Muzaffer İzgü, Çocukluğu ve Adana

Daha imza atma hakkına bile sahip olmadan, uğruna dayak yediğim büyük usta  şimdi benim arkadaşım

 

Birgün bir telefon geldi uzaktan… Ama telefondaki ses canıma öyle yakındı ki…
“Doktorum, bizim evin yanındaki Avganların o sarı konağını sen almışsın doğru mu?”
Ses Muzaffer Abi’nin, yani Muzaffer İzgü’nün sesiydi.
Bir müddet önce arkadaş olmuştuk Muzaffer Abiyle…  O beni  konuk olarak geldiği “13 Kare Festivali”nde tanımıştı ilk kez, ama ben onu çocukken dayak yediğim günlerden beri bilirim.

 

Muzaffer İzgü Okuyor!.. ‘Komonisttir’ Öyleyse!..
Şu dayak meselesini burada yazayım da, Muzaffer Abi de artık bilsin bana ettiğini;
Adana’da, şimdiki 5 Ocak Meydanı denilen yerde, tam Atatürk heykelinin dikildiği noktaya denk gelen tarihi bir kütüphane vardı. Ramazanoğlu Kütüphanesi… Yıktılar onu… Yerine de kimse bir şey diyemesin diye, bir Atatürk heykeli dikiverdiler. (Yüce Atatürk yaşasaydı ne derdi acaba bu işe diye düşünürüm hep!)
İşte o kütüphanede bulduğum bir gazetede, Atilla İlhan’ın bir yazısında rastladım ilk kez “Muzaffer İzgü” ismine. “Ekmek Parası”ydı zannederim veya “Zıkkımın Kökü”, Atilla İlhan onun bir kitabını övüp duruyordu. Ben de sattığım sakızlarla biriktirdiğim parayı vererek aldım kitabı. Kitabı aldım ama okuyamadım. Daha eve gitmeden önümü çeviren bir grup kitabı yüzüme çarparak patakladılar beni… “Komonist” diyerek…

 

 

Uğruna Dayak Yemek Bile Güzel
O küçücük yüreğimle nasıl da korkmuştum sormayın. Ama şimdi öyle mutluyum ki… Daha imza atma hakkına bile sahip olmadan, uğruna dayak yediğim büyük usta şimdi benim arkadaşım. Ve o arkadaşım telefonda bana soruyor;
“Doktorum bizim gecekondunun yanındaki tarihi konağı sen almışsın doğru mu?”

 

 

Fakir İle Gariban…
Bizim gecekondu dediği şeyi birçok kitabında övünerek anlattı usta… Kendi deyimi ile “Adana’nın ilk gecekondusu” imiş ustanın doğduğu o ev. Babası fakir, Elazığ’dan göçmüş Adana’ya… Annesi ise Şam’dan gelmiş gariban… Fakir, garibanı bulmuş ama para yok, yapıvermişler ev diye, baba Ahmet’in hademe olarak çalıştığı Kız Lisesi’nin civarındaki boş bir arsaya, tenekeden o gecekonduyu.
Benim emekli ikramiyemi koyarak, tarih yıkılmasın diye aldığım sarı konak da hemen onun yanında. İşte o konağı soruyor bana Muzaffer İzgü.
“Benim çocukluğum o sokakta, o konağın civarında geçti. Demek sen aldın onu?”

İzgü’nün Oynadığı Konak
Aman, aman!.. Burada kalemime dikkat etmem lazım! Gecekonduyu anlatır gibi yapıp, kendi konağıma “Muzaffer İzgü’nün oyun oynadığı konak” diye rant sağlamamalıyım. En iyisi üstadın o gecekonduda gerçekleşen doğumunu anlatarak devam edeyim…
Muzaffer İzgü Bando ve Mızıka
İle Doğmuş
Bakmayın onun kendine fakir dediğine. Bulaşıkçılık, garsonluk yaptım, gazoz sattım diye anlattığına. Valla da, billa da bando ve mızıka ile doğmuştur Muzaffer İzgü…
İnanmazsanız bakınız, Adana’da Uluslararası Melvin Jones Ödülü’nü aldığı törende, doğumunu nasıl anlatıyor usta:
“Babam ve annem öyle bir Atatürk düşkünü ki, Cumhuriyet sevdalısı insanlar. 29 Ekim 1933’te Cumhuriyet Bayramı töreni Atatürk Parkı’nda yapılıyor. Töreni izleyen annem, akşam da Saat Kulesi civarında fener alayının olacağını öğreniyor. Bana hamile, doğurdu doğuracak ama çaresi yok fener alayını görecek. Babam diyor ki :‘Bak karnın burnunda oraya gidip başımıza iş açma.’
Annem dinlemiyor tabi ve bir komşu kadınla birlikte törene gidiyorlar. Mahşeri kalabalığın arasına karışıyorlar. Yağ Cami civarından bando gözüküyor, tam o sırada da annemin sancılar başlıyor.Komşu kadın sağına bakıyor yoğun kalabalık, soluna bakıyor yoğun kalabalık, sancısı tutan annemi dışarı çıkaracak bir yer yok. Akıllılık ediyor, annemi bandonun arkasına takıp, onunla birlikte eve doğru yürümeye başlıyorlar. Bando tabi ki marş çalıyor, tam da onuncu yıl… Mızıka takımı “Çıktık açık alınla” dedikçe, ben de annemin karnından çıkmak için bağırıp duruyormuşum. Yani ben, Cumhuriyet’in kuruluşunun onuncu yıl dönümünde, mızıka takımı ile birlikte doğuyorum. Var mı bundan daha büyük mutluluk?”

 

Vay Gençliğim Vay
Muzaffer Abi bu öyküyü anlattığı Melvin Jones Ödülünü almaya geldiğinde, birlikte o gecekonduyu görmeye gittik. Günümüzdeki Türkocağı Mahallesi’ndeki gecekondu yıkılmış tabi… Babası ta o zamanlardan satmış. Şimdi yerinde 4 katlı bir bina var. Bu bina da bugün gecekondu gibi duruyor ama belli ki yapıldığı sırada gecekonduya göre çok görkemliymiş.
Usta binanın bir o tarafında, bir bu tarafında dolaştı durdu. Gözleri ışıl ışıl, çocukluğunu anımsıyor zannederim. Sonradan benim satın aldığım konağa doğru yürüyor. Nehrin hemen yanında ev, yalı misali.
“İşte çocukluğum burada geçti. Vay gençliğim vay! Vay güzel Adanam vay!”

 

Uçurtma Değil, Kuş… Biri Kasnaklı, Diğeri Avganlı…
Tesadüfe bakın, benim de çocukluğum buralarda geçti. Dedemlerin evi tam 100 metre ilerdeydi. Nehrin kenarındaki sete çıkar, su boyunca gelen esintiden yararlanarak kasnaklı uçururduk.
Muzaffer Abi;
“İki tip uçurtma yapardık. Üstelik biz onlara uçurtma değil ‘Kuş’ derdik. Biri Avganlı Kuş, diğeri Kasnaklı Kuş” diye anlatıyor çocukluk günlerini.
Muzaffer İzgü ile kesişen yaşamım, farklı zamanlarda da olsa, aynı mahallede aynı oyunları oynamış olmamızla sınırlı değil neyse ki. Gecekondularının hemen ötesinde Debboy denilen caddenin (ne caddesi şimdi sadece bir sokak olarak kalmış) üstündeki İnönü İlkokulu’nda başlamış okula. Sonra Gazi İlkokulu’na geçmiş. Aksilik bu ya okul depremden zarar görmüş. Böylece İstiklal İlkokulu’nda ilkokulu bitirmiş. Yani benim ilkokulu bitirdiğim okulda. Sonra ortaokul… O da benim gittiğim Tepebağ Ortaokulu’na gitmiş. Arkasından Diyarbakır’a öğretmen okuluna…

 

Dişçi Etem mi, Hakkı Etem mi?
Muzaffer Abi ile önce Mestanzade Camisi’nin yanındaki İnönü Okulunu ziyaret ediyoruz, arkasından da Karacaoğlan Müze Kütüphanesi’ni. Orada ustaya ayrılmış bir köşe var. Ortak arkadaşımız Mahmut’un çektiği bir de fotoğrafı asılı.
Şimdi bilmeyenleriniz “Nerede ki bu müze?” diye soracaktır. Hani Debboy Caddesi’nin kenarında, eski askerlik şubesinin karşısında “Dişçi Etem Konağı” var ya orası. Belediye ve valiliğin ortaklığı ile restore edilip Karacaoğlan Müzesi yapıldı.
Ancak Muzaffer Abi, “Dişçi Etem” ismine takıldı. “Aslında burada bir diş hekimi değil, Hakkı Etem isimli bir doktor otururdu” diye anlatmaya başladı;
“Hatta bir keresinde beni bir arı sokmuştu da, her tarafım şişivermişti. Öldü öleceğim. Hemen beni bu eve getirdiler. Burası doktorun hem evi, hem de muayenehanesiydi. Fakir dostu bir doktordu. Bana hemen bir iğne vurmuştu da, hayata geri dönmüştüm”
İşe bakın dün bir mahalle doktorunun çocukken onu yaşama döndürdüğü odanın içinde, bugün anısına açılan köşe nedeniyle yeniden ölümsüzleşiyor Muzaffer Hocam.
 

 

Diş Hekimi, Doktorun Oğluymuş…
Gelelim şu “Dişçi Etem Konağı” ismine…
Eski Adana öykülerini derlemekle ünlü Yalçın Öcal Abi de itiraz etti bu işe “Yahu ne dişçisi, ben orada doktor Hakkı Etem’e çok muayene oldum” diye. Üstelik işin peşini de bırakmadı, araştırdı. Ben onun yalancısıyım;
Meğersem “Diş Hekimi” olan Etem, “Doktor” olan Etem’in oğluymuş. Burası babasından kendine kalınca, aynı yerde oturmaya devam etmiş. Muayenehane olarak kullanılan odayı da, diş hekimi muayenehanesine çevirmiş o kadar.
Belediye de burayı istimlak ederken konağa babasının değil de kendisinin ismini vermiş. Yani “Hakkı Etem Konağı” diyeceğine, “Dişçi Etem Konağı” demişler. Diş Hekimi Etem de bundan kendine (babası hilafına bile olsa) pay çıkarmış, tarihe kalmak adına seslenmemiş.
 

 

  

 

77’lik Muzaffer İzgü İle 7’lik Bile Olmayan Çocuk
Muzaffer Abi’yle birlikte yaptığımız, ikimizin de çocukluğunun geçtiği bu yerlerdeki gezintimiz, onun babasının hademelik yaptığı Kız Lisesi Binası’na uğramadan biter mi?
O da bitirmiyor tabi ki… Eskiden onun babasının çalıştığı, şimdi ise bir sanat merkezi olarak benim yöneticiliğini yaptığım binaya gidiyoruz. Odadan odaya koşup duruyor. Karşılaştığı herkesle sohbet ediyor.
Kütüphanede fotoğraflarını çektiğim sırada 4-5 yaşlarında bir çocuk geliveriyor içeriye. Sanki büyüyüp de küçülmüş bir oğlan çocuğu. 77’lik Koca Muzaffer İzgü ile, 7’lik bile olmayan bu küçük oğlan birdenbire arkadaş oluveriyorlar. Ben onların fotoğraflarını çekiyorum ama şaşkınım. Bir türlü kimin kim olduğuna karar veremiyorum;

 

Hangisi çocuk, hangisi büyük?
Koca Muzaffer İzgü mü çocuk, yoksa küçük çocuk mu Muzaffer İzgü?
Bence kararı sizler verin. Bu kararı verebilmek için kaynak isterseniz eğer, onun bugüne kadar yazdığı 147 kitap size rehber olabilir. Ama bilmeliyiz ki yeni İzgü’ler, bu kitapları okuyan küçük çocukların arasından çıkacak.

 

Yazı ve Fotoğraflar: S. Haluk Uygur

 




Sayı 3 ( Temmuz - Ağustos 2011 )

Bu yazı 7240 defa okundu.