Şiirlerle Bir Adana Aşk Masalı - 2
“ Enamel...
Yine her gün
Aynı saatte oradayım
Seni bekliyorum.”
Durakta Bekleyiş
Adanalı Şair Selah’ın şiirlerle aşk masalını bu dizelerde, - “Durak“ şiirinin son üç dizesinde -bırakmıştık. Bakışların buluşmasıyla başlayan her geçen gün alevlenen bir sevdadır bu.
Seven, yakıcı bir hasretle sevmekte; sevilen ise, ateşlediği gönül yangınından habersizdir.
İki Dost Yürek
Mayıs-1962 -Adana
Sıcak bir mayıs günüydü.
Selah’ların Sucuzade Mahallesi’ndeki Adana evinin kapısını çalıyordum.
Ablasının “ Kim o? “ diyen seslenişine her zamanki yanıtımı vermiştim:
“ Benim Fevzi... ”
Bu diyaloğin ardından kapı kolunun sesi gelecekti. Sofalı Adana evlerinin çoğunda böyleydi: Bir kat aşağıya kadar inmeden kapıyı açabilmek için kapı koluna bir ip bağlanır, gelen kişi tanıdık ise ip çekilir kapı açılırdı.
Az sonra tahta basamaklı merdivenleri çıkıyordum.
Selah’ın sofadan bölünmüş küçük bir odası vardı. Orada oturur konuşur dertleşirdik. Hayâllerimizi paylaşırdık. Ben yazılarımı okurdum Selah’ a, o da şiirlerini okurdu bana. Bazen aynı yazıyı ya da şiiri birlikte yazmış gibi olurduk.
Büyülü Yıllar
O yıl...Yani, 1962; Selah’ın gönül yangınının başladığı yıldı.
Enamel temalı şiirlerinin çoğunu 1962 yılında yazacaktır.
Selah’ın mini odasında bir somya bir de küçük masa vardı.
Bir sandalyeyi anca koyabiliyorduk. Birimiz somyanın üzerine oturmak zorundaydık.
“ Olsun... Biz o sofadan bölme minik odayı, düşlerimiz ve dostluk duygularımızla kocaman yapıyorduk.”
“ Durağa gittin mi? ” diye sormuştum. Başı ile onayladı, gitmişti...
” Gitmediği gün yoktu ki! “ Sonra uzanıp masanın üzerindeki sayfayı aldı.
“ Şiir yazmış” diye düşünmüştüm. Öyleydi... “ Dün akşam yazdım “ dedi.
Sonra sesinde duygu titreşimleriyle okumuştu şiiri. Ses tonu etkileyiciydi.
Şiir okurken her mısranın hakkını verirdi. Dizelerdeki duyguları çok iyi yansıtırdı.
Selah da şiiri de her zaman ki gibiydi. Uzaktan sevmek böyleydi işte:
Kavuşma sevincini buluşma heyecanını değil hasreti anlatırdı mısralar.
Kısa bir şiirdi yazdığı:
Her Zaman ki Gibi
Yine sen geldin aklıma
Gözlerin öylesine güzeldi
Yeşilimsi bir acılık vardı bakışlarında
Dökülmüştü saçların omuzlarına
Her zaman ki gibi.
1962-Selahattin Mamay
Uzaktan Sevmek
Okul çıkışı saatlerinde Enamel’i görmeye gidiyordu otobüs durağına.
Düzenli olarak gidiyordu gitmesine de; kendisi farkedilmiyordu; bakınca silinip yiten bir gölge gibiydi. Duvar dibine çekiliyor sessizce bekliyordu. Sevdiğini görmeye ve onu koruyup kolladığını hissetmeye ihtiyacı vardı. Kişilği böyleydi: Sevdiklerini korumayı görev bilen bir karaktere sahipti.
Ayrıca o bir şairdi.
Yetenek, indifa etmek isteyen volkan gibidir; mutlaka ortaya çıkar.
Genç bir şair elbette aşkı arayacaktı; sevda çeken bir gönül olmazsa şiirler doğar mıydı hiç!?
Selah şair gönlünü harekete geçirecek simgeyi gözlerinde bahar gülümseyen genç kızda bulmuştu. Sevdasını hayâlleriyle yaşatıyor, şiirlerle süslüyordu.
Leyla Mecnun Öyküsü Gibi
Masal kahramını Mecnun sevdalanıp yollara düşmüş dağ taş demeden yıllarca Leyla’sını sayıklayıp aramış. İnsanlar acırmış Mecnun’un bu haline.
Bir gün Leyla’yı bulup getirmişler. “ Ey Mecnun işte Leyla kavuştun artık ” demişler.
Mecnun karşısına getirilen kızcağıza bakmış: “ Bacım seni tanımıyorum. Ben Leyla’yı arıyorum... “ Demiş...Yüzyılların ötesinden günümüze kadar gelen bu halk masalı aslında insan gönlüne dair gerçeği apaçık gösteriyor: İnsan sevme ve kavuşma ihtiyacında olan bir varlıktır.
Bu, onun fıtratında vardır.
Kopup ayrıldığı İlahî kaynağı özleyip aramaktadır.
Dünya yaşamlarımızda bu arayış çeşitli sevgiler olarak tezahür eder:
Karşıt cinse duyulan sevgi bu tezahürlerden biridir.
Hayatın evrelerinde bu arayış farklı biçimler alır; ana, baba, kardeş, evlat, eş, arkadaş sevgisine dönüşür. İnsanlar tekâmül ettikçe dünyasal sevgilerin geçiciliğini görmeye başlarlar; onların asıl hakikati örten perdeler olduğunu idrak ederler. Kainattaki muhteşem denge düzenini farkeder onları yaratan Yüce Tanrı’ya yönelir gerçek aşka kavuşurlar. Arkadaşımın ilk gençlik sevdası, sevgiliyi hayalinde yaşatan yanıyla, böyle bir şeydi işte.
Gelecek Ufkuna Yapılan
Yalnız Koşular
Bazen Selah’a “ Konuşsana oğlum kızla ” diyerek yükleniyordum.
Israrla hayır diyordu.Bir şeye karar verdi mi kolayca dönmezdi.
Ayrıca hayata gerçekçi bakıyordu: “ Henüz lise çağındayız. Elim henüz ekmek tutmadı. Aileme karşı görevlerim var! “ Diyordu. Gerçek şuydu: Hayata atıldığımızda ne elde edebileceksek bu ancak kendi gayretimizle olacaktı.
Adana, Yaylacıların Kentidir
Adanalılar– tabii imkânları elverenler - sarı sıcak çöktüğünde yaylaya çıkarlar.
Toroslar, yayla cennetidir: Namrun, Tekir, Bürücek, Pozantı, Kızıldağ ve daha bir çok yayla.
“ Of!..Yaprak kımıldamıyor! “ dedirten sıcaklar çöktüğünde yaylaya çıkamayanlar yatağı yorganı damlara taşır, üzerine cibinlik kurar, damlarda ya da “taht “ denilen ahşap yükseltiler üzerinde yatarlardı. Cibinlik, sineklerden korunmak içindi.
Uzat Ellerini Sevdiceğim
Ağustos...1962
Ağustos sıcağının tüm hışmı ile Adana’yı teslim aldığı günlerdeydik. Adana’da kalmak zorunda olanlar arasındaki yerimizi almıştık.
İşte o sıcak günlerden bir gündü. Selah’ların evindeydik.
Odasına değil mecburen evin taşlık denilen bölümüne çıkmıştık.
Hava o küçük odaya girilemeyecek denli sıcaktı.
Taşlık güzelce sulanmış bir nebze de olsa serinletilmişti.
Biraz sonra Selah odasına gimişti.
“ Okullar tatilde...Enamel’i göremiyor...özlemiş... şiir yazmıştır” diye düşünmüştüm.
Öyleydi, yazılı bir kağıtla dönmüştü. Selah şiirinde şöyle sesleniyordu:
Uzat Ellerini Sevdiceğim
Uzat ellerini sevdiceğim
Mesafelerin ötesinden
Bakışların içime işlesin
Burgu burgu
* * *
Dinle neler anlatacağım
Söz açmayacağım
Sensizliğin verdiği ızdıraptan
Hayır, sevgimden bahsetmeyeceğim
Övmeyeceğim gözlerinin güzelliğini
Bak sana neler anlatacağım
Uzat ellerini
* * *
Sana senden bahsetmeyeceğim
Aşk nağmeleri fısıldamayacağım kulağına
Anmıyacağım dudaklarının sıcaklığını
Ne de narin ayakbileklerini
Kokusunu saçlarının
Anmayacağım
* * *
Uzat ellerini sevdiceğim
Mesafelerin ardından
Bakışların içime işlesin
Burgu burgu
* * *
Dinle,
Sana neler anlatacağım
Arzularımın ötesinde
Hayalle, düş arası bir şey bu.
22.8.1962
Selahattin Mamay
Şiirlerde yaşanan bir aşktı bu. Sevdiğinin gözlerini, dudaklarını, narin ayak bileklerini, rüzgarda savrulan kumral saçlarını elleriyle değil mısralarıyla sevip okşuyordu.
Bulutlara Resim Çizmek
Selah’ın sevdasını, buluttan bir tuale resim çizmeye benzetiyordum.
Ne o resmin ne de temsil ettiği duyguların kalıcı olma şansı yoktu...
Esecek ilk rüzgarda o düşsel resim savrulup dağılmaya mahkumdu.
Bazen de bu sevdayı gökkuşağına benzetirdim.
Gökkuşağını göğe güneş resmeder.
O resmi mavi göğün üzerinden silecek olan da güneşin huzmeleridir.
Selah için sevgili yağmur sonrası göğüne güneşin resmettiği gökkuşağı gibiydi.
Düşleri yaratıp kuran da silip yok edecek olan da kendisiydi.
Hayâllerin göğsüne resim çiziyordu.Tual hayal olunca resim nasıl gerçek olabilirdi ki?!
- Değil
Sevmek
Yaşamasam -
Gün ışıklarınca düşünsem seni
Isıtsan avuçlarımı kış gecelerinde
İnanabilsem gözlerinin yeşiline
Uzanabilsem mesafelerden
Avuçlarım sıcak sıcak
Parmaklarım arzu yüklü
Ellerin ellerime değse rüzgarlarla
Ürpersem tutamasam.
............
Değil sevmek, mutluluk gayrı
Hiçliğimi unutursa zaman
Gözlerim boşluğa çakılmasa
Yalnızlığımı kemirmese anılar
Gün ışıklarınca düşünmesem artık
Hüzünlenmese akşamlar nar – kırmızı
Yaşamasam.
20.11.1963
Selahattin Mamay
Yaşam Yolunun Gri Renkleri
Takvimlerden 1962 yılının son yaprağı düştüğünde Adanalı şair Selah’ın yaşamındaki yeni dönem başlayacaktır: Lise bitecek üniversite uğraşı başlayacak, hem çalışacak hem okuyacaktır.
Ya Sevdalarımız Olmasaydı!
Bazen kendime sorarım.
O çağda...
İlk gençliğin duygu ve umut dolu günlerindeki sevdalarımız olmasaydı.
O yoğun duygular yaşanmasaydı eğer.
Geçmişe baktığımızda heyecan verici ne bulabilecektik ki!?
Rüzgarda savrulan saçlar... Duygu dolu bakan gözler olmasaydı anılarımızda...
Şiirler doğar mıydı hiç!? Aşk masalları çıkar mıydı yaşamlarımızdan!?
Çıkmazdı...Yapraklanıp çiçeklenemeyip kuru dallar gibi kalırdık.
İyi ki sevdalar varmış!..
İyi ki düş kırıkları yaşamışız!..
Ve iyi ki yokluğu, güçsüzlüğün ne demek olduğunu tecrübe ederek tanımışız!..
Öyle olmasaydı; nasıl öğrenirdik hayat denilen gizemin sırlarını?..
Nasıl farkedebilirdik benliğimizin zaaflarını?..
1963’ün takvim yaprakları düşmeye başladığında
Selah’ın şiirlerinde artık isyan vardı:
Bırak Ellerimi
Neden çığlık çığlığa bu haykırışlar
Gökler mi sağır ne?
Ben senden mutluluk diledim Tanrım!
Ne verdin uzanan ellerime?!..
Yine kirli akşamlarına koşacağım bu kentin
Bir daha “O Semt” demeyeceğim
Çakıl taşlı yollarında
Aşk ezgileri mırıldanmaycağım artık
Seni hep olmadığın yerlerde arayacağım.
* * *
Bırak yağmurlar isteğimce yağsın
Gökyüzünde yıldızlarım doğmasa da ne çıkar
Varsın şafaklar da olmasın artık
Kaderim değil midir sürüklediğim ayaklarımda
Ne çıkar sabah olsa da olmasa da.
* * *
Biliyorum bu bahar geçecek
Gün gelecek kötü esecek rüzgâr
Tanrı’ya da uzanamayacak ellerim
Bahar geçmesin
Bu gece hiç bitmesin istiyorum.
* * *
Tanrısal inançlara bağladım kaderimi
İstersen umutlarımı da al götür
Yalnızlığımı bana bırak
Dost sokak fenerleri tanır beni
Bu yağmurlar bu Semt’te öyle
Uzatma haydi bırak, bırak ellerimi.
20.11.1963
Selahattin Mamay
Masal Şöyle Başlamıştı
Aylardan nisandı. Bir yağmur sonrasıydı. Yerler ıslaktı.
Güneş bulutların arasından uzanmıştı.
Güneşin altın huzmelerinde Adana baharı ışıldıyordu.
Kıvırcık saçlı genç otobüs bekliyordu. 1960’ların Adana’sında Şakirpaşa yerleşim alanının bittiği bağların bahçelerin başladığı sınırdı.
Otobüs yanaşırken yolcular binmek için hareketlenmişti.
Diğerleriyle yürüyen gencin bakışları birden bir başka bakışla buluşuvermişti...
İri açılmış çakır yeşil gözler, bir anda, bir renk senfonisi sunarcasına gönlüne akmıştı.
Genç kızın çocuksu bakan gözlerinde sanki bahar gülümsüyordu.
O büyülü an içinde bakışları birbirleri içinde eridiler.
Gençadam gözlerini mavi-yeşil renk senfonisinden çekip alamıyordu.
“ Kızın gözleri mi Güneş mi gülümsüyor? “ diye sormuştu kendine.
Zamanın genleşip uzadığı o anda gencin kalbinde fırtınalar koparken genç kızın
çocuksu bakan gözlerinden ise bir merak duygusu yansıyordu.
Genç adamın bakışları genç kızda bir okşanma beğenilme yanı sıra da bir çekinme
duygusu yaratmıştı. Kalbi, avcıyı hisseden ceylanınki gibi çırpınmaya başlamıştı.
Sonra...O sihirli andan sonra hafifçe gülümseyen genç kız bakışlarını usulca kaçırıyor,
büyülü an...o hiç bitmesin istenen zaman dilimi tükeniveriyordu.
Gençadam çakılı kalmıştı orada.
Otobüs, gönlünü de koparıp almış homurdanarak uzaklaşmıştı duraktan.
Masal Şöyle Devam Etmişti
Yeşil kazaklı genç her gün, şair gönlünde titreşen sevda duygularıyla durağa gelirdi.
Elinde hep bir gonca gül olurdu.Gülü ardında saklı tutarak beklerdi.
Kimbilir kaçıncı bekleyişti bu.
Masalın Sonu
” Zaman geçiyor” deriz. Yaşam, olaylar zinciridir.
Zaman ise olayların doğduğu yerdir; zaman nehrinin dalgaları arasında gerçekleşirler.
Biz insanlar sonsuzluk içindeki yolcularız.
Hayatın içinde neye, niçin yetişmek zorunda olduğumuzu bilemeden koşuşturmaktayız.
Yürek Burkan Karşılaşma
Bir kaç yıl önce telaş içinde yürürken bir bakışı üzerimde hissetmiştim.
Tanıdık bir bakıştı o... Yılların ötesindendi. Selah’ın Enamel’iydi; arkadaşımın aşkı...
“ Gözlerinde, tümce yeşillikleriyle gülümseyen baharı ” taşıyan kızdı .
Ve o şimdi bir tekerlekli sandalyenin üzerindeydi.
Şaşırmıştım .
O yaşam dolu varlık nasıl böyle olabilirdi!?
Ve çok üzgündüm:
“ Felç gelmiş olmalı “ diye düşünmüştüm. Tekerlekli sandalyesini yanındaki kadın itiyordu.
Uzaklaşırlarken ardından baka kalmıştım. Münir Nurettin Selçuk’un bestesindeki,
“Arkasından baktım, gözlerim dola dola / Ey gençlik arkadaşım sana uğurlar ola...”
diye seslenen dizeler gelmişti hatırıma.Yıllar sonra Enamel’i ilk görüşümdü o.
Ve ne yazık ki son görüşüm de o imiş...
* * *
Zaman her sorunu çözer. Yine öyle olmuştu. Zaman şaşmaz ritmi ile akmış,
ilk gençlik bir nisan yağmuru geçip gidivermişti.
Selah’ın buluta resmettiği sevdayı rüzgar önüne katıp savurmuştu.
Selah Ankara’da, Dil Tarih Fakültesi’nde okumuş edebiyat hocası olmuştu.
Dostluğumuz hep devam etti. Büyülü 1962 ve 1963 yılları geride kalmıştı.
Takvimler 1968’i gösteriyordu.
İşte o günlerde bana bir şiirini daha okumuştu:
Esmer Bulut
Artık Güney meltemleri dolaşmıyor saçlarımda
Portakal mevsimini, limon çiçeklerini de unuttum.
* * *
Şakirpaşa’da bir kız bana gülmüştü
Gözlerinin içiyle gülmüştü
Onbeş yaşındaydım ürkektim
Güneş başımı döndürüyordu
* * *
Eski ağustoslardan çalınmış bir gün
Sarhoştum sakalım vardı
Ben...dedim elini sıktım
Yüzüme bakmadı ürperdi
Garip şey sağ yanağı kızardı
Neden kızardı biliyordum
Sonra, sonra sakalımdan utandım
* * *
Mektubunda ben diyordu mutsuzum
Hiç sevmedim huzursuzum
İçimde sevgi boşluğu vardı
Bahardı serde delikanlılık vardı
Mutluluğumu bir hale yapıp saçına taktım
Anlayamadı tuttu kopardı
* * *
Artık Güney meltemleri dolaşmıyor saçlarımda
Portakal mevsimini, limon çiçeklerini de unuttum.
İstesemde dönemem artık
Bir esmer bulut yolları tuttu.
12.02.1968
Selahattin Mamay
Düşler Solarken Hayat Başlar
İşte böyle değerli okurlarım.
Selah Ankara’ya okumaya gitti.
Hem okur hem de çalışırken yeni bir sevda ufkuna kanat açtı.
Sonunda bir Ankara’lı kız kaptı Selah’ı. Evlendiler. Mutlu bir yuva kurdular, çocukları oldu, şimdilerde torunlarını seviyorlar.
Enamel’e ne oldu?
Evlenip yuva kurduğunu duymuştuk. Son karşılaşmamızı Selah’a anlatmıştım.
“ Enamel felç olmuş Selah “ derken sözcükler boğazımda düğümlenmişti.
Hayatın acı sürprizleri vardır.
Renk senfonisi sunan gözlerdeki ışıklar da solabiliyordu zamanla.
Yakıcı sevdalar da unutulabiliyordu.
Yıllar sonra Enamel’den bir kez daha haber alacaktım.
Yeşil gözlerdeki yaşam ışığının tamamen sönmüş olduğunu duyacaktım.
Selah’ın dizeleri gelecekti aklıma:
"Gün yine ağaç uçlarından gerinecek /
Hayat yaprak bitiminden dökülecek toprağa"
Aynen öyle olmuştu.
Yaşam her doğan gün ile yenilenmişti.
Zaman, gençliğimizi de yanında götürerek geçmişti.
Alınlarımızda çizgi çizgi kader, yollara düşmüştük...
Artık son perdesindeydik oyunun.
Ve biliyorduk ki:
“ Yol uzun serviliklerden geçecek, yaşam, başladığı yerde bitecekti. “
Şiirlerle Bir Aşk Masalı Bitti
Değerli okurlarım,
İki bölüm halinde paylaştığımız “ Şiirlerle Bir Adana Aşk Masalı ” yaşanmış öyküdür.
Genç kızın adı dışındaki isimler gerçektir.
Anlattığımız aslında hepimizin öyküsüdür:
Hangimiz delikanlı çağımızda aşık olmadık?
Hangimizden hayat bir şeyleri çekip koparıp almadı?
Biz insanların sonsuzluk yolcuları olduğumuzu unutmayınız!..
Bitecek olan yaşamın bir evresidir...
Ve her bitiş bir yeniden doğuşun sancısıdır, başlangıcıdır.
Tekrar buluşmak üzere sağlık, mutluluk ve sevgi ile olun değerli okurlarım.
Ekim-2015...Adana
Fevzi Acevit
Fevzi Acevit
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları