Moda: Kullan, At! Hem De Geri Dönüşümsüz
Emeksiz, Yüreksiz, Sevgisiz, Aşksız, Kolay, Çabuk, Elde Et,Kullan Ve At Geriye Dönüp Bakmadan
Yemek yediğin tabağı; çay, kahve içtiğinbardağı; elini, yüzünü, burnunusildiğin kâğıt mendili; koltuğu, masayı,halıyı, dolabı kısaca maddi olarak bedeliniödeyebildiğin her şeyi kullan ve çöpe at gitsintarzı bir hayat sürmekteyiz.Emeksiz, yüreksiz, sevgisiz, aşksız, kolay,çabuk, elde et, kullan ve at geriye dönüp bakmadan,geri dönüşümsüz bir şekilde, sorumsuzca,dünyaya, eşine, dostuna, sevgiline, kardeşine,annene, babana, arkadaşına, evrene vekendine verdiğin zararın bilincinde olamadan,“Kullan ve at !”
Bu Hızla Nereye Kadar, Nasıl Gidebiliriz Bilemiyorum, Hayal Bile Edemiyorum Ama Umarım Ki Biz Dünyaya Dünya Da Bir Yerlere Toslamaz
Eşyalarım, arabam, evim, telefonum,yatağım ve buraya yazarak sığdıramayacağımız kadar kullandığımız, tükettiğimiz her şey yavaş yavaş benimle eskisin, ona bakınca yaşanmışlıklarımı hatırlayayım, güzellikle, özlemle, hasretle, bazen hüzünle, bazen kahkahalarla, bazen derinbir sızıyla da olsa… Diyemiyoruz hatta düşünemiyoruz bile çünkü zaman o kadar hızlı akıyor ki ona yetişebilmek için herşey pratik, kolay, ucuz, zahmetsiz olmalı mantığında, teknoloji de süper hızlı gelişirken,biz bir de buna yetişebilmek, bundan geri kalmamak için iki kat daha fazla ve daha hızlı çalışmak; daha hızlı ve daha fazla para kazanmak için daha hızlı yaşamak zorundayız. Hızlı ama sindiremeden,ruhumuzu geride bırakarak, kendimize,çevremize, birlikte paylaşımda bulunduklarımızave değerlerimize gereken önem ve özeni gösteremeden, bir çırpıda yaşamaya çalışıyoruz.Eskiden eşyalar, kolay kolay atılmaz,elden çıkarılamazdı, maddiyatına verdiğimiz değerden değil; zor elde ettiğimiz,emekle sahip olduğumuz ve tüm yaşanmışlıklarımızı taşıdıkları için…
Eşyaların satın alımıyla, onlardan sıkıldım demenin mesafesi inanılmaz şekilde azaldı
Her şey çabucak olup bitsin istiyoruz… Zamanı da hızlı tüketmek istiyoruz, oysa zaten zamanımız çok az ve geriye kalan zamanımızı da bilemiyoruz. Ve bunu değerlibir şeklide kullanamadan tüketiyoruz ve geriye dönüp baktığımızda elimizde sadece”geçmiş” oluyor ve somut bir şekilde değerlenebilir bir çöp poşeti bile bulamıyoruz.Bu hızla nereye kadar, nasıl gidebiliriz bilemiyorum, hayal bile edemiyorum ama umarım ki biz dünyaya, dünya da biryerlere toslamaz.
Çabuk elde edince,elde etmeye duyduğumuz o çocukça özlemi, beklemenin verdiği umudu, inancı, sabrı,hasreti de unuttuk…
Hatırlıyorum da püskül süslü bisikletim için nasıl bir heyecanla ve aylarca beklediğimi, anneme babama nasıl yakardığımı ve onu kullandığımdaki özenimi, mutluluğumu,zilini çalışımı…
Fotoğraf makinasında da durum bu:Deklanşöre bas ve saniyeler sonra fotoğrafı gör ve tüket gitsin…
Oysa filmli yani analog makinalarda obekleyiş süresinin keyfi bambaşkaydı içimiz kıpır kıpır beklerdik beklemenin keyfiniyasardık. Babamın 1970’lerde Kıbrıs’tan getirdiğianalog makinayı annemin İngilizce bilmeden çözüşünü, bizim fotoğraflarımızı çekmesini, çektiği fotoğrafları tabettirmek için çarşıya inmeyi beklemeyi, baskıları almak için yine ve yeniden beklemeyi ve sonunda heyecanla kendimize bakışımızı, siyah beyaz fotoğraflarda kalan anılarımızın gölgesini görmenin, mutluluğunu,heyecanını içimde daima hissediyorum vehissedeceğim.
Hayatımız da kâğıt mendil gibi oldu…
Buruşturup atmak çok kolay sevgileri,sevgilileri, evlilikleri, dostlukları, doğayı,ruhlarımızda yeşeremeyen filizleri, büyüyemeyensevgileri, anıları…Oysa eskiden pisimizi, pasağımızı, kirimizi;atılamayan, emekle, çiçekler yada isimlerin baş harfleri işlenmiş kumaş mendillere silerdik, aklanıp paklanır, kirimizin sorumluluğunu alır, sonra o mendillerimis kokulu sabunlarla yıkar, ütüler,kolalar ve tekrar kullanırdık. Onları buruşturupbir anda çöpe atamazdık. Onlar mutlaka cebimizde, çantamızda olurdu. Pisliğimizi temizlemenin zorluğunu bildiğimiz için kirletmemeye çalışırdık veözen gösterirdik. Tepe tepe kullanırdık eşyalarımızı, azdıözdü ve sağlamdı ve az olduğu ve zor elde edildiği için kıymetliydi. Aynı şey dostluklar,arkadaşlıklar, misafirlikler için deböyleydi.
Şimdi “at kurtul”, “kullan at” ,“işini gör ve at ve geriye dönüp bakma zahmetine bile katlanmamak” mantığı her yerde.
İşte, evde, aşkta, dostlukta, arkadaşlıkta,gazetelerde, haberlerde, el işinde,dikişte, nakışta ve hatta sanatta ve hattakendi bedenimizde. O peçeteler, oyaoya işlenirdi aile bağlarının, dostlukların,aşkların ince ince işlendiği gibi… Yemeklerzahmetli ve özenli, imil limil(yavaş yavaş demektir Adanaca)pişer sofralarımızda bereketle, dostlarla paylaşılır, yavaş yavaş, sindirerek yenirdi. Şimdi çabucak pişir, ye, at!
Duygularımızı yeterincekullanamadan atıyoruz, atmaya çalışıyoruz.
Duygularımızı da sindiremeden,yeterince kullanamadan atıyoruz, atmaya çalışıyoruz. Hüzünlerimiz, acılarımız, sevinçlerimiz,kederlerimiz, neşelerimiz, kızgınlıklarımız da dibine kadar duyumsanmadan, yüzeysellikle çöpkutusunu boyluyor. Oysa onları derinden yaşayıp, pamuk gibi masmavi gökkubbeye, özgür bulutlar gibi huzurla bırakmalıyız.
Aldığımız, kullandığımız eşyalar okadar azdı ki, kıymetini bilirdik,azdı ama özdü, onlar için özümüzühiç kimseye teslim etmezdik.
Azdık, aza sahiptik, ama mutluyduk. Sahip olma duygumuz ne zaman körüklendiyse o kadar da bu duygunun tatmini için oradan oraya koşar olduk. Sevdiklerimizi, havayı,suyu, ağacı, zamanı umursamaz olduk, umarsız olduk, dönüp baktığımızda geride sadece ruhumuzun,bedenimizin atıklarını gördük. Özlü dostluğun,naifliğin, nezaketin, zamanın hızında atıklara karışıp gittiğine şahit olan birnesil olduk… Umarım doğada kaybolmayan plastikler gibi arada derede tüm umutlarımızın yittiği anda çıkar karşımıza ve farkındalıkla tutunuruz o değerlere. Ve buluruz huzuru, dünyayla evrenle bir bütün halinde yaşamanın keyfini duyumsayabiliriz içimizde bir yerlerde. Özümseyemeden, içimize sindiremeden, benliğimize tam olarak alamadan,ruhumuzu doyuramadan, sadece sahip olmak adına, sadece tüketmek adına, sadecek olayımıza gittiği için, kullanıp atıyoruz; bedelinin de sadece ödediğimiz ama çöpe atamadığımız üzerinde bol sıfır olan kâğıt parçaları olduğunu zannederek. Oysa obedeli ödeyen, çilesini çeken tüm dünya, bu dünyada, bu evrende yaşayan tüm varlıklar.
Ruhumuzu bedeninden ayıran, birinin birinden geri olması ya daileri gitmesi, bir türlü üst üste gelemeyişlerinin verdiği simsiyah boşluğu; satın alabildiğimiz, hızlakullanıp attığımız hiçbir şey dolduramıyor…
Ne, sevgisiz, aşksız bir ten, ne sohbetsiz kâğıt bardakta içilen, kavurma kokusu, değirmenin çıkardığı öğütme sesi duyulmamışkahve, ne emeksiz ve şefkatsiz örülmüş bir kazak-atkı, ne evi mis gibi kokutmamış hazır bir kek, ne demi gelmemiş poşette bir çay…Tüketerek mutlu ol kampanyalarının farkında olarak, şimdi al, kullan, sabun köpüğünün yaşam süresi kadar mutlu olduğunu zannet ve çöpe at döngüsünü kırarak android insan yerine, insan gibi insan olma yolunda ilerleyebilmemiz, elimizdeki tüm değerlerimizi hemen kullanıp, değersizleştirmeden, kıymetini bilerek,ruhumuzu çöpe atmadan, içimizi eşyayla değil sanatla, bilimle, sporla doldurarak, benliğimizin ekranını değil, hard diskinisağlam tutarak, geliştirerek yaşamanız dileğimle…
İlkay Zehra Ülbeği
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları