Sanat ve Siyaset
İdealist estetiğe göre, sanat ve siyaset farklı özdedirler. Her ikisi de değişik görevleri yerine getirmek zorundadırlar. Sanat ve siyaset arasındaki bağı bozabilecek bir estetik ya da sanat felsefesi yoktur. Ayrıca idealistler, siyasetin belirli bir zamansal süreç olduğunu ve geçici olduğunu, buna karşılık sanatın da sonu olmayanı ve insani olanı konu edindiğini belirtirler. Ünlü İtalyan estetikçi Croce, siyasete bağlı her türlü sanatsal yaratımı sanatımsı olarak değerlendirir. İngiliz estetikçi Collingwood ise yaratılan sanatın izleyicide uyandırdığı siyasal heyecanların siyasete hizmet edeceğini, ancak bunun sanatsal yaratım için zararlı olacağını ifade eder. Fin yazarı Fentti Holappa ise, “Sanatçı yapıtına siyaset karıştırırsa, sanatçı olmaktan çıkar.” der. Yazar ancak sınıfların üstünde kaldığı ve siyasal savaşımının dışında yerini aldığı zaman hakiki bir sanata kendini adayabilir. İdealist estetiğe göre ruhbilimsel ve toplumsal olarak iki türlü roman vardır. Ruhbilimsel olanlar gerçek sanata girer; toplumsal romanlar ise başarılı veya başarısız gazeteci yapıtlarıdır. İdealist estetik, politika karşısında sanatın bağımsızlığını över.
Dünya sanat tarihine baktığımızda insanlığın kültür hazinesini oluşturan, “bağımsız” sanat ürünleri değil, ilerici siyasal fikirlerin etkisini taşıyan, yaşamla sıkı ilişkisi olan, tartışmacı ve üretici sanat ürünleridir.
Çağdaş insan, sanat ile siyaset arasındaki ilişkide sanatın siyaset karşısındaki bağımsızlığının bilincini duymalıdır. Leon Sebiller, sanatçıları çağdaş topluma karşı sorumluluklarında bilinçlenmeye ve sanatlarını onların hizmetine sokmaya çağırır. Çağdaş sanat, ancak çağdaş toplumun sorumluluklarını üzerine alıp sanatsal üretimini onların hizmetine sokma ölçüsünde başarılı olacaktır. Günümüz sanatçısı ise artık bireysel değil bireyi belirleyen toplumsal ilişkileri göz önünde bulundurmalıdır.
Sanatı toplumbilimsel bir görüş açısından değerlendirdiğimiz zaman “Her sınıflı toplumda sanat bir ideoloji taşır.” savı artık estetiğin bir köşe taşıdır. Günümüzde sanatı politikleştirme, sanat ile siyaset arasında bir ilişki kurma biçimi giderek artmaktadır. Sanatı siyaset dışında bırakma (apolitizm) akımının terk edilmeye başlanması, çağdaş insanın manevi yaşamında siyasal fikirlerin artan rolü, sanatın kendisinin de politikaya daha yakınlık hissetmesine yol açmıştır. Böyle bir duruma gidilmesinin nedeni -apolitizmi ülkemiz için geçici bir dönem olarak kabul ettiğimizde- artık insanın kendisini giderek daha da artan bir şekilde siyasi bir varlık olarak hissetmesinin nedenidir. Apolitizmin aksine siyasal yaşam ve düşünce beraberinde daha yoğun bir dramatizmi ve gerginliği getireceği için sanatsal anlamda daha da bereketli olacaktır.
Politik sinema, tiyatro, müzik, buna daha az -ancak daha etkin- olarak fotoğrafı eklediğimizde sanatta siyasal temaların doğrudan ve açık bir şekilde yapılması için bu durum öncelikle yapıtın kurgu ve temasına girmelidir. Gorki’nin deyişiyle sanat artık, bir şey uğruna ya da bir şeye karşı bir savaş olmuştur. Sanat, özü gereği politikadan ayrı düşünülemeyecektir. Ancak siyasetin sanatı politikaya yakınlaştırması belli ölçüde estetik kaygıyla izlenmelidir. Çünkü buradaki en büyük tehlike tehlike içeriği basitleştirme veya sloganlaştırma olabilir.
Sanat ile siyaset arasındaki ilişki Nazi döneminde Alman faşist rejimin en önemli ideologlarından pek çoğunun dile getirdiği bir motiftir. Joseph Goebbels, 1933 yılında Lokal Anzeiger’de yayınlanan bir mektubunda “Sanatta tek bir anlamlı ayrım olduğunu, onun da ırk temelinde yapılan bir ayrım değil, iyi ve kötü sanat arasındaki ayrım olduğunu” iddia eder. Nasyonel Sosyalistler, siyasal modellerini “topyekün sanat yapıtı” olarak değerlendirirler. Bu sanat yapıtı polisin veya devletin hakikatini sunar. Nazi döneminde Leni Riefenstahl, kamerayı kurduğu açılar, kurgu ve ışığı çok etkileyici biçimde kullanarak Hitlerin ateşli söylemlerini perdeye öyle bir yansıtmıştır ki görünen gerçeklik bir anda başka bir gerçekliğe dönüşmüştür. Leni Riefenstahl’ın Naziler için yaptığı “İradenin Zaferi” adlı propaganda filmi Nazizmin yükselmesinde tahminlerin çok daha ötesinde etkili olmuştur. Oysa ki Leni Riefenstahl, sinemanın yenilikçi yönetmenlerindendi ve daha sonradan Nazi estetiğini oluşturmakla suçlanacaktı. Walter Benjamin, faşizmin şiddet estetiğinin vardığı noktayı “Sanat için sanat”ın doruk noktası olarak değerlendirir. “Sanat için sanat” ilkesinin kısıtlamasız bir şekilde bizzat savaşa uygulanması faşizmin siyaseti estetize etmesinden başka bir şey değildir bu.
Her alanda olduğu gibi sanat ve siyaset arasındaki ilişkide önce siyaset sonra sanat dogmatizmine de karşı çıkılmalıdır. Böyle bir yalınlaştırma sanatın da özüne ters düşecektir. Buradaki önemli nokta sanat, ideoloji değildir. Siyasal anlam yapıtın dokusunda, özünde olmalıdır, onun önüne geçmemelidir. Sanatla politika arasındaki ilişkilerde kaba ve dogmatik anlayışlardan kaçınmak gerekir. Mikoyan’ın dediği gibi: “Yazarın niteliği, dürüstlüğü, içtenlik ve nesnelliği, en iyi yapıtlarında bile, siyasal bir yankılanma kazandırır.
Sanatla politika arasındaki ilişkiler kaba ve dogmatik anlayışlar bilimsel öğretinin estetiğine kökünden yabancıdır. Gerçekliğin aslına uygun veya tasarımının yerine siyasal yaklaşım sanatın inandırıcılık düzeyini ve toplumsal etkilik gücünü azaltır.”
Kaynaklar
1.Avner Ziss. Estetik. Hayalbaz Yayınları. İstanbul, 2009 sayfa 50-54
2.Eduardo Cadava. Işık Sözcükleri. Metis Yayınları. İstanbul. 2008. Sayfa 79-82
Ali İhsan Ökten
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları