Moda: O Günü, Bu Günü, Şu Günü Kutlamaları
Özel Günler önümüze pişirilip pişirilip konan bir pilav çeşidi haline gelmiş bulunmakta ve bu pilav artık lapa oldu
Sevgililer günü
Öğretmenler günü
Anneler günü
Babalar günü
Sekreterler günü
Avukatlar günü
Doktorlar günü
Çocuklar günü
Hemşireler günü
Yaşlılar günü
Yeni yılın ilk günü
Gazeteciler günü
Doğum günü
Kadınlar günü
Su günü
Engelliler günü
Solaklar günü
Evlenme günü
Barış günü
O günü…
bu günü…
şu günü…
Say say bitmez.
Sadece bir gün…Hatırla, önemse, kutla, hediye al, anlık , temelsiz, geçici bir mutluluk yarat, sonra da unut, ta ki bir yıl sonraki o gün tekrar gelinceye kadar.
Bu mudur?
Günümüzde budur. Moda olan budur.
Bu gün kutlamaları, gazetelerde, TV’lerde, sosyal medya ağlarında, basında, içtenlikten uzak sanal moda yaratılarak alışverişin körüklendiği, sevgilerin, dostlukların, aşkların, mesleklerin, inançların, günlerin, saatlerin, değerlerin, tamamen maddiyata dayatılmasının eseri haline gelen, önümüze pişirilip pişirilip konan bir pilav çeşidi haline gelmiş bulunmakta ve bu pilav artık lapa oldu diyebiliriz günümüzde.
O kadar da bencilce bir yaklaşım ki bunu anlayabiliyor olmak mümkün değil. Yani en azından ben anlayamıyorum.
Neden mi?
Anneler gününde annesi olmayanlar ne yapsın? Ya anne baba olamayanlar?
Anne baba olmak için maddi manevi her şeyini verenler ama olamayanlar? Anne baba olmuş ama evladını kaybetmişler o gün ne yapsınlar ? O gün onların özlemini, üzüntüsünü, kırıklığını kim tarif edebilir? Kim onların gününü kutlayacak? O üzüntüyü, o derin acıyı , o sızıyı, o ince yarayı kim telafi edecek? Tam tersi yaralarına tuz basmıyor muyuz?
Her dakika bir yaş günü…
Her saniye yeni bir yıla adım…
Ya parası olmayıp annesine, babasına, sevgilisine, eşine hediye alamayıp boynu bükük kalanların gözlerindeki eziklik halleri ne olacak? Kim telafi edecek?
Bu devirde kalpten gelen bir öpücük, şefkatli bir dokunuş maalesef yetmiyor, yetemiyor insanoğluna. Çünkü insanoğluna dayatılan; maneviyatın gücü değil maddiyatın buz gibi soğuk yüzü ve yaşanılan hayatın değil seyredilen hayatın gerçeksizliğidir.
Yaşadığımız her saniye, her dakika her gün sevenlerimizi, sevdiklerimizi, birlikte hayatı paylaştıklarımızı önemsememiz, onlara gereken değeri ve özeni göstermemiz gerekir.
Her dakika bir yaş günü…
Her saniye yeni bir yıla adım…
Her gün engellilerimizi rahat yaşatma, hayatlarını kolaylaştırma günü…
Kadınlara şiddete, kadınlar gününde bile ara verilmezken tek bir günle kutlamanın, o tek günü anlamlandırmaya çalışmanın manası nedir ki?
“Hani bazen; acaba 364 gün telef ediyoruz, bari bir gün beyliklerini mi yaşasın diye bu günler icat oldu?” diye de kendime sormadan edemiyorum…
Her gün soğuk sıcak savaşın içindeyken, insanlar ölürken, yürekler yanarken, sadece bir gün “Dünya Barış Gününü” kutlamanın anlamı nedir ki? Anlamını bilenler ellerini kaldırsın ve lütfen bana anlatsın.
Yorumlarınızı, fikirlerinizi bekliyor; her anın keyfini, huzurunu, sevincini, şefkatini, günleri, ayları, yılları beklemeden hemen şimdi yaşamamızı diliyorum.
Tüm anlarımız mutlu ve kutlu olsun. Öyle gün saat beklemeden sevdiklerimize sımsıkı sarılalım, kucaklaşalım. Sesini duyalım, sesimizi duyuralım. Görme imkanımız varsa hemen bir buluşma ayarlayalım, el öpelim, özlemleri giderelim. En azından şefkatin o güzel yüzünü, kendimize ve değer verdiklerimize gösterelim. İyi günde, kötü günde…Hastalıkta, sağlıkta…
Saygımla, Sevgimle
sinemcim, aybencim, ayşe hanım
çok çok teşekkürler...
çok geç bir teşekkür de olsa :(
haklısın ilkaycım, her gün hatırlanmalı insan ve her gün değerli olduğu anlatılmalı; bir sözle, bir gülüşle ya da bir bakışla bile. sevmeli ve sevgiyi paylaşmalı insan, en zor anında bile kucak açmalı dostluğa, kardeşliğe, birlik ve beraberliğe...
İlkaycım, her zamanki gibi çok güzel yazmışsın. Bunu da diğer yazıların gibi keyifle okudum...
Devamının gelmesi dileğiyle
çok güzel ifade edilmiş...
kaleminize sağlık...