TÜRK TİYATROSUNUN ÇINARI GENCO ERKAL ADANA’DAYDI…
Genco Erkal Kimdir ?
İstanbul Üniversitesi'nin Psikoloji bölümünü bitiren Genco Erkal, 1959 yılından başlayarak Türkiye'nin önemli özel tiyatro topluluklarında oyuncu ve yönetmen olarak çalıştıktan sonra, 1969 yılında, bugün de sanat yönetmeni olduğu Dostlar Tiyatrosu'nu kurdu.
Gorki, Brecht, Sartre, Peter Weiss, Steinbeck, Havel, Tankred Dorst gibi yabancı yazarların yanı sıra, Aziz Nesin, Haldun Taner, Nazım Hikmet, Can Yücel, Refik Erduran, Vasıf Öngören, Orhan Asena, Behiç Ak gibi Türk yazarlarının oyunlarını yönetti. Roman, öykü, şiir gibi değişik türlerden tiyatroya uyarlamalar yaptı, oyunlar çevirdi.
Çeşitli ödüller kazandığı ünlü rolleri arasında Aslan Asker Şvayk, Gogol'ün Bir Delinin Hatıra Defteri, Brecht'in Galileo'su, Maxwell Anderson'un Yalınayak Sokrates'i, Nâzım Hikmet'ten Kerem Gibi, Can Yücel'den Can sayılabilir.
Senfonik konserlerde Prokofiev'in Peter ile Kurt, Stravinski'nin Askerin Öyküsü, Fazıl Say'ın Nâzım adlı yapıtlarını anlatıcı olarak seslendirdi.
Önemli uluslararası film festivallerinde gösterilen ve birçok ödül kazanan At, Faize Hücum, Hakkâri'de Bir Mevsim, Camdan Kalp filmlerinin başrolünde oynadı. TRT Televizyonu için Haldun Taner'in ünlü müzikli oyunu Keşanlı Ali Destanı'nı yönetti ve oynadı.
Değişik yıllarda birçok kez "yılın en iyi erkek oyuncusu", "en iyi tiyatro yönetmeni"seçildi, yaşam boyu başarı ödülleri kazandı. 1982 ve 1983 yıllarında "en iyi sinema oyuncusu" olarak Antalya Film Festivali'nde iki kez Altın Portakal aldı.
1993–1998 yılları arasında, Paris'te ve Avignon Festivali'nde Fransızca da oynamaya başlayan Genco Erkal, üç Fransız yapımında rol aldı: Nâzım Hikmet'ten Sevdalı Bulut, Philippe Minyana'dan Ou vas-tu Jérémie? ve Paulo Coelho'nun ünlü romanından uyarlanan Simyacı.
1969 yılında kurduğu ve halen sanat yönetmenliğini sürdürdüğü DOSTLAR TİYATROSU’nda 50’ye yakın oyunda oyuncu ve yönetmen olarak görev aldı.
On dördüncü 13 kare sanat festivalinin davetlisi olarak Adana’ya gelen tiyatro ustası Genco Erkal’la birlikteydik. Festival programını oluştururken 2 ay öncesinde telefonla görüştüğümüzde, 4–8 Aralık 2012 tarihleri arasındaki yoğun festivalin açılış etkinliği olarak kendisini aramızda görmek istediğimizi belirttiğimizde hiç tereddütsüz anında ‘’Elbette gelirim’’ yanıtını aldık. O anda oyunu da belirledik; Nazım Hikmet’in şiirlerinden uyarladığı ve 20 yıldır sergilediği ‘’İnsanlarım’’adlı oyunuyla gelecekti. Program ve organizasyonla ilgili ayrıntıları daha sonraki telefon görüşmelerimizde tamamladık. 4 Aralık Salı günü saat 14.40 sularında Havaalanından almaya gittiğimde yaklaşık 1 saatlik bir rötar olduğunu öğrendim. Akşam saat 20.00’deki oyun için paniklemeye gerek yoktu belki ama festivalin açılış yoğunluğu ve büyük ustanın titizliği ve duyarlılığını bildiğimden hafiften bir ürküntü ve telaş halindeydim. Nihayet 15.45 sularında ustayı aracıma alıp otele doğru yöneldiğimde aynı heyecanla önce tiyatroya uğramak istediğini, dekor, ışık ve ses sistemini ayarladıktan sonra tiyatronun hemen arkasında yer alan otele gitmek istediğini belirtti. Kiracı olarak bulunduğu Muammer Karaca Tiyatrosu’ndan Dostlar Tiyatrosu olarak çıkarıldıklarını ve şu anda salonsuz olduklarını aktardı hemen. Kırgın, üzgün ve yorgundu usta. Geçen hafta 5 gün üst üste 5 farklı oyunu sergilediklerini seyircinin yoğun ilgisiyle hayat bulduklarını aktardı bir solukta. Akşam Adana Büyükşehir Tiyatro Salonu’nda sergileyeceği oyunun ardından yarın sabah uçakla İstanbul’a geçeceğini oradan bir taksiyle Edirne’ye geçeceğini ve yarın akşam da orada ‘’Ben Bertolt Brecht’’ adlı oyunu sergileyeceklerini vurguladı. ‘’Şu anda tam bir turne tiyatrosu durumundayız. Repertuarımızda yer alan 5 oyunla hemen her gün bir yerde olmak üzere tüm Türkiye’yi dolaşıyoruz’’ dediği sırada tiyatronun önündeydik işte. Hızlı adımlarla salona doğru yöneldiğinde kapıdan itibaren tüm çalışanlarla el sıkışarak merhabalaştığını ve uzun yıllardır tanışan bir dost edasıyla sohbet ettiğini gördüm. Hemen sahneye çıktık birlikte. Gayet sakin ve tempolu biçimde tüm sahneyi adımladı, perdeyi inceledi. Teknisyen Cahit’i çağırıp ışık ve ses sistemi üzerine bilgi aldı. Yanında taşıdığı telsiz mikrofonu denemek istediğini söyleyince şu anda bunun mümkün olmadığını belirtti teknisyen Cahit. Çünkü festivalin açılışı için fuayede ses sistemi kuruluyordu ancak açılıştan sonra yani saat 18.30 sularında telsiz mikrofonu deneyebilecektik. Sahnede kullanacağı masa ve iki adet sandalye aramaya başladık. Dönemi yansıtması amacıyla tamamen ahşap ve eski tip masa ve sandalye arıyorduk. Tiyatronun dekor ve aksesuarları arasında tam istediği gibi bir masa bulamayınca yüz ifadesinden mutsuzluğu ve huzursuzluğu hemen belli oluyordu. Mustafa’nın yönlendirmesiyle AGSM’ ye koşturduk. Orada bulduğumuz masa küçük kalınca aklımıza Cafe Tiyatro geldi, aracımızla hemen oraya yöneldik. Ustayla birlikte içeri girdiğimizde masa ve sandalyeleri bulmuştuk işte. Yüzüne bir gülümseme oturdu yine, rahatlamıştı. Arkadaşlardan masayı salona götürmelerini rica edip otele vardığımızda saat 17.45 olmuştu bile. 1 saat kadar dinlenmek istediğini sonrasında hemen salona geçip hazırlık yapması gerektiğini Atatürk parkına kadar olan ‘’Sanat Sevgidir’’ yürüyüşüne katılamayacağını üzülerek belirtti.
