hak da senin ruhun olduğu cihetle sen Hakk’ın bedenleşmiş bir sureti gibisin; O da senin bedeninin suretini idare eden ruh gibidir. “

* * *

Prof. Öztürk şöyle devam ediyor:

“ İnsan bedeniyle Yaratıcı Kudret’in aynılığı şöyle bir sonuca da götürür:

Hak nasıl zahiri (görünen) sıfatlarıyla bilinirse, insanı da ancak zahiri (dış görünüşü ) ile bilebiliriz. İnsanın da Hakk’ın da zatı (öz benliği) bilinemez. Melekler insanı kan dökücü ve bozguncu olmakla suçlarken işte bu zahire bakmışlardır. ( Bakara S, 30 ve devamı ayetler.)

İnsan- evren ilişkisini Muhammed İkbal şu muhteşem söyleyiş ile anlatmış:

İnsana sığabilene âlem, âleme sığamayana insan denir. “ ( Cavidname,75)

Profesör Dr Öztürk, insanın Allah’a tanık olduğuna (Araf s, 170) şöyle işaret ediyor:

İnsan yoksa varlığın da anlamı yoktur. Bu bakımdan insan Allah’ın şahididir.

Nitekim Allah’ın varlığını tasdik formülünün bir adı da Şehâdet kelimesidir. “ (Mevlâna ve İnsan s, 49)

Kur’an’ın Anlattığı İnsan

“ Kur’an insandan söz ederken iki ifade kullanıyor:

İnsan topraktan yaratıldı.’ ( bk. Enam s, 2; Hicr, 28; Sad, 71)

Ve: ‘İnsan Allah’ın bir nefhasıdır.’ ( bk. Hicr s, 29)

Böylece Kur’an insanın varlık yapısında iki alanın birleştiğine dikkat çekiyor:

Bunlardan biri ölümlü alan yani beden, ikincisi ölümsüz alan yani ruhtur.”

“ İnsan toprak yanı ile bir evrimleşmenin konusudur. Pozitif bilimler alanına giren fizik insan; hastalığın, doğmanın ölmenin yıpranmanın içindedir.

Kur’an’ın bahsettiği ıstıfa (seleksiyon/ seçilip ayrılma) ve tesviye (insan yaratılışının kıvama getirilmesi) bu fizik yapıdadır. “ (bk. Kur’an, Ali İmran, 33; Nahl, 59;)

İnsanoğlunun Tekâmülü ve İnsan-ı Kâmil

İnsan, gelişip olgunlaşması bilgelik düzeyine ulaşarak kemâle ermesi istenen varlıktır.

İnsan için dünya hayatı; eğitim-öğrenim görüp sınav verdiği bir okul gibidir.

İnsan, karanlıkta bırakılmamıştır: Ona yolu gösteren bilgiler indirilmiş rehber varlıklar ( Peygamberler) gönderilmiştir. İnsan ışık ile karanlık kutupları arasında tercihler yaparak sonsuzluk yolundaki akıbetini belirleyecektir.

* * *

Demek oluyor ki insan sadece fiziksel tekâmülün objesi değildir.

İnsanda bir başka tekâmül alanı daha vardır ki o, insanın benliğidir.

Bu evrim, cismani değil manevidir:

Geçici ve boş olmayan...

İnsanı, sonsuzluk ve mutluluk yurduna taşıyacak olan tekâmül işte budur.

İnsan sevgiyi barışı çoğaltan değerler üreterek, Allah’ın ahlâkından, İlahî ilimden nasiplenerek bilgeleşir. Bu tekâmül yolunun insanı ulaştıracağı mertebe ise, İnsan-ı Kâmil’dir.

İnsana ömür sermayesi, İnsan-ı Kâmil mertebesine ulaşmak üzere değerlendirsin diye lütfedilmiştir. Yolu gösteren bilgiler İlahî mesajlarla indirilmiştir. Örnek alacağı rehber varlıklar gönderilmiştir. Ve elbette en güzel örnek, Allah Elçisi Hz. Muhammed’dir. O, beşer insanının, dünya hayatı deneyimi sonucunda ulaşabileceği en üst mertebeyi temsil etmektedir.

(Selam O’nun ve sevdiklerinin üzerine olsun!)

.............................................................................................................................................

BİLGİ: *Kur’an, kendisinden önceki dönemlerde tebliğ edilen İlahi mesajların tamamını kapsayan Kitap’tır. Ve Son Kitap’tır...Zaman üstü beyandır; tüm zamanlara cevap verir.“ Kur’an “ denildiğinde; Tevrat, İncil, Zebur ve diğer İlahî mesajların tamamı ifade edilmiş olur.

..............................................................................................................................................

Hangi İnsan-ı Kâmil

Peki, insanı-ı kâmil konusu bundan mı ibarettir?

Hayır...Önce bir önemli hususun altını çizelim:

Anlattığımız çerçevedeki insan-ı kâmil; beşeridir, dünyevîdir.

Mistik literatürde geçen bir başka insan-ı kamil daha vardır ki, onun, yukarıda anlattığımız insan-ı kâmil ile hiçbir ilgisi yoktur: Söz konusu insan-ı kâmil, mistiklerin yorumuna göre; Yaratıcı tecellilerin mazharıdır. O, Allah’ın yaratma fiili ile beliren varlıkların aksedip göründüğü yerdir. Onu dini-mistik kültürler çeşitli adlarla anıyor ve kutsal metinlerde Tanrı’nın suretinde yaratıldığı haber verilen insanın o olduğu söyleniyor.

Peki, söz konusu “İnsan-ı Kamil “in mahiyeti nedir?

Mistik kaynaklar onu nasıl vasıflandırıyor ve ne şekilde anlatıyor?

İnsan-ı Kamil gizemini anlama yolculuğumuz başlıyor değerli okurlarım.

Yolculuğumuzun ilk durağında Diyanet Ansiklopedisi’nin İnsan- Kâmil maddesine gidiyoruz:

Tasavvuf ve Mistik Kültürlerin Anlattığı İnsan-ı Kâmil

( Küçük Alem- Büyük Âlem/ Mikro Kozmos-Makro Kozmos)

“ İnsan-ı kâmil anlayışı, tasavvuf tarihinin en önemli konularından biridir. “ Varlık ve bilgi problemleriyle ilgisi yanında dinî ve ahlaki boyutları da bulunan derin fikrî çaba ve ruhî tecrübenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Tasavvuf literatürüne Muhyiddin İbnü’l Arabî tarafından yerleştirilmiştir. “

“ Ancak felsefe tarihinde kökleri çok gerilere giden “küçük âlem” (mikro kozmos) ve

büyük âlem (makro kozmos) düşüncesiyle bağlantılı olarak, eski kültürlerde, insan ile âlem (kâinat) arasında bir münasebet görülmüş, birinde bulunan özelliklerin (en azından bir kısmının) diğerinde de bulunduğuna inanılmıştır. Sokrat öncesinden Rönesans’a kadar uzanan düşünce çizgisinde insanın küçük âlem olduğu ifade edilmiştir.

Kozmolojik İnsan İnancı

Kozmolojik özelliklere sahip insan fikri ve inancı eski Mezopotamya ve Mısır kültürlerinde de görülmektedir: Mani mezhebi ve Maniheizm’ de insan-ı kadimin. Mazdeizm’deki gayomartın ve Kabala mistisizmindeki adam kadmônun bazı özellikleri tasavvuftaki insanı-ı kâmil anlayışını çağrıştırmaktadır. ( Değerli okurlarım, Musevi mstisizmindeki Adam Kadmon konusu İnsan-ı Kâmil (2) başlığını taşıyan devam yazımızda geniş bir biçimde paylaşılacaktır.)

İnsan-ı kâmil konusunda benzer düşüncelere uzak doğu kültüründe de rastlanır.

Hint düşüncesindeki purusa, Çin düşüncesindeki chen-jen kavramları mikro kozmos ve makro kozmos inanışının ne kadar eski ve evrensel olduğunu göstermektedir. Bütün bunlara rağmen insan-ı kâmilin, İslâm fikrî geleneğinde anlaşıldığı şekliyle tasavvufun geliştirdiği bir düşünce olduğunda şüphe yoktur. “

Değerli okurlarım,

Diyanet Ansiklopedisi’nde İnsan-ı Kâmil maddesinde bilgi verilirken; insan- kâmil düşüncesini doğrudan Kur’an’dan çıkarmanın mümkün olmadığına işaret ediyor ve ancak Kur’an’daki bazı ayetler bu istikamette yorumlanmaktadır, diyor.

İslâm Felsefesinde İnsan-ı Kâmil

İslâm felsefesi de insan -ı kâmil düşüncesine tesir etmiştir.

Mesela Farabî, âlemin tek bir şahıs gibi düşünülebileceğini söyler. ( Kitabü’l Mille, s, 65)

İbn Meymûn da insanın bir âlem-i sagir (küçük âlem), âlemin de bir bütün olarak tek bir şahıs gibi tasavvur edilebileceğine işaret eder. (Delaletü’l –hairin. S, 197-198)

Bayezid’i Bistami’nin “ el-kamilü’t-tam “ dediği insan( Kuşeyri, 2, 523) insan-ı kâmil fikrinin gelişim çizgisinde önemli bir basamak oluşturmaktadır.

Hallac-ı Mansûr, Hz. Peygamber’den söz ederken,

Bütün nübüvvet nurlarının onun nurundan çıktığını, onun vücûdunun (varlığının) yokluktan, adının ise ‘ kalemden’ önce var olduğunu söyler. “ (Kitabü’t -Tavasin. S 65-75)

Böylece insan-ı kâmil düşüncesinin, başta eski İran telakkileri ve Yeni Eflatunculuk olmak üzere, çeşitli dış kültürlerle İslâm felsefesi, tasavvuf kültürü ve ilgili ayetlerle hadislerin uzlaştırılmasıyla ortaya çıktığı görülmektedir.

Her-Şey-Bir’de, Bir-Her-Şey’de...”

Musevi Kabala öğretisinin düşünürleri ise, Allah’ın yaratma eyleminin (Yaratılışın), * Adam Kadmon’ dan tezahür ederek kainata aksettiğini bildiriyor.

*( Bilgi: Kabala düşüncesinde İnsan-ı kâmili Adam Kadmon adı ile anıyorlar)..İbnü’l Arabî ve takipçisi sûfî bilgeler Tanrısal tecellilerin mazharına, hakikat-i Muhammediye; Kabala düşünürleri ise Adam Kadmon diyorlar.)

Yalnız Tasavvuf ya da Kabala’da değil başka kadim kültürlerde de İnsan-ı kâmil benzeri bir varlıktan, bir ilk insan ’dan söz edilmektedir. Tanrı’nın yaratma eyleminin o ilk insandan tezahür ederek âleme yansıdığı anlatılmaktadır. Mesela Taoizm’deki jhen -chen, Zerdüştlükteki Gayo Mart, İran’daki Yima Efsanesi ( Hind’ de Yama diye geçer) örnek olarak verilebilir.

* * *

Değerli okurlarım insan-ı kâmil fikri ve inancı yaradılış ve varlık mertebeleri ile doğrudan ilgilidir. Tasavvuf ve kadim kültürlerdeki insan-ı kâmil (ya da ilk insan) inancını anlayabilmek için “ Varlık ve Varoluş” Ve: “ Tanrı’nın Yaratma Kudreti’nin Âlem’e Tezahürü” konularını da inceleyip-anlamamız gerekiyor. Konuya “ İnsan-ı Kâmil 2 – Varlık ve Varoluş “ başlıklı yazımızda devam edeceğiz: Tasavvuftaki “ Varlık Mertebeleri”, Kabala düşüncesindeki “ Adam Kadmon “ inancı ile “ Negatif ve Pozitif Varoluş” hakkındaki bilgi ve yorumları devam yazılarımızda paylaşacağız.

Sevgi ve esenlikle kalınız.

Ocak 2015 - Fevzi Acevi

 

Yazı İçerisinde Geçen Tasavvuf Kavramlarının Anlamları

1.Tasavvuf:

Öncelikle, Tanrı’nın niteliğini ve evrenin oluşumunu vahdeti vücut, yani varlığın birliği görüşüyle açıklayan felsefe görüşüdür. Özel olarak ise tasavvuf İslâm dünyasında 8. Yüzyılda ortaya çıkan 9. Yüzyılda Eski Yunan, Yahudi, Hint ve eski İran düşüncelerinin etkisiyle sistemleşen gizemci, dini ve felsefî öğretidir.

2.Tasavvuf ve Tanrı: Tasavvuf Tanrı’yı tek gerçeklik olarak görür.

Tüm olay ve fenomenleri Tanrı’nın tecellisi kabul eder.

İnsan yaşamının en yüksek amacının temaşa ve vecd yoluyla Tanrı’ya erişmek olduğunu söyler.

3. Evren: Tasavvufa göre evren zorunlu değil mümkün varlıktır. Yani, kendi kendine

var olmayıp, Tanrı’nın varlığından dolayı tecelli eden, var görünen bir evren olduğunu söyler.

Âlemler: Kur’an’ı Kerîm şuurlu kâinat yerine âlemler (âlemin) deyimini kullanıyor.

Âlemler bir sırlanma ve tekâmül etme kavramıyla çok daha iyi irtibatlandırılabilir.

Âlem, olup bitmiş değil, olmakta olan bir imkânlar serisidir”. - ( Y N Öztürk, Kur’an Ve Sünnete Göre Tasavvuf s, 247 )

4.İnsan: Tasavvuf insanın ise bütün evreni bir bütün halinde yansıtan, Tanrı’dan gelip yine Tanrı’ya dönecek olan ölümsüz bir özün, bitmeyen bir yaratıcı gücün taşıyıcısı olduğunu dile getirir. “ İnsan, âlemlerdeki şuurun, yaratıcıya bağlanan noktasında bulunuyor. Bu yüzden insan, kendisini tanıyabilen tek şuurdur. “ ( Y N Öztürk, aynı eser ( a e)

5.Varlık: Tasavvuf, varlığın birliği görüşünü benimsemiştir. Tasavvufa göre varlık şuurludur. Şems-i Tebrizi diyor ki: “ Cansız varlıkların da ayrılıkları, vuslatları vardır. Lakin onların iniltileri duyulmaz. “ ( Şems, 1/54 )

6.İnsan-ı Kâmil: Allah’ın her mertebedeki tecellilerine mazhar ( Tanrısal tezahürün meydana çıktığı göründüğü yer ) olan insan anlamındaki tasavvuf terimidir.

7.Vahdet: Tanrı’nın Zâtı’nın ilk mertebe ve itibarıdır. Birlik anlamındaki vahdet ilk taayyün (ilk tecelli/ ilk beliriş) olmuştur. Çünkü o, mutlak Gayb’dan ortaya çıkmış ilk itibar ve beliriştir.

8.Taayyün: Meydana çıkma, aşikâr olma; belli olma; belirme.

9.Taayyünât: Meydana çıkmalar, belli olmalar.

10.Tezahür ( zuhûr’dan): Meydana çıkma, belirme, (birbirine) görünme, gözükme 2. Belirti

11.Tecelli: Görünme, belirme.

12. el-Ahad: Bir

Mutlak Bir: Bütün nispet ve hükümlerin düşmesi ve taayyünlerin ( tecelli ederek görünür olmanın, belirmenin) ortadan kalkması itibariyle zât.

El-Ahadiyye: Mutlak Birlik: Hiç bir şey ile arasında ilişki veya hiç bir şeyin kendisine bir nispetinin olmayışı yönünden zât.

13. el-Vâhidiyye: Birlik, vahdet:

İsimlerin kendisinden doğup kendisinde birleşmeleri yönünden zât.

İsimler, gerçek anlamda tek Zât’dan ortaya çıkan nispetlerdir.

14. El-Vâhid: İsimlerin kendisinde bir olmaları itibariyle zât’ ın ismidir.

Her isim başka isimlerden ayrıldığı bir anlama sahiptir. Ancak bütün isimler zât’a delalet etmede bir olmaları yönünden ‘vahid’ diye isimlendirilmiştir.

15. el –Vücûd: Varlık bulmak: Bir şeyin kendisini veya başkasını kendisinde veya başkasında bulması. Bu noktada ‘başkası’ bir mahal (yer) veya mertebe olabilir.

16. Mazhar: (zuhûr’dan) Bir şeyin göründüğü çıktığı yer.

17. Mazharu’l-ilâh: Hakkın mazharı

İnsan-ı kâmil.

İnsan-ı kâmil ilâhî mertebenin sureti ve gölgesidir; ilâhî mertebe, mânâlar mertebesi ve ikinci beliriştir ( ikinci taayyün). İnsan-ı ekmel (en kâmil insan) ise (ilk taayyünün mazharı) Tanrısal tezahürün ilk belirişinin görünüp meydana çıktığı yerdir .

 

Yararlanılan Kaynaklar:

  • İ b n Arabi, Nurlar Risalesi; Fütuhat; Fusus’ul Hikem

  • Abdürrezzak Kaşani, Tasavvuf Sözlüğü

  • Profesör D r Y N Öztürk: “ Mevlana ve İnsan “ ; “Kur’an’ın Temel Kavramları “ ;

“ Din Ve Fıtrat “ ; “ Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf “

  • Profesör D r Süleyman Ateş, Kur’an’ı Kerim Tefsiri ; Kur’an Ansiklopedisi

  • Diyanet, İslam Ansiklopedisi.

  • Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü

  • Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat

  • Ahmet Akıncı, Sınırsıza yolculuk

 

 




Sayı 25 (Mart - Nisan 2015)

Bu yazı 6720 defa okundu.