Kulaklarımızdaki O Sesin Sahibi


Pamuk Tarlaları

Bir dili olsa da pamuk tarlalarının,
Çocukluğumu anlatsa.
Anlatsa yaz günlerinde sokak taşlarının 
Nasıl kavurduğunu çıplak ayaklarımı.
Çukurova çocuğuyum,
Doğum, 1946.
On beş Eylül akşamının karanlıklarını
İlk çığlıklarım bölmüş.
Doğar doğmaz ağlamışım,
Senin gibi, onun gibi, herkes gibi.
Sormamışlar bana;
Doğmak ister misin? diye. 
Üç tekerlekli bisikletimle az mı dolaştım
Tepebağ Mahallesi’nin arka sokaklarında?
Yeşil kapılı, geniş avlulu evimizi sormayın.
Okul dönüşlerinde üçer beşer atlayarak 
Çıktığım tahta merdivenler,
Yol oldu, cadde oldu.
Cemalpaşa’ya, Barajyolu’na dolmuşlar kalkıyor şimdi oradan.
İlk kez o evde kazımıştım
Dudaklarımın üzerinde türeyen üç tel kılı.
İlk kez o eve götürmüştüm,
Alsaray Sineması çıkışında tanıştığım kızı.
Kimbilir hangi komşudaydı annem?
Evimiz uzaktı pamuk tarlalarına.
Bir başka evde yaşarken uğurlandım askere.
Yıl 1968, Edremit, 19.Tümen.
Gazozcu Salih’in oğlu, Hayriye’nin kara gözlü kuzusu
Çakı gibi asker.
Ne çakısı be, sustalı bıçak gibi.
Kafa dersen sıfır numara traşlı,
Kafa dersen Adana’da kalan sevgiliye takılı,
Kafa dersen Toros Dağları gibi dumanlı.
Bir hasretlik pamuk tarlalarına,
Bir özlem kentimin yüzleri şelaleye döndüren Ağustos sıcağına.
Bomba İsmet’le kardeş gibiydik,
Askerlik sonrası günlerimiz birlikte geçerdi.
Şarapçı meyhanelerinde Cahit Seyhanlı’nın 
Veremli Kız sarkısını dinlerdik.
Bazen de Berkant’ın Samanyolu’nu.
İkimizde aşıktık.
İsmet mahallesindeki bir kıza vurgundu,
Bense Sucuzade Mahallesi’nde ki bakkal Hatice’nin kızına.
Üç kadehten sonra hüzünlenir, 
Meyhaneci Dalgacı Ayhan’dan pikaba başka plak koymasını isterdik.
Suat Sayın’dan şarkılar dinler, yalnızlığımızı bölüşürdük.
Urfalı Babi’nin sohbetine doyum olmazdı
Rakı kokan akşamlarda.
İçkisinden bir yudum alır, acı biber salçasını meze yapardı.
Zevkiyle acılarını harmanlardı Urfalı Babi.
Ahhh! Bir dili olsa da pamuk tarlalarının
Gençliğimi anlatsa.
Gazoz sattığımı, mısır sattığımı, yakalara balina sattığımı.
Anlatsa bunları.
Ve anlatsa satmadığımı insanları.
Az mı şiir okudum Asfalt Rıza’nın Emirgan Çay Bahçesi’nde?
Az mı sunuculuk yaptım Çolak Mustafa’nın Denizli Mahallesi’nde ki cambazhanesinde?
Deli Turgut’u yanımda bıçakladılar,
Bebekli Kilise’nin önünde.
İnce Cumali’yi bir yazlık pavyonda kurşunladılar,
Karikatür Duran gibi.
Barcı Halil’de kurşunlarla tanıştı Garden Saz’da.
Yeşil kapılı, geniş avlulu evimiz,
Anılarımla birlikte yenik düştü buldozerlere.
Okul dönüşlerinde üçer beşer atlayarak çıktığım tahta merdivenler,
Yol oldu, cadde oldu.
Baraj Yolu’na, Cemalpaşa’ ya dolmuşlar kalkıyor şimdi oradan.
Foto Celal’de gitti, Dalgacı Adnan’da, Urfalı Babi’ de.
Bir gün ben de bineceğim bir dolmuşa.
Ve bir şarkı yükselecek pamuk tarlalarından,
Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş.
 
Mesut MERTCAN
 
 
       
S. Haluk Uygur Özel Arşivi 


          Bu şiiri okuyunca 1960’lı yıllara gittim. Büyüklerimin anlattığı Adana’ya. 
 
          En iyi aşık anlatırmış sevdiğini, o da bir Adana aşığı. Şiirinde sevgi var, özlem var. Çok erken ayrılmış olsa da, memleketi hep burnunda tütmüş. Çukurova’da ki dostluğu, samimiyeti  bulamamış dışarılarda. Özlemini şiir yazarak dile getirmek istemiş. 

          Siyah beyaz ekranların kahramanı o. Kulaklarımıza işleyen sesin sahibi. Yaşamının önemli bir bölümünde aslında gözümüzün önündeydi  Mesut Mertcan.
         
          Çocukken Adana’nın kavurucu sıcaklarında, sık sık mahalle bakkalına atardık kendimizi, o nefis tatla serinlemek için. Sadesi, portakallısı, kola renginde olanı.  Gazozu ben sade içerdim hep. Vatan Gazozu, Zaman Gazozu, Seyhan Gazozu, Ceyhan Gazozu, Hayat Gazozu, Çukurova Gazozu ve birçok çeşit daha… Hepsi güzeldi. Hangi birini düşünsem, hepsi şu anda piyasadaki gazozlardan daha iyiydi.

          Mesut Mertcan 1946 yılında, Vatan Gazozları’nın sahibi  namı diğer gazozcu Salih ile Kıbrıs Magosalı Hayriye’nin çocukları olarak, Adana Tepebağ’da dünyaya geldi.  Ancak ailevi anlaşmazlıklar nedeni ile annesi ve babası, o daha doğmadan ayrılmışlardı bile.  Baba ocağı Havuzlubahçe’de kaldı, o annesi ile Tepebağ’da büyüdü.  Daha sonra aynı babadan dokuz kardeşi oldu.  

          Çocukluğu Tepebağ’ın dar sokaklarında geçti. Ama Tepebağ eskiden böyle miydi? Şehrin pek değerli bir yeriydi. Burada evi olmak önemliydi. Evler yan yana, yakın yakındı. Yollar daracık. Hele bazı yerlerde iki araba karşı karşıya gelse geçemez. Bir de eskiden  Adana’da kıymetli şeyler için, “Tepebağ’ dan mülk mü aldın?” denirdi. 

Fotoğraflar S.Haluk Uygur

          İlköğretim hayatı Adana’da başladı. Ortaöğretimde başarılı bir öğrenci değildi, onun aklı fikri mikrofondaydı. Küçük yaşına rağmen gazinolarda, çay bahçelerinde, cambazhanelerde sunuculuk yaptı. Annesi ise onun için endişeleniyor, daha iyi bir mevkide görmek istiyordu. Bu nedenle Mesut’u İstanbul’a, kız kardeşinin yanına, Işık Lisesi’ne yatılı okumak için gönderdi. 

          Tam Adana şivesi etkindi konuşmasında. Bu nedenle kolejde alay ediliyordu. Bir gün bir kız arkadaşını sinemaya davet etmek istedi. Kibar konuşmak için aynada yarım saat prova yapsa da, kızı görünce heyecandan “Rica etsem benimle sinemaya gelir misin? yerine “Sinemaya gidek mi? dedi.  Kız çok alay etti. Çok ağlayan ve hırslanan Mesut, konuşmasını düzeltmeye karar verdi. Eniştesi İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçılarından Reşit Baran’dı, aynı zamanda velisiydi. Ona gitti ve “Alay ediyorlar ne yapayım?” diyerek yardım istedi. Eniştesi “Çalışmakla düzelmeyecek hiçbir şey yok” dedi. Ona tiyatro kitapları verip kuralları gösterdi ve o da çok çalışıp Adana şivesini düzeltti. Okulda tiyatro çalışmalarına başladı.

          Daha sonra ekonomik sebeplerden dolayı  Adana’ya geri döndü. Ama tiyatro aklında kalmıştı. Sürekli Türkçe okuyordu. Bu sefer Adanalı arkadaşları muhallebi çocuğu demeye başladılar ama bu onu hiç etkilemedi. 

          Türkiye genelinde de esen  68 Gençlik Hareketi rüzgarının da etkisiyle, Adana’nın sanat ortamına biraz olsun hareket getirebilmek amacıyla biraraya gelen Adanalı gençler, “Adana Kültür ve Sanat Derneği’ni oluşturdular. Derneğin tiyatro faaliyetlerini de “Dost Oyuncular” üstlendi. 1967-68 tiyatro sezonunda kurulan topluluğun kadrosunda: Bünyamin Satanoğlu, Şahin Ersoy, Kenan Yanar, Sinan Bozkurt, İsmail Ökke, Nuri Özaydın, Mesut Mertcan, Ender Yiğitel, Sinan Bozkurt, Süheyla Yanar, Zeki Göker, Sema Göker gibi isimler vardı.

          Mesut  hocalarına danışarak daha iyi nasıl konuşabilirim diye çok çabalıyordu. Kim güzel konuşuyorsa sürekli olarak onlarla beraber olup, onları taklit etmekten çekinmedi.  
          Topluluğun sorumlu yönetmeni Bünyamin Satanoğlu, anılarında Mesut Mertcan’dan şöyle bahsediyor; 

          “Bizim bir grubumuz vardı, birbirimizin evine destursuz girecek kadar samimiyiz, ekmeği bölüşen insanlarız. Evimizde halı mı var, kilim mi var, Giritli çulu mu var bilmeyiz. Ne bulursak onu paylaşırız, beraber yer içer, sohbet ederiz. Bir gün tiyatrocu arkadaşım Zeki Göker’le yolda gidiyoruz,  karşıdan Mesut geliyor. O zaman Asfalt Rıza’nın Emirgan Çay Bahçesi’nde takdimcilik yapıyor. “Ne haber lan” dedik. “ Valla 75 lira aldım” dedi.  Asfalt Rıza o zaman Nejat Uygur’un grubuna 150 lira veriyor, 75 lira çok büyük para, inanmadık. “Verse verse 30 lira vermiştir” dedik,  Mesut’un koluna girdik. Şimdiki Dörtyolağzı’nda, Teknosa’nın olduğu yerde Rio isminde bir çorbacı vardı. O zaman her mevsim patlıcan, domates yok. Patlıcan yeni çıkmış, çok pahalı. 75 lirayı duyduk ya yiyeceğiz o parayı. Herkes bizi görsün diye İnönü Parkı’na bakan yere sandalyeleri koyup, karnıyarık pilav yedik, çorba içtik. Bizim için çok lükstü. Mesut 30 lira hesap ödedi. Çorbanın fiyatının 75 kuruş olduğunu düşünürsek Mesut sayesinde epeyce alem yapmıştık. Kimin cebinde para varsa onu bölüşürdük. Bora Reklam vardı, orada ilk reklam filmimde Mesut’la beraber oynadım.”

         Aynı arkadaş grubundan İsmail Ökke ise anılarında Mesut Mertcan’ın aklının fikrinin güzel konuşmakta olduğunu söylüyor. ”Her yerde sunuculuk yapmaktaydı.  Yakışıklı, babayiğit biriydi. O yönünü de kullanarak okullarda sunuculuk yapıyor, şiirler okuyordu. O dönemlerde şiir günleri, bilgi yarışmaları yapılırdı. Mesut hep bunların içerisindeydi. Tiyatroda çok fazla oyunda oynamadı. Birlikte Yağmurcu isimli oyunda oynadık. O Yağmurcu, ben ise şerif rolündeydim. Yıl: 1967.  Ben askere gidip geldikten sonra kendisi TRT’nın sınavını kazanmış Erzurum’a gitmişti. Uzun bir aradan sonra ortak bir arkadaşımızın düğününe geldi. Düğün çok ilginçti. Tiyatrodaki arkadaşlarımızın hepsi birbiriyle küs, ama bir düğün var ve o küslerin hepsi orada eğlence yapıyor. Ben ayaklara balon bağlayıp patlatma yarışması yaptım. Biz bir gruptuk ve birbirimize ihtiyacımız vardı. Bugünkü gibi bireycilik yoktu. Tiyatro da öyle yürüyordu.”

          Hem çalışıp hem okumak zorunda olan Mesut Mertcan, liseyi bitirenlerin parmakla gösterildiği o yıllarda çift dikiş gidiyordu. Adana İl Radyosu reklam ajansında çalışıyor, ara sıra reklam geldiğinde kendi konuşuyordu. O zamanlar yurt dışında yakını olanlar radyo aracılığı ile sesli mesaj gönderiyorlardı. Bir gün yurt dışında yaşayan kız kardeşine mesaj gönderdi. Radyo müdürünün dikkatini çekti.

          Mesut’un düzgün konuşmasını beğenen, en önemlisi gözlerindeki ışığı ve mikrofon hevesini gören radyo müdürü onu karşısına aldı  “konuşman güzel, ses tonun güzel, okul dışından sınavlara gir” dedi.  33 dersten sınava girdi ancak Çukurova Radyosu’nun açtığı spikerlik sınavını Eylül’de gireceği tek ders sınavından dolayı kaçırdı. 1967 yılında TRT’ye müracaat etti, reklamlarda konuşabilir oluru aldı.

          Artık Adana’da sunuculuktan dolayı tanınıyordu. 1969 yılında 1.Altın Koza Film Festivali’ni o sundu. Yılmadı, aldığı belge ile TRT’ye mektup yazarak “Türkiye’nin neresinde olursa olsun spikerlik yapmak istiyorum” dedi.  Zorlu sınavlara girdi ve 1973 yılında TRT Erzurum Radyosu’nda mesleğe başladı. O yıllardan bir anısını şöyle anlatıyor:

          Radyoevinde Erzurum'un kurtuluşu ile ilgili bir ihtiyar gazi ile söyleşi yapıyordum. Bant kaydına alınan bu program 12 Mart’ta yayınlanacaktı. Soruyu sordum.
- Dede anlat bakalım Erzurum'u düşmandan nasıl kurtardınız? 
- Milli birlik ve imanımızın gücü ile toplanıp gavurun … …
Kaydı durdurdum ve dedeyi ikaz ettim. Bu programı tüm Türkiye'nin seyredeceğini, kelimelerin küfürsüz olmasını istedim. Dede celallenerek;
- Ne baba, yalan söyleyerek günaha mı girek? dedi.

          İdeali haber spikeri olmaktı. Tekrar sınavlara hazırlandı ve redaktörlük sınavını kazanarak bölge radyosundan Türkiye radyolarına geçiş yaptı. Ankara Radyosu'nda Sabahtan Sabah’a programıyla devam etti. Üç ay sonra TRT Haber Merkezi'ne redaktör spiker olarak  geçiş yaptı. 

          Türkiye'de televizyonların siyah–beyaz yayın yaptığı günlerden itibaren yaklaşık 15 yıl TRT'de spikerlik yapan Mesut Mertcan, Adana ile ilgili şöyle söylüyor;

          “Adana’da sahne sunuculuğu yaptım, gazinolarda çalıştım. Hiç utanmadım, hep gurur duydum. Eğer geçmişte o işleri yapmamış olsaydım bugünkü Mesut Mertcan olarak tarihe iz bırakamazdım. Adana’da yaşadığım kardeşlik duygularından dolayı mesleğimde de aynı duygularla çalıştım. Biz de öncelikle kardeşlik duyguları egemendi. Beraber çalışırdık, yardımlaşma, dayanışma vardı çünkü biz bir aileydik. Çukurova’nın bu paylaşımcılığı yıllar boyunca bu topraklardan birçok değerin yetişmesini sağlamıştır.”

          Mümtaz Soysal'ın başkanlığını yaptığı Uluslararası Af Örgütü Denetim Kurulu Üyeliği yaptığı dönemde, 12 Eylül 1980 tarihinde, Genel Kurmay’da olağan dışı bir hareketlilik vardı. Ordu yönetime el koymaya hazırlanıyordu. Askerlerin ilk duraklarından biri, olayın tüm Türkiye’ye duyurulacağı yer olan TRT Ankara Radyosuydu. Mesut Mertcan askeri müdahale ile ilgili ilk bildiriyi tüm Türkiye’ye okuyan TRT spikeri olarak oradaydı. 

          Askerler 12 Eylül 1980  müdahalesiyle tüm Türkiye’de yaklaşık 3 yıl süreyle yönetime el koydu ve demokrasiyi askıya aldı. Başta Başbakan Süleyman Demirel olmak üzere 16 siyasetçi 121 gün gözetim altında tutulmak üzere Zincirbozan’a gönderildi. 650 bin kişi gözaltına alındı ve yargılandı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Yüzlerce kişi idam cezasına çarptırıldı. 50 kişinin infazı gerçekleştirildi. Türkiye sivil hayata 1983 yılında yapılan milletvekili genel seçimleri ile dönebildi.

          Mesut Mertcan görevi gereği bu duyuruyu yapmış ancak kamuoyunda bu özelliğiyle hatırlanmış olmaktan hep üzüntü duymuş. "İşkencelere, idamlara karşıyım. İnsanları seven birisiyim. Darbeyle anılmak beni rencide ediyor" diyor. 

          TRT’deki görevinden 1987 yılında siyasete atılmak üzere ayrıldı. Ancak siyaset, duygusal kişiliğine uygun bir yer değildi. Daha sonra Star, Kanal 6, Kanal 9, Ulusal Kanal gibi özel kanallarda haber spikerliği, haber koordinatörlüğü yaptı. Belgesel seslendirdi, filmlerde seslendirme ve oyunculuk yaptı.  

          “Şimdi Şiirler 2001” isimli kendi şiirlerinden oluşan bir albümü var. Yüzden fazla yazdığı şiiri bulunmakta ve bunları bir kitap haline getirmeyi planlamaktadır. 

Filmleri;
 
2009- İlkler ve Tekler Şehri  (Seslendirme-TV Filmi)
2009- Yedi Düvelin İncesi; Mihaliç  (Seslendirme-Sinema Filmi)
2002- Sevdamsın Benim  (TV Filmi)
2001- Kırlangıç Dönüşü  (Sinema Filmi)
1996- Ekmek   (Konuk Oyuncu-Sinema Filmi)
         
          TRT spikerlerinin en belirgin özelliği ciddi olmalarıydı. Ayrıca Türkçeyi çok güzel kullanırlardı. Mesut Mertcan sayesinde çocukluğumuzun, gençliğimizin hafızalarımızda yer eden, haberi haber gibi veren simalarını hatırlayalım;
         
          Jülide Gülizar, Zafer Cilasun, Tuna Huş, Aytaç Kardüz, Orhan Ertanhan, Zafer Kiraz, Çetin Çeki, Can Akbel, Mesut Mertcan, Ülkü Kuranel, Canan Kumbasar, Erkan Oyal, Nermin Tuğuşlu, Şengül Kılıç, Metin Canbaz, Tansu Polatkan, Melih Pandül ve diğerleri.. 
          Özellikle tek kanallı TRT yıllarında her akşam evlerimize misafir ettiğimiz,  güzel Türkçeyi onlardan dinlediğimiz bu unutulmaz insanları saygı ile anıyoruz. 

          Mesut Mertcan iki çocuk ve üç torun sahibi. O bir Çukurova insanı. Çukurova gibi çok sıcak. Çukurova insanı merttir, yiğit ve cesurdur. Kahramandır, yufka yürekli ve yardımseverdir. Duygulu ve coşkuludur. Tok seslidir. Bu duygusunu, coşkusunu içinde saklayamaz. Hemen dışa yansıtıverir. Sözleriyle belli edemezse dahi hareketleriyle ortaya koyuverir. Bu özelliklerin çoğunu röportajımız süresince hissettiğimiz Mesut Mertcan’a sağlıklı bir ömür diliyoruz. Kendisine ait bir şiirle başladığımız röportajı yine kendisine ait bir şiirle sonlandırıyoruz.

Bizden Birileri

Bir Ali, bir Mehmet, bir Fatma Bacı vardı.
Oy!
Eller nasır nasır,
Tenler kavruk kavruk,
Yürekler çelik çelik.
Bizden birileri vardı.
Elde kazma kürek,
Çıkında soğan ekmek,
Bir türkü dilde.
Oy! Anam anam oy!
Oy! Anam anam oy!
Ali’nin, Mehmet’in, Fatma Bacı’nın
Umutları vardı ak duygularında,
Çocukları vardı başak boyunda.
İbraham pabuç ister,
Hatçe fistan ister,
Zeynep okul ister.
Hakkını ister bizden birileri.
Hakkı yüce yüce.
Elde kazma kürek,
Çıkında soğan ekmek,
Bir türkü dilde.
Oy! Anam anam oy!
Oy! Anam anam oy!
 



Sayı 28 (Eylül - Ekim 2015)

Bu yazı 7690 defa okundu.