Leonardo Da Vinci Toroslar'da Dolaştı ve Sel Afetine Çare Aradı Dersem İnanır mısınız?
(Belki Adana’yı da ziyaret etti)
Resim sanatının büyük ustası, doğa bilimci, anatomist, mühendis ve mimar... Arka arkaya bir çok şey sayabiliriz onun hakkında...
Daha da önemlisi Leonardo Da Vinci henüz yaşarken bilgisi nedeniyle hükümdarları etkilemiş, onlara ülkelerinin sorununu çözmeleri için bilgisiyle yardım etmiş bir bilim insanı. Bir çok hükümdar onu şehrine davet ederek çeşitli konularda görüşlerini almışlar.
Bunlar arasında Papa ve Roma şehrinde yaşayanların olduğunu biliyoruz. Milano’yu yöneten dükler de ondan yardım beklemiş. Fransa kralı Güneş Lui de Paris ve diğer Fransa şehirleri için bilgisinden yararlanmış. Pisa... Siena... Lombardiya... Ve tabi ki doğduğu şehir Floransa yöneticileri de onun desteğini istemişler.
Ama sıkı durun!... Bizim bölgemiz, yani (merkezi Halep olduğu için) o zamanlar Suriye diye anılan (daha derli toplu ismiyle Klikya diye bilinen) bölgenin yöneticileri tarafından da Toros Dağları’ndan gelen sel afetine çare bulması için davet edildiğini biliyor muydunuz?
ADANA’YI İŞARETLEDİĞİ BİR TÜRKİYE HARİTASI ÇİZMİŞ
Altınoran atölyelerinde anlatacağım Sanat Tarihi dersi için Da Vinci’nin sanatsal ve bilimsel gözlemlerini anlattığı defterlerinin tercümelerini karıştırırken; bir çok kişinin dikkat etmediğini düşündüğüm (çünkü hiç bu konuda yazılmış bir makale veya yazı görmedim) uzunca yazılmış bazı notlara, çizimlere ve üzerinde Adana’yı özellikle işaretlediği bir Türkiye haritasına rastladım.
Dokuz bin sayfa olduğu söylenen defterlerinin dört sayfasını ayırdığı bölümde, Suriye Defterdarı’na hitaben yazılmış iki mektubun kopyası vardı.
Belli ki Defterdar; Toroslar’dan gelen ve tufan gibi yok edici bir sele karşı, nasıl bir önlem almaları gerektiğini Da Vinci’ye sormuştu, usta da mektubunda ona yanıt veriyordu.
CALİNDRA (AYDINCIK) ŞEHRİNE GİRDİM
Mektubunda öncelikle Toroslar’dan gelen sel felaketinin tüm dünyada yaşandığından bahsederek defterdarı rahatlatmaya çalışıyor, arkasından da devam ediyordu;
“ (...) Ermenistan’ın bu bölgesinde, beni görevlendirdiğiniz konuda çalışmak üzere amacımıza en uygun olan şehre, Calindra şehrine girdim. Bu şehir Toros Dağları’nın eteklerinde yer alır ve batıya doğru büyük Toros Dağları’nın zirvelerini görür.”
Da Vinci birinci mektubunu Toros Dağları’nın zirvelerini, bu zirvelerde güneşin nasıl doğup, nasıl battığını uzun uzadıya anlatarak bitiriyor.
Serge Bramly’nin Leonardo Da Vinci’yi anlattığı kitabın Türkçe versiyonunun 391. sayfasında da, yazarın 1514 yılında sel felaketleri ve tufanla uğraştığı, özellikle Suriye’deki sel felaketinin onu etkilemesi üzerine defterine tufan resimleri çizdiğini yazdığını fark edince, Calindra diye bahsettiği ve Toros Dağları eteğinde bulunan o şehrin peşine düştüm.
CALİNDRA İLE AYDINCIK
Karşıma ise elli yıl önceki ismi Gilendere, eski dönemdeki ismi ise Calyndra olan, günümüzde Mersin’in bir ilçesi olarak yaşayan Aydıncık çıktı.
Gerçekten de Da Vinci’nin bahsettiği yıllarda Aydıncık’da Ermeniler yaşarmış. Üstelik Avrupalı tacirlerin sıkça uğradığı bir limanmış. Tam o yılları bilemem ama bölgenin (tabi ki bu arada Adana’nın) tarih boyunca çok sel yaşadığını, hatta aynı bölgede olan Adana’nın selden yok olacağının efsane edildiğini bilmeyen yoktur.
Bakınız, gezgin W.H Barlett 1836 yılında “Calendria” diye isimlendirdiği Aydıncık için “Suriye, Kutsal Topraklar ve Küçük Asya” isimli kitabında neler yazmakta (M.Yalçıner-Günaydın Kelenderis;Aydıncık kitabından aktararak);
“Klikya kıyısında küçük Calendria Limanı, mehtaplı gecelerde, doğanın sadık bir kopyasından ziyade bir ressamın hayalinde canlandırarak yaptığı bir tabloya benzer.”
Leonardo ikinci mektubunda ise Suriye Defterdarı’ndan özür dilemektedir;
“Saygıdeğer Defterdar, sitemlerinizde ima ettiğiniz üzere, beni tembellikle suçlamayınız. Bana gösterdiğiniz teveccüh ve sağladığınız yararlar beni bu kadar büyük ve dehşet verici olayın sebebini itina ile ve sabırla anlatmaya yöneltti. Bunu yapabilmek için zamana ihtiyacımız vardı”
Arkasından da hem Küçük Asya’nın (yani Anadolu-Haluk Uygur) hem de Toroslar’ın jeolojik özelliklerini anlatmaya başlıyor;
DA VİNCİ TOROSLAR’I ANLATIYOR
“Haziran ayı ortalarında, güneşin geldiği belli bir noktada Toros Dağı’nın gölgesi öyle bir yükseğe ulaşır ki bu gölge 12 günlük mesafedeki Sarmatya (*) sınırlarını; Aralık ayının ortasında ise kuzeye doğru bir aylık yol mesafesindeki Hiperborya (**) Dağlarını bulur.(...) Bu dağın (Toroslar- Haluk Uygur) özellikle de güneye bakan, bol ürünün alınabildiği, çok güzel su kaynaklarının ve nehirlerin bulunduğu eteklerinde, zengin bir halk yaşar (Kanımca Da Vinci burada Ovalık Klikya’yı kastetmektedir. Bahsettiği yer Göksu deltasının bulunduğu Silifke veya üç büyük nehrin suladığı Çukurova olabilir.-Haluk Uygur). Üç mil kadar yukarı çıkınca büyük köknar, kayın ve buna benzer ağaçların bulunduğu ormana ulaşırız (Zannederim burada bahsedilen üç mil yükseklikten çok, belli bir yüksekliğe ulaşılmak için alınan mesafedir- Haluk Uygur). Bu ormanlardan üç mil kadar sonra ise geniş çayırlar ve otlak alanlar gelir.(...) Ormanlık alanın üstünde kalan her şey çıplak kayalıktır”
DA VİNCİ’NİN HARİTASINDAKİ ADANA VE TAŞKÖPRÜ
Şöyle bir kafamda canlandırıyorum ve hayretler içinde kalıyorum. Da Vinci aynı bugünkü Toroslar’ı anlatıyor sanki. Buradan da Toroslar üzerinde dolaştığını ve çokça vakit geçirdiğini hemen anlıyoruz.
Usta’nın bölgeye geldiğini en önemli kanıtı ise; İskenderun Körfezi’ni , Seyhan (belki de Ceyhan... Çünkü kenarında Chıanı yazıyor. Ama İtalyancada “c” harfinin “s” diye okunduğunu dikkate alırsanız Seyhan da olabilir.) Nehri’ni ve hatta Adana’yı açıkça gösteren bir harita çizimi de yapmış olması. İlginçtir bu harita üzerinde tam Adana’nın bulunduğu yerde bir de köprü var. Biraz ötede bir köprü daha görülüyor.(Taşköprü ve Misis Köprüsü olma ihtimali yüksek- Haluk Uygur) Daha uzun olan köprünün kenarında köprü “ponte” yazıyor. Hatta köprünün adı da yazılı ama ben okuyamadım.
Bu bilgilerden yola çıkarak dünya sanat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ustasının bölgemize, belki de Adana’ya, ama tartışmasız bir şekilde Aydıncık’a geldiğini; bölgenin yöneticilerinden destek, belki de para aldığını ve bölgemizin hala sorunu olan sel felaketine çareler düşündüğünü öğreniyoruz.
Gerçekten önemli bir bölgede, önemli bir kentte yaşıyoruz diyebilirim. En azından Büyük Usta Da Vinci’nin bile ilgisini çekebilmiş önemli bir bölge.
(*) Sarmatya, MÖ 6-4 yüzyıllarda Orta Asya'dan Ural Dağlarına, ardından Güney Rusya ve Kuzey Kafkasya'ya, sonrasında ise Balkanlara kadar yayılmış olan bir halkın yaşadığı bölgeye verilen ad.. Bazı araştırmacılara göre Sarmatlar ağırlıklı Türk idi. ve hatta bazı araştırmacılara göre bir kısmı Türk öbür kısmı İrani idi.
(**) Hiperborya; Sibirya
Yararlanılan Kaynaklar;
1/Leonardo’nun Defterleri/Leonardo Da Vinci- Editör H.Anna Suh
2/Aydıncık Günaydın, Kelenderis/Mustafa Yalçıner
3/Leonardo Da Vinci/Serge Bramly
NOT; Konudaki bilgisine güvenmem nedeniyle bu yazımı dostum Dr. Mehmet Kobaner’e de sordum. Aramızda geçen yazışmayı da konunun açıklanmasında faydası olur düşüncesiyle sizlerle paylaşmayı uygun buldum;
Kobaner; Sevgili Haluk,Çok büyük bir keyifle yazdıklarını okudum. Ancak Leonardo ustanın İngilizce veya Türkçe metninden orjinali okumak olanaklı mı?. Örneğin Toroslarla ilgili yazdıklarını. Aydıncığın batısında yüksek Toros Dağları mı var. Bu konuda ana metnin okunması önemli.
Haluk Uygur; Ana metni okumak bir uzmanlık alanı... Çünkü belgelerde de gördüğün gibi soldan sağa değil sağdan sola doğru yazmış. Ve tabi ki o zamanki Floransa İtalyancasıyla...Ben bunun Türkçe tercümesinden naklediyorum.
Metinde eğer uyumsuzluklar ararsan tonlarca bulunabilir. Çünkü o zamanki araştırmacılar bazen gezdikleri, bazen de duyduklarını biriktirerek yazıyorlardı. (Piri Reis haritasında olduğu gibi) Ayrıca ölçüm aletlerinden çok, önsezi ve kanılarını kullanıyorlardı ve karşımıza yaklaşık bir şey çıkmaktaydı. Üstelik (benim bir kısmını aktardığım metnin) tamamını okursan Da Vinci'nin iki ayrı yazısında verdiği iki yükseklik bile birbirini tutmuyor.
Ancak açıkça yazdığı ve tartışmasız olduğunu düşündüğüm üç husus var, ben de ona ağırlık verdim yazımda...
Birincisi Suriye Deftardarı'nın kendisinden Toroslar'daki sel felaketlerini önlemek için çare istediği, hatta bunun için olanak (belki de para) verdiği...
İkincisi Da Vinci'nin Toroslar için kafa yorup, Calindra denilen limana (ki burası çok büyük ihtimalde Aydıncık'tır) gelip, Toroslar'da dolaştığı.
Üçüncüsü de İskenderun Körfezi civarını (ve tabi ki Adana'yı) en azından bir gezginden dinleyip, kafasında hayal ettiği biçimde haritasına çizdiğidir.
Haritayı incelersen kendisinin gördüğü veya başkasından dinleyip hayal ettiği Çukurova'daki bir nehri çizmiş. Bu da diğer iki nehirden haberinin olmadığı anlamına geliyor. Eğer bu gezgin 8veya Da Vinci) Yumurtalık Limanı'ndan karaya çıktıysa nehrin Ceyhan olması gerekir. (Ancak yazılarında Fırat Nehri'nden de bahsediyor. Ben daha çok anlatımlara dayanarak haritayı çizdiğini nehir isimlerini bu yüzden karıştırabileceğini düşünyorum) Haritadaki nehrin denizin içinden de devam ediyor gibi olması bir paradoks... Nehir denizde devam etmez... Bence bunun da nedeni nehir güzergahları ile ilgili ikircikli olması ve hayal ettiklerini, ihtimalleri ile birlikte çizmesi.
Takdir edersin ki, Da Vinci bu günkü anladığımız anlamda bir bilim adamı değil. Yani herşeyi ölçüm, istatistik gibi değişmez kurallara bağlı olarak ortaya koymuyor.
Onun yaratıcılığında daha çok etkili olan geniş sanatçı hayali... Gözlemliyor, bunu rüyalarıyla birleştiriyor ve ortaya bir tez koyuyor. Zaten 1500 lü yılların başında bilim böyle işliyor. Bu yüzden Da Vinci'nin defterlerine girmiş icadların çoğu pratikte uygulanamaz tekniklerdir. Ama onların önemi ileride bu konuda araştırma yapacak insanlara düşünme yolunu açan hayaller olmasındadır. Bu yüzden Calindra'nın batısındaki yüksek dağlar diye bahsettiği şeyi, günümüzde her şeyini bildiğimiz Toroslar bilgisiyle değil, gittiğinde limanın batı tarafında görebileceğiniz yüksek tepeler olarak algılamak gerekli. Çünkü Da Vinci'nin görüp göremeyeceği bu kadar... En fazla oradaki bir köylü batıyı gösterip, kendi görüşü olarak Toroslar'ın batıya doğru yükseldiğini söylemiş olduğunu hayal edebiliriz.
merhaba yazınızı büyük bir dikkatle okudum, fakat o tarihlerde bölgede mimar sinan'a ait sayısız eserler olduğu, bu bölge ve civarındaki çalışmalarına çok uzun yıllarını vermiş olduğunu çok yerde okudum... Kişiyi gömmek gibi olmasın ama istanbul'a gelip haliç üstüne köprü çizmesi, Toroslara da bir sebeple gitmiş olması kuvvetle muhtemel.... fakat, kilise tarafından görevlendirilip gönderilmesi, (manastırların insandan uzak, yüksek yerlere daha gizli-saklı yapılması gibi) maksadının gizli tutulması, daha muhtemel.... bölgenin yaşadığı sel felaketleri roma dönemine kadar gidiyor ve romalıların nehir yataklarını genişletip köprüleri uzatarak bu sel felaketlerini önlediği, ve zamanla nehir yataklarının tekrar alüvyonla dolup daraldığı, osmanlı döneminde de yerel yönetimlerin nehir yatağında genişletme çalışmalarını tekrarladığı okudum... hatta nehrin ağzında ki köprü selden yıkılınca roma döneminde tekrar ve daha uzun olarak inşa edilmiş ve günümüze kadar bozulmadan ulaşan en net roma dönemi eseridir...