Saat 18.00’de festivalin açılış konuşmaları fuayede başlamıştı işte. Festivalin sanatçı konukları ve Adana’lı sanatseverler doldurmuştu tiyatronun önünü. Protokol konuşmaları başlayınca bir yandan da davetlileri, katılımcıları izlemeye başladım bir kenardan. Usta yönetmen Ali Özgentürk’le yaptığımız söyleşideki bir sözü geldi aklıma ‘’Hangi etkinliğe gitsem aynı yüzlerle karşılaşıyorum…’’. Gerçekten de böyle miydi ne?.. Bu da çok doğal galiba; 1,5 milyonluk kent merkezinde bir avuç sanat üretenleri ve her etkinliği takip etme çabasında olan birkaç yüz kişilik bir kitle var işte. Turhan Selçuk Sergisi’nin açılışının ardından tüm katılımcıların coşkulu ‘’Sanat Sevgidir’’ yürüyüşü Atatürk Parkı içindeki 75.yıl sanat galerisine değin sürdü. Ben ve tiyatrocu arkadaşlarımız elimizde afiş ve dövizlerle katıldık. Özcan Ağaoğlu’nun etkileyici ve görkemli fotoğraf sergisi ‘’İranabak’’ı izlerken telefonum çaldı. Genco Erkal usta hazırdı ve salona geçmeliydik. Saat 19.00 sularında salondaydık. Masa ve sandalyeler sahnedeydi. Işık sistemi kurulmuştu. Telsiz mikrofonu denedik, sorun yoktu. Teknik olarak hazırdık artık. 53 yıldır aktif tiyatro yapan büyük çınarımız Genco Erkal, gayet sakin görünmesine karşın ruhen kendini hazırlıyordu. Kıyafetini usulca çıkardı kılıfından, bir yandan sahne kostümünü giyinirken replikleri (şiirleri ) mırıldanıyordu. Saat 20.00’de tiyatro salonunda protokol konuşmalarının ardından Altın Oran grubunun hazırladığı ‘’Torosların Nadide Çiçekleri ‘’ adlı slâyt gösterisi başladı. Yaklaşık 20 dakikalık gösterinin ardından kırmızı perdenin hemen arkasında ben ve usta yan yana duruyorduk. 20 saniye sonra sahneye çıkacak ve oyun başlayacaktı. Göz göze geldiğimizde gördüm ki, 53 yıl boyunca yüzlerce kez sahneye çıkmış ve birazdan sergileyeceği oyunu 20 yıldır kesintisiz oynamış 74 yaşındaki usta oyuncu yoktu artık. O anda 21 yaşında ilk kez profesyonel anlamda sahneye çıkan Genco Erkal duruyordu yanımda. Trans halinde doğruca sahneye yürüdü ve denizini arayan bir nehir gibi akmaya başladı. 521 kişilik tiyatro salonu ağzına kadar doluydu. Ek sandalyeler konulmuştu ve salonda 550 kişi vardı. Tam 1 saat 20 dakika kesintisiz süren oyunu pür dikkat izliyordu herkes. Usta oyuncu kendine özgü ses tonu ve beden diliyle Nazım Hikmet’in şiirlerine can veriyordu. Aktıkça coşan bir büyük nehir gibiydi. Oyun bittiğinde istisnasız tüm salon ayaktaydı. Alkışlar üzerine tekrar çıktı sahneye ve her zaman olduğu gibi haykırıyordu; ‘’Nazım Hikmet Vatan hainliğine devam ediyor hâlâ…’’ Özel bir zaman ayırarak birebir bir röportaj için zaman ve mekânlar uygun değildi. Ancak saat 15.45’deki buluşmamızdan itibaren görüştüğümüz her fırsatta ve oyun sonrasında birlikte yemek yediğimiz süre boyunca olmak üzere epeyce sohbet etme fırsatı bulduk. İşte bu sohbetin satırbaşları;
M.Bahçivan: Adana’ya ilk gelişiniz yani ilk turneniz hangi yıldaydı, Dostlar Tiyatrosu olarak mı geldiniz?
G.Erkal: Adana’ya ilk kez 1966 yılında Kenterler’le (Kent Oyuncuları) birlikte geldim. Ancak 1969 yılında kurduğumuz Dostlar Tiyatrosu olarak da defalarca geldik Adana’ya. Adana’nın ve Çukurova ‘nın bizdeki yeri her zaman farklı olmuştur. Her gelişimