Kendini yaratan efsane IRON MAIDEN
Geldik bir yılın ve bir yazı dizisinin daha sonuna. Kuş gibi uçup gitti yine zaman parmaklarımızın arasından. Sadece anılar ve sanat elimizde kalan. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi yazı dizimizin sona erme sebebi devrimsel nitelikte müzisyenlerin azlığı değil, bilakis uzun yıllar konu edilseler tükenmeyecek olmaları. Finali ise son derece öznel bir biçimde, en sevdiğim Heavy Metal grubu Iron Maiden’a ayırdım bencilce.
“Biz başlangıçtan beri canlı çalan bir grubuz. Bu da önemli bir etken. Bazıları stüdyoda çok güzel kayıt yapar ama sahnede iyi değildir. Kimisi de sahnede kopartır ama stüdyoda beceriksizleşir. Biz ikisini de bir araya getirebilmiş bir grubuz. Biz Iron Maiden’ız!” Steve Harris
Diziyi takip edenler bilir; nice büyük müzisyeni anlatırken Rock ve Metal türlerinin doğuşuna ve yayılışına da ayna tuttuk ucundan. 70’lerin başında zirve yapan bu gelişim aniden yepyeni bir kültür ve müzikal türle kısa ama şoke edici bir kesintiye uğradı; Punk. Özellikle umutsuz İngiliz gençlerinin bolca Anarşi ama bir yandan da umarsızlık ihtiva eden, yıkıcı ve haylaz tavrını körükleyen, çiğ ve yalın bir müzik türüydü Punk. Dönemim popüler müziğindeki gitar hakimiyetini kırmış, merkeze klavyeyi oturtmuş, saldırgan ve bolca politik söylem içeren bu tarz, kısa sürede dünyaya yayıldı ve “Heavy Metal ölüyor mu?” sorusunu ilk kez gündeme getirdi. Oysa Metal, henüz bebekti, ölemeyecek kadar genç, dirençli ve enerjikti. Bu dönemde, direnen yeni İngiliz Grupları filizlenmeye başladı ve İngiliz basını hemen onlara (ve tarzlarına) ortak bir isim verdi; New Wave Of British Heavy Metal (İngiliz Heavy Metal’inin Yeni Dalgası). Samson, Angel Witch ve Diamond Head’in öncülüğünü yaptığı bu hareketi tüm dünyaya taşıyacak, kendi adıyla beraber tarihe kazıyacak bir gruba gebeydi 75 yılı; ölümsüz efsane Iron Maiden’a.
Aslen bir futbol manyağı olan, West Ham ya da Liverpool’da oynama hayalleri kuran Steve Harris, 14 yaşında satına aldığı bir gitar sayesinde ilgisinin ve yeteneğinin müziğe yöneldiğini fark etti. Yıllarca bir çok irili ufaklı grupta bas gitar çalan ama müzikal anlamda tatmin olamayan Harris, 1975 yılının Noel gecesinde gitarlarda Dave Sullivan ve Terry Rance, davulda Ron Matthews ve vokalde de Paul Day’den oluşan kendi grubunu, Iron Maiden’ı kurdu. Grup, adını Harris’in o sıralarda izlemiş olduğu ‘Demir Maskeli Adam’ filminde görüp etkilendiği, çivili tabut şeklindeki bir ortaçağ işkence aletinden alıyordu. Grup, güncel modalara kapılmadan, etraflarında dolaşan menejerlerin ve yapımcıların yönlendirmelerini umursamadan kendi bildiği, inandığı müziği yapmaya başladı. Küçük kulüplerde sahne alan grup, kısa sürede sadık bir dinleyici kitlesi oluşturdu. İlk demo kayıtları, hiçbir medya desteği olmadığı halde kısa sürede 5.000 adet sattı.
“Ben Heavy Metal’in underground’da kalmasından yanayım. Çünkü bu müzik saf ve hepimizin albümler yapmamızı sağlayacak kadar kemik bir kitlenin olması benim için yeterli. Ondan sonra bir pop starı olmamızın bir anlamı kalmayacaktır. Çok satan bir pop starına dönüşmek istemem.” Bruce Dickinson
Her grup gibi Maiden’da sık sık elemanlar değiştirdi. Lakin özellikle ilk dönemi için yazıyı bu isimlerle doldurmak istemiyorum. 1980 yılında vokalde serseri tarzıyla gönülleri fetheden Paul Di’anno eşliğiyle kendi adlarını taşıyan ilk albümlerini yayınladılar. Ağırlıkla Harris’in melodik yürüyüşlü melodileriyle dolu bu albüm sadece değişik ve özgün müzik tarzıyla değil, kapağıyla da müzik endüstrisine damgasını vurdu. Derek Riggs’in illüstrasyonu olan sevimli mumya ‘Eddie The Head’, o günden bu yana Iron Maiden kapaklarının değişmez oyuncusu durumunda. İlk albümün kapağında sokakta yürüyen kendi halinde bir yaratık iken ‘Killers’da bir katile dönüştü. ‘Number Of The Beast de ise şeytanın iplerini elinde tutan bir yaratıktı. ‘Piece Of Mind’ da beyni alınmış ve akıl hastanesinde bir odaya zincirlenmiş bir meczup ‘Powerslave’in kapağında Mısır’ın ünlü Sfenks’i olmuştu. ‘Live After Death’de mezarından fırlayan bir zombi haline gelen Eddie, ‘Somewhere In Time’ ile birlikte çağ atladı ve silahlı bir cyborg haline geldi. 1988 tarihli ‘Seventh Son Of A Seventh Son’ ile birlikte ise eski Eddie’nin öldüğü ve ruhundan yeni kuşak bir Eddie’nin var olduğu söylenmekteydi. Bu simge yaratık grubun yeni albümlerinde daha modern illüstrasyonlarla yer almaya devam ediyor. Ayrıca single kapaklarında, CD yüzlerinde, tişörtlerde yani Iron Maiden ile ilgili olarak aklınıza gelebilecek her yerde onun değişik figürlerine rastlamak mümkün. Turnelerde kurulan dev sahnelerde Eddie figürü kimi zaman bir fresk, kimi zaman sahnede yürüyen bir robot olarak hep vardır. Maiden’dan sonra çıkan her grup bu sebeple kendine bir ikon bulabilme telaşına düşse de hiç birisi Eddie kadar popüler ve kalıcı olamadı.
1981’de çıkan ikinci albüm Killers, başarılarını perçinlerken sekiz ay sürecek olan ilk dünya turnesi başladı. Avrupa’nın yanı sıra ilk kez gittikleri Japonya, Avustralya ve Kuzey Amerika’yı kapsayan turne sırasında 15 ülkede 126 konser verdiler. Yugoslavya’daki konserleriyle bu ülkede konser veren ilk batılı rock grubu oldular. Turne sırasında solist Paul Di’Anno’nun giderek artan içki ve kokain kullanımı sesini ve konser performansını etkilemeye başlamıştı. Di’Anno 1981’in Eylül ayında gruptan gönderildi. Ekim ayında yerine Samson grubundan Bruce Dickinson dahil oldu. Yeni albüm The Number of the Beast, 1982’de piyasaya çıktı ve İngiltere listelerine 1 numaradan girdi. İlk birkaç ay içerisinde 1 milyonun üzerinde satış yapan albüm neredeyse yayımlandığı bütün ülkelerde ilk 10’a girdi, toplamda iki gümüş, sekiz altın ve iki platin plak kazandı.1982’nin Aralık ayında yine alkol problemi yüzünden davulcu Clive Burr gruptan gönderildi. Yerine Fransız Trust grubundan Nicko McBrain geldi ve vokalde Bruce Dickinson, gitarlarda Adrian Smith ve Dave Murray, bas gitarda Steve Harris’den oluşan efsanevi kadro oluştu.
“Biz sadece sevdiğimiz müziği yapıyoruz, eğer insanlar bunu seviyorsa güzel, sevmiyorlarsa hiç önemli değil, herhangi bir ödün vermeyiz, hiç vermedik. Çok sert ve agresif, bir o kadar melodik bir müzik icra ediyoruz, buna devam edeceğiz.” Janick Gers
Iron Maiden’ı devrimsel yapan ögelerden başlıcaları yarattığı ikonu, ömürleri boyunca neredeyse hemen hiç basın (özellikle MTV) desteği almadan, tırnaklarıyla zirveye tırmanmaları, son derece sert olan sound’un aynı zamanda çok melodik olması, şarkılarının ortalamanın çok üzerinde uzunlukta olması, konularını edebiyattan, sinemadan ve mitolojiden alınan şiirsel yoğunluktaki şarkı sözlerini dahiyane armonilerle işlenmesi, tüm elemanların sanatın hemen her alanını takip ediyor olması (Bruce Dickinson’ın yayınlanmış 2 romanı, çok sayıda kısa öykü ve senaryosu vardır), eşsiz sahne tasarımları ve şovları, albümlerinin büyük kısmını canlı kaydetmeleri, tüm elemanlarının hem söz hem de müzik yazabilmeleri dolayısıyla zengin ama özgün bir soundlarının olması, sahnedeki kusursuz performansları ve asla tükenmeyen enerjileri, buna bağlı olarak da konser kayıtları en çok satılan grup olmaları diyebiliriz. The Beatles’ın Amerika’yı fethinden beri her İngiliz müzisyenin Birleşik Devletler’de tanınma hayali ve bu uğurda verdikleri tavizlere karşı, Maiden, endüstriye karşı hep kendi bildiği gibi oynadı, duruşunu ve tarzını asla değiştirmedi. Buna rağmen sadece Amerika’da değil, Uzak Doğu’dan demir perde ülkelerine, Asya’dan Güney Amerika’ya kadar tüm dünyayı kısa sürede etkisi altına aldı ve tüm zamanların en bilinen Heavy Metal grubu oldu.
“Müzik ve bir müzik grubunda olmak aşka çok benzer. Benim için seks, müziktir. Bunu yanlış anlamayın. 10 veya 12 yıl Iron Maiden’da çaldım. Bu adamlarla gördüğüm ve yaşadığım şeyler ailemde görüp ve yaşadığım şeyden çok daha fazla.” Nicko McBrain
1990 tarihli No Prayer For The Dying’e kadar bir arada olan efane kadro’dan ilk kopan gitarist Adrian Smith oldu. Yerine gelen Janick Gers yokluğunu çok hissettirmese de solo çalışmalarına ağırlık veren Bruce Dickinson’ın ayrılışı fanatik Maiden hayranlarını şoka soktu. Mikrofona geçen Blaze Bayley çok iyi bir vokalist olmasına rağmen son derece geniş bir renk aralığına sahip olan Dickinson’a alışık kitle için büyük hayal kırıklığı yarattı. Bayley ile yapılan iki albümün satışları da doğru orantılı olarak oldukça düşüktü. Bu arada sesinde ve performansında sorunlar yaşamaya başlayan Bayley gönderildi ve Bruce Dickinson tekrar dümene geçti, üstelik yanına beraber çalışmayı sürdürdüğü Adrian Smith’i de alarak. Grupta her biri hem ritm, hem solo çalabilen, hem söz yazıp hem de beste yapabilen üç gitaristle Maiden, Heavy Metal dünyasında başka bir devrime daha öncülük etmiş oldu.
Bu kadroyla olan ilk albüm Brave New World 2000’de çıktı ve büyük bir ilgi ile karşılandı. Maiden hiç durmadan konserler verdi. Daha sonra Best Of’lar, Box Set’ler, Konser CD’leri ve DVD’ler piyasa sürdüler. 2003’de Dance Of Death, 2006’da A Matter Of Life And Death ve son olarak da 2010 yılında Final Frontier albümleriyle dünyayı sarsmaya devam ettiler, ediyorlar. Sizler bu satırları okurken bu yaşlı kurtlar dünyanın bir köşesinde, onbinlerce seyirciyi müzikleri ve enerjileriyle coşturuyor olacaklar.
Iron Maiden fanatikleri belki de bu yazıyı yeterli bulmayacaklar, kısmen de haklılar. Size günlerce aralıksız anlatabilirim Maiden’ı ve müziğini ama ne yazık ki yerimiz bu kadar.
IRON MAIDEN’DAN DİNLEMEDEN ÖLMEYİN:
1. Running Free
2. Flight Of Icarus
3. Aces High
4. Wasted Years
5. The Clairvoyant
6. Fear Of The Dark
7. Ghost Of The Navigator
8. Dance Of Death
9. The Reincarnation Of BenjaminBreeg
10. When The Wild Wind Blows
Edip Kuzey Akten
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları