Simone De Beauvoir
”Kadın DoÄŸulmaz, Kadın Olunur
SunuÅŸ
Athena’nın Torunlarıthena, Yunan mitolojisinde sanat, zeka ve bilgelik tanrıçası. Dünya sanat tarihinde çok önemli bir yer kaplayan, hatta sanat tarihinin nüvesini oluÅŸturan Yunanlar mitolojilerinde sanatı, bir tanrıçaya yani bir kadına emanet etmiÅŸler. Fakat sanat tarihi kitaplarını karıştırdığımızda, tarihe kalmış kadın sanatçı görmek neredeyse imkansızdır.GeçmiÅŸe bakarak bunun nedenlerini aradığımızda; kadının yaptığı sanat eserinin deÄŸerini tespit edecek kiÅŸi veya kurulların erkeklerden oluÅŸmuÅŸ olması olasılığını veya erkek egemenliÄŸinin, sanat yapmak gibi yaratıcılık isteyen bir imtiyazı ellerinde tutmak istemiÅŸ olma olasılığını sayabiliriz.Fakat günümüzde, kadının sanat içindeki yeri deÄŸiÅŸmeye baÅŸlamıştır. Artık, Gerilla kızlar feminist topluluÄŸunun 1990 yılında söylediÄŸi gibi, kadınların müzelere girebilmesi için ille çıplak olmaları gerekmiyor.1900’lü yılların ortalarında hareketlenmeye baÅŸlayan feminist akım, etkisini sanat alanında da göstermiÅŸ ve kadını, sanat eserinin içinden çıkartarak, yaratıcısı olarak karşısına oturtmuÅŸtur.Bu feminist akımın ve sanat tarihine adını yazdırabilen kadınların en önde gelen isimlerinden bir tanesi de ÅŸüphesiz Fransız yazar Simone De Beauvoir’dır.
“Sanki Tanrı aÄŸaçların renklenmesi için benim gözlerimi kullanıyor”
Yazar, Filozof ve Özgürlük Aşığı Bir Kadın Simone De Beauvoir
1908 yılı, kadın bağımsızlığının Fransa’nın baÅŸkenti Paris’te bile henüz hak ettiÄŸi deÄŸeri göremediÄŸi bir dönem. Böyle bir dönemde dünyaya geliyor, ilerde “kadının bağımsızlık simgesi” haline gelecek olan Simone. Hukukçu olan baba iflas edip, aile maddi sıkıntıya düÅŸünceye dek, çocukluk yılları “ailenin küçük harikası” olarak geçiyor. “Annemle babam bana baÅŸlıca vakit geçirme yolu olarak okunacak ÅŸeyler veriyorlardı, masraflı olmayan bir eÄŸlenceydi bu.” diyor anılarında Simone De Beauvoir. Ve bu yıllarda oluÅŸuyor kültüre, bilgiye, öÄŸrenmeye merakı, açlığı ve sevgisi. Kitapların büyülü dünyası onu içine çekiveriyor ve karar veriyor, o da yazar olacak; o dönemde bir erkek uÄŸraşı kabul edilen yazarlığı meslek edinecek.
Özgürlük Yolunda Atılan Ä°lk Adımlar
Muhafazakar annesinin isteÄŸi üzerine, ağırlıklı din eÄŸitimi veren bir okula gönderilen Simone’un karakteri gibi pek mütevazi olmayan dini görüÅŸleri oluÅŸmaya baÅŸlıyor bu yıllarda. “Bana öyle geliyor ki, sanki Tanrı, aÄŸaçların renklenmesi için benim gözlerimi kullanıyor. Vücudumun aracılığı olmaksızın bunlar salt bir ruh tarafından nasıl hissedilebilirdi ki?” diyor.Simone 15 yaşına geldiÄŸinde, sadece inancı deÄŸil, annesinin hayatı yaÅŸama biçimini de sorgulamaya baÅŸlıyor. Hep yeniden baÅŸlanan ama hiçbir yere götürmeyen uÄŸraÅŸlar olarak görüyor annesinin ve tüm diÄŸer kadınların rutin ev iÅŸlerini ve ÅŸöyle diyor: “ Bilgin, sanatçı, yazar, düÅŸünür, tüm bu kiÅŸiler yarattıkları baÅŸka bir dünyada yaşıyorlar. Ä°çinde her ÅŸeyin kendi var oluÅŸ hakkını elde ettiÄŸi baÅŸka, aydınlık, neÅŸeli bir dünya. Ben de günlerimi bu dünyada geçirmek istiyorum.”Ve çocukluk çaÄŸlarındayken annesinin etkisiyle kendini yakın hissettiÄŸi manevi dünyadan uzaklaÅŸarak, babasınınki gibi edebiyat, sanat ve fikir dolu bir dünyanın güdümüne giriyor.
Sorbonne Yılları ve Sartre ile Tanışma
Bir dizi sınavı baÅŸarıyla geçtikten sonra Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eÄŸitimi görmeye hak kazanıyor. Simone’un bu dönemde edindiÄŸi arkadaÅŸları, ilerleyen yıllarda Fransa’daki edebi, felsefi, entelektüel ve politik yaÅŸamın köÅŸe baÅŸlarını tutacak kiÅŸiler olacak ve bunların en önemlisi Jean Paul Sartre.Sorbonne Üniversitesi’nin koridorlarında yolları kesiÅŸtiÄŸinde, Simone, 20 yaşında çirkin giyinen fakat uzun boylu, mavi gözlü, zarif vücutlu güzel bir kız. Sartre ise 24 yaşında gözlüklü, ÅŸaşı, kısa, ufak tefek, çirkin fakat etkileyici bir erkek.“Onunla tanışmaya kesin kararlıydım, çünkü güzeldi. Ä°lk karşılaÅŸtığımda başında küçük, çirkin bir ÅŸapka olsa da onu hep güzel buldum.” der Sartre. Ve bu karşılaÅŸma, Sartre’ın ölümüne dek, 51 yıl sürecek bir birlikteliÄŸin, arkadaÅŸlığın, yoldaÅŸlığın ilk adımı olacaktır.
Tüm var oluÅŸu yazının buyruÄŸu altında olan bir kadın
Simone, 35 yaşında ilk romanı “Konuk Kız” yayınlanıncaya dek öÄŸretmenlik yapar. Romanları, otobiyografik yazıları ve ses getiren denemeleri ile 20. yüzyılın modern feminist akımını baÅŸlatır. En önemli eseri, ilk cildini 41 yaşında yazdığı, bir üçleme olan “Ä°kinci Cins”. Var oluÅŸçuluÄŸun temel prensibinde olduÄŸu gibi, oluÅŸun özden önce geldiÄŸini savunur ve “Kadın doÄŸulmaz, kadın olunur.” der. Ortalığı karıştırarak sert tepkilere neden olan deneme, 40 dile çevrilerek; sadece Fransa’da ve Avrupa’da deÄŸil, Amerika baÅŸta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde milyonlarca satar. Artık Simone Fransa dışında da ÅŸöhrettir.Birkaç yıl sonra yayınlanan “Mandarinler” adlı romanıyla Fransa’da ödüle layık görülür. “Mandarinler”den 12 sene sonra yayınlanan “Güzel Görüntüler” Sartre’a göre Simone’un en güzel romanıdır. Bu romanda atmosfer deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Zengin ve tüketim hırsı içinde olan bir toplum ve bu toplumda yalnızlığa hapsolmuÅŸ sıradan kadınlar. 50 yaşında, “Bir Genç Kızın Anıları” adıyla otobiyografisini yayınlar Simone. Anılarının gelecek nesiller tarafından okunmasını çok istemesine raÄŸmen, huzurlu deÄŸildir. Çünkü annesi ve kız kardeÅŸi hayattadır; çünkü kocası sayesinde yıllar önce terk edilmeyi, hor görülmeyi ve dinsizliÄŸi tanıyan dindar kadın, ÅŸimdi kızı Simone ile utanmayı tanıyacaktır.Son yapıtlarından biri olan “YaÅŸlılık”ta ise, yaÅŸlılığın eÅŸiÄŸinde bir insan olarak hissettiklerini, yaÅŸlı insanların toplum tarafından nasıl yok sayıldıklarını ve görünmez, önemsenmez olduklarını anlatır.Yazdığı 20’ye yakın yapıtın yanında, 1945 yılında Sartre ile beraber kurdukları “Modern Zamanlar” adlı gazetede yıllarca editörlük ve makale yazarlığı yapar.
“Hayattaki en büyük baÅŸarım Sartre ile olan beraberliÄŸimdir.”
1981 yılında Sartre ölünceye dek beraber olurlar. Bu beraberlik daha çok beyin beraberliÄŸi olarak tanımlanabilir. Her ikisi de poligamdır ve evlenmezler. Simone’un evliliÄŸe bakış açısı oldukça radikaldir ve “Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuÅŸ tek gelecektir. Birçok kadın ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmiÅŸtir ya da evli olmadığı için acı çekiyordur.” der.
“Sartre’ın ölümü bizi birbirimizden ayırdı, benim ölümüm bizi birbirimize kavuÅŸturmayacak.”
Modern feminizmin öncülerinden, olan Simone, Sartre’ın ölümünden 5 yıl sonra çok sevdiÄŸi hayata gözlerini yumar.YaÅŸamlarında aynı evi paylaÅŸmazken Satre ile öldüklerinde aynı mezarı paylaşırlar. Paris’teki Montparnasse mezarlığında beraber yatmaktadırlar.Simone, Sartre’ın kendisine yazdığı mektupları 1983’te yayınlamasına raÄŸmen, kendisinin Sartre’a yazdıklarını soranlara, onları kaybettiÄŸini söylemiÅŸtir. Fakat ölümünden sonra, manevi kızı Sylvia tarafından tesadüfen evinin gömme dolabında bulunan 321 mektup, “Sartre’a Mektuplar” adı altında yayınlanır.