İyi ki Doğdun Zeno
İyi ki doğdun Zeno
İyi ki öldün Kızılsakal
Bir Dağlık Çukurova yazısı…
Orta Asyalı atalarımızdan bizlere miras göçerlik ruhu, uygun ortamı, zamanı bulduğunda hemen nüksediyor, bende. Bu nedenle değerli dostum Dr. Haluk Uygur'un Toros dağlarına çıkalım önerisini düşünmeden kabul ettim. Böylece uzun zamandır görmediğim yerleri hem görecek, hem de geçen zaman dilimi içinde oluşan tahribatları veya çalışmaları görebilecektim. Uzun zamandır giymediğim spor ayakkabılarımı giydim, güneş koruyucularımı sürdüm, baktım ki hazırlık pratiğimi çok da kaybetmemişim. Darısı gezip görüp değerlendirme pratiğine dedim ve bir Cumartesi sabahı Kanlıdivane
KanlıDivane'yi ilk görüşümü hatırlıyorum, çocuktum o zamanlar. Ne olduğunu bilmediğim görkemli yapılar, duvarlar o zamanda etkilemişti beni. Bilemezdim yıllar sonra arkeolog olup bambaşka bir gözle aynı yapıları inceleyeceğimi. Defalarca geldiğim bu yerde, yine hayran hayran, harçsız kule yapabilen insanları düşündüm. Helenistik Roma Bizans yan yana, sanki aralarında yüzlerce yıl yokmuş gibi. Taşların sıkı sıkıya oturduğu Hellenistik kulenin sağlamlığı şaşırtıcı, kibirli Roma, sanki tepeden bakıyor Bizans'a... Obruğun temelinde Roma'nın açık seçik gururla duran asker heykeli ve ona buruk bakan Bizanslılar. Etrafta dönemin kiliseleri, toplam dört tane. Son cemaat bölümü, neftleri ve apsislerindeki çift pencereyle özgün 5. yy Çukurova kiliselerine örnekler oluşturmakta. Sonra inananların kalpten dualarını taşıyan yazıtlar, bin yıl önceki duygularını bize anlatıyor. üstünden ver elini Toroslar...
Kanlıdivane'den Cambazlı'ya gidiyoruz. Bilmediğim bir şeydi oranın Cambazlı değil Canbazlı oluşu. Zaten oradan attığım ilk twitte de, adını yanlış yazmıştım. Sonra düzelttim, meğer koyun pazarı oluşuna atfen ismini almış. Yolda Alakilise. Kiliseler genelde ala, kızıl ve kara oluyorlar. Renk dışında duygulanım var mı, tartışıyoruz.
Alakilise basilika tipinde ve sağlam kalmış, çevresi taş duvar, bahçede bir su kuyusu mevcut. Ayazma denebilir mi, yine tartışma konusu.
Canbazlıda in antis sütünlü Roma anıt mezarları bizi karşılıyor. Anıt mezarların bodrumunda klinelerin yanında yazıt araştırıyoruz, ama bulamıyoruz. Ancak bir
lahit kapağının üzerinde aslan heykeli görülüyor. Aslanın duruşu bekçi aslan gibi değilde, yatanın aslan olduğunu ifade etmekte. Benzer lahitleri Uzuncaburç' ta da gördük.
Sonra Uzuncaburç'a sıra geldi. Zeus tapınağı iç dış edilmiş, olmuş kilise. Tavanı fazla yüksek bulunulmuş ki, sütunların ortasında, ahşap hatılların dayanakları görülmekte. Tavanının alçaltılarak ısınmasınınkolaylaştırılması düşünülmüş olmalı. Tiyatro, sütunlu yol, Zeus tapınağı, Hellenistik kule ve en önemlisi iyi şans getiren ' Tiche' tapınağı, her yer ayrı güzel ve her yerin ayrı hikayesi var.
Sonra sırada Olba var. Uzuncaburçt'an 4 kilometre uzakta, anıtsal çeşmesi, su yolları ve kraliçe Aba'nın ayak izlerini takip ediyoruz. İki kilometrelik bir yürüyüşle Aba'nın sarayındayız. Rahip kızı, kral eşi ve güçlü bir kadın. Güçlü olmanın temel gereği siyaseti bilmekte ve Aba da siyaseti biliyor. Rakiplerini Roma'ya yem yaparak iktidarını sağlamlaştırıyor.
Gün kararırken Sason vadisi, yüzlerce yıl inananlar burada manastırlar kurdular. Tanrılarına ibadet ettiler, düşündüler, yıldızları seyrettiler. Milyonlarca yıl öncesinde ise, bölge deniz tabanıydı.
Kabuklu fosilleri mermer tabakalarının arasında kaldı, onlardan geriye kalanlar pembe mermerler arasında , beyaz kireç tabakaları olarak kendini göstermekte. Çömelek'te ki Roma köprüsünü göremiyoruz, vakit sınırlı, Koza yaylası ve Doğa oteli. Otel emekli bir öğretmen tarafından işletilmekte. Girişinde eski bir konaktan kalma Osmanlı eserleri var, fotoğraflarını alıyoruz. Geç vakit yenen bir yemekten sonra, hepimizi deliksiz bir uyku bekliyor.
Gün ağarıyor, her tarafımız ağrıyor ancak sabahın ilk ışıklarını uyanık karşılıyoruz. Koza güzel bir yayla ancak evleri niçin bu kadar iç içe yaparlar, bilemiyorum.
Sabah kahvaltısı ve ardından Mavga kalesi. Suların binlerce yıl oyduğu bir vadinin kenarında uzanmakta. Vadinin tabanından yüksekliği belki bin metre. Girişin hemen üzerindeki kulede Arapça kitabe bize, Alaaddin Keykubat tarafından 1230'da alındığını söylüyor.
Sonra Alahan'a geliyoruz. Çok yıllar önce gelmiştim. Taş işçiliği hayran birakmıştı da, biraz ötede kırılmış bir balık kabartmasına sahip çıkılmıyor diye üzülmüştük. Restorasyon ne zaman diye sorduğumuzda parasal engellerden bahsedilmişti. Nihayet 2013
Haziran'ında restorasyonu gördük. Ülke iyi yönelitirse zengin olur, zengin olursa eserlerini koruyabilir. Anıtlardaki yarıklar onarılıyor.
Sütunlar üst üste konuyor. Bizi kapıda Mikail ve Cebrail kabartmaları karşılıyor. Paganizmi temsil eden iki boğaya basmakta, yeni eskinin değerlerini silmek istiyor anlaşılan. Roma'nın boğası gitmiş,
Bizans'ın balığı kekliği gelmiş. Yol boyunca inananların lahitleri ve nihayet dönemin en güzel Doğu kilisesi tam karşımızda duruyor.
Onarımlar devam etmekte. Keyifle geziyoruz. Bizans Roma'nın koçuna herhalde kıyamamış ki kilisenin yükseklerinden koçlar bize bakıyor.
Alahan'ın içinde bulunduğu bu bölgenin taş işçilikte bu kadar iyi olmasının nedeni, bölgeden çıkan imparator Zeno. Bölgeyi ve insanlarını korumuş, kollamış, ihya etmiş. Alahan Ayasofya'ya, Ayasofya'da Süleymaniye ve Selimiye'nin yapılmasına neden olmuş. Onun için iyi ki doğdun Zeno...
Son durağımız Ermenek Yerköprü'sü. Yolda Rum dutlarını değerlendiriyoruz. Feke kalesindeki Rum dutu 2 B nedeniyle şahıs arazisinde kalmıştı da kesilmişti. İnşallah bunu kesmezler diyoruz.
Yerköprü dünya harikası ancak heyelan olmuş yakın zamanda, dikkatlice aşağıya iniyoruz. Su, ışık ve gölge, fotoğraf çekimi için en ideal ortam sağlanıyor. Ne de olsa fotoğrafçı bir gurubuz, ben hariç.
Sonra Göksu vadisinden Silifke'ye iniyoruz. Bin yıl önce haçlılar buradan Antakya'ya indiler. Farklı uluslardaki Hıristiyanları birleştiren Roma Germen imparatoru komutan Friedrich Barbarossa-Kızılsakal, Göksu kenarında boğularak veya kalp krizi geçirerek öldü. Ölmeseydi Haçlılar arasındaki çatlaklar olmayacak ve tarih başka bir şekilde akmaya devam edecekti.
Sonra dönüş, yorgun ama mutluyuz, güzel başladı, güzel bitti. başka bir şekilde akmaya devam edecekti.
Teşekkürler Haluk başkan, teşekkürler Altınoran
Fotoğraflar; Pelin Etiman, Selda Bilen, Mehmet Kobaner
İpek Kobaner
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları