Seyyahların Anlattığı Adana
Geçenlerde Seyhan Nehri’nin kenarında oturmuş, suyun kentin içinde yaptığı göldeki parıltıları seyre dalmışken aklıma bazı sorular takılıverdi;
Acaba tarih içinde de Adana bu kadar güzel miydi? Mesela Ramazanoğulları döneminde de insanlar bugün benim yaptığım gibi Seyhan’ın kenarına oturup, güzel vakit geçirebiliyorlar mıydı? Yoksa böyle bir güzelliğin farkında bile değiller miydi?
Bunu anlamak için yapılacak işi yaptım hemen ve o dönemde kentimize uğramış seyyahların yazdıklarını araştırdım. Şaşılacak şey... Yoksa konu Adana olduğuna göre şaşırmamalı mıyım! Tarihte Adana’yı gezdikten sonra, bir yerlere yazmış o kadar çok seyyah karşıma çıktı ki...
İşte onlardan bir kaçının yaşadığımız kent hakkında görüşleri... Dönem Ramazanoğulları dönemi... Tam da Ulucami’nin inşa edildiği yıllar... İlk seyyahımız Gazzi...
İsterseniz sizlere onun Adana hakkında yazdıklarını anlatmadan önce kendinden bahsedeyim ki kentinizi kimden dinlediğinizi bilip, kulağınızı ona göre kabartınız;
Gazzi Mısır’da hem dini hem de fenni konularda tahsil görmüş, dönemin en önemli bilginlerinden biridir. Aslı Arap olan gezginimiz 1529 senesinde özel bir işini takip etmek için İstanbul’a giderken Adana’ya uğramış ve orada bir yıl kaldıktan sonra yine Adana üzerinden Mısır’a dönmüş. Her iki uğramasında da kenti çok beğendiği için geçivermemiş, Adana’da vakit geçirmiş. O kadar beğenmiş ki yazdığı kitaba kentimizle ilgili not düşmeden edememiş. İşte o nottan biz 1529 yılındaki Adana’yı öğrenebiliyoruz;
“ Küçük ama pek güzel olan bu şehrin bahçeleri çoktur. Meyveleri çeşitli ve boldur. Şehre Seyhan üzerindeki bir taş köprüden girilmektedir. Ceyhan Nehri kadar büyük olan Adana Irmağı’nın akışı çöreklenmiş bir yılanı andırır. Nehrin üzerine kurulan mavralar (nehirden su alıp, şehre dağıtan su dolapları) vasıtasıyla bağ ve bahçeler sulanmaktadır.
Ulucami’de akşam ve yatsı namazını kıldıktan sonra, iki sıralı ağaçlar arasından ilkbaharın güzelliğini seyrederek Seyhan kıyısındaki konak yerimize geldim. Bu şehirde hayat fışkıran yem yeşil bağ ve bahçelerin ve suların üstünde hazin hazin ses çıkaran mavraların yanı başında, bülbüllerin ötüşünü dinleyerek tam iki gün kaldım. Manzarası pek latif olan cennet gibi bu yerde, gündüzleri güneşin, geceleri mehtabın ışık ve süsüne bürünerek nehir tatlı hışırtılarla akıyor, her tarafa hayat ve neşe saçıyordu.”
Mavra; Nehirden su çekip bahçe sulamak için kullanılan düzenek
Gazzi’nin yazdıklarından da anlaşılmaktadır ki Seyhan o yıllarda da hem tarım için hem de yaşam için Adana’ya güzellikler katmış. Ama isterseniz yine de tek kişinin yazdıkları yeterli olmayabilir, fikirler görecelidir diyorsanız başka seyyahlara da bir göz atalım. Bu kez yazarımız Kutbiddin el Mekki... İsminden de anlaşılacağı üzere kahramanımız Mekkeli... Mekke şerifinin Kanuni Sultan Süleyman’a gönderdiği bir elçi aslında. Osman-ı Ali’nin Medine’ye atadığı yeniçeri ağasından şikayetçi olmak üzere o da İstanbul’a giderken Adana’ya uğramış. Gördüklerini de yazmış. Yıl 1557...
“ Adana Ramazanoğulları’nın memleketidir. Beyi de Piri Paşa’dır. Şehirde bir hana indikten sonra kendisini ziyarete gittim. Piri Paşa zararlı olmayan, güzel huylu, , iyilik yapmasını seven, cömert bir kişi. Gezdiğim şehirde iki büyük cami ve iki büyük medrese gördüm. Şaşırdım. Kentin yanından akan nehrin etrafı bahçelerle çevriliydi. Güzel bir şehirdi Adana.”
Kutbiddin’in yazdığı iki büyük cami Ulucami ve Yağ Cami olmalı. Medresenin birini biliyorum, Ulucami’nin karşısında ama ikincisini hiç duymamıştım (Bu mederese de Yağ Cami içinde olmalı). Böylece şehrimizde eskiden beri eğitime önem verildiğini öğrenmiş oldum.
Ancak Adana’yı ziyaret eden gezginleri araştırdıkça, kentin diğer dönemlerde de önemli bir eğitim yeri olduğunu anlıyorsunuz. Örneğin Evliya Çelebi Seyyahatnamesi’nin 9. cildinde Adana’dan bahsederken o zamanki okulları da anlatmakta... Yıl 1671...
“(...) yirmi iki medrese (bugünkü ortaokul düzeyinde), iki dar-ül hadis (günümüz lisesi) ve bir dar-ul kurra (ilahiyat fakültesi seviyesi) vardır. Zira Adana’nın bilginleri çoktur. Halkı sünnet ehli olup, beş vakit namaz kılar. Kırk ilk okulda (?) çocuklar ve yavrular alfabe okurlar. (...)”
Yağcami
Dikkat ettiyseniz kırk ilk okul kelimesinin yanına parantez içinde soru işareti koydum. Adana’nın eğitim olarak gelişmiş olduğunu bilmemize rağmen 17. Yüzyılda Adana’daki ilk okul sayısı kırk mıdır yoksa bir tercüme hatası mı vardır buna işaret etmekti amacım. Ama kırk değil dört bile olsa önemli bence. Değil mi?
Bu çelişkiyi (eğer çelişkiyse) çözmek için isterseniz Evliya Çelebi’nin kentimiz hakkında yazdığı diğer şeylere de bir göz atalım. Çünkü bir şehirdeki gelişmişlik, oradaki eğitim hakkında da ipucu verebilir;
“ (...) Biri yalı tarafında (Nehir kenarında) Paşa Hamamı (bugünkü Irmak Hamamı olmalı), diğeri eski Hamam (Çarşı Hamamı’nı kastediyor zannederim) olmak üzere iki hamam ve on yedi han vardır (...)”
Bir düşününüz... On yedi han... Yani otel... O yıllarda bir şehirde on yedi otel varsa varın siz ziyaretçi sayısını düşünün. Bu kadar çok ziyaret edildiğine göre de o şehrin önemini anlamaya çalışın.
İsterseniz daha iyi anlamak için Evliya Çelebi’yi okumaya devam edelim;
“(...)Bu hanlardan Ramazanoğlu Hanı 120 ocaklıdır (...)” ... Yani 120 odalı... Günümüz Hilton’nunun odası kadar neredeyse.
“(...) Bu hanın etrafındaki 320 kargir dükkan ( Kapalıçarşı’yı kast ediyor olmalı) Ramazanoğulları’na aittir. Şehrin içinde bundan başka 730 dükkan ve bir de Bedesten bulunur.”
Çelebi Seyhan Nehri’ni de şöyle anlatmakta;
“(...) Adana’nın yeri Seyhan’dan yüksekte olduğu için (Tepebağ) büyük bir dolap (zannederim mavra) vasıtasıyla su çıkarılır ve kemerli kanallarla hamamlara , çeşmelere ve camilere taksim olunur. Bu muazzam dolap Gazi Ramazanoğlunun hayratıdır. Yüksekliği 30 metredir ve sesi bir saat uzaklıktan işitilir. Adana şehrinin kenarından geçen Seyhan Nehri’nin üzerinde Tekyanus’tan kalma ve üzerinde Halife Memun’un da işareti olan 21 gözlü bir köprü bulunur. Uzunluğu 350 germe adım olan bu köprünün iki başında kale gibi mazgallı ve çıkıntılı kuleler ve sağlam bir kapı bulunur.”
Taşköprü
“(...) Adana halkı çok garip dosttur. Adana 36 ve 22 dakika enlem üzerinde bulunmaktadır. Ovalarında ekinleri çok hayır ve bereketleri bol, nimetleri pek ziyadedir. Bağ ve bahçeler içinde memleketin ileri gelenlerinin evleri ve sarayları bulunur. Sözün kısası Adana bayındır ve güzel bir şehirdir.”
Bir değil bir çok seyyahın anlattıklarından anlaşılacağı gibi Adana geçmişte de en az bugünkü kadar güzel bir şehirdi. Ama yine de aklınıza bir soru takılabilir; “Belli ki bu gezginlerin bazıları en güzel mevsimde, ilkbahar da gelmişler Adana’ya... Ya temmuzun ortasında gelselerdi ne yazarlardı? “
İsterseniz bir de Adana ile ilgili kötü şeyler yazan seyyahlar var mı diye bakalım...
Söz gelecek sayı bu yazı da hazır.
Adana; Taşköprü ve Seyhan
Haluk Uygur
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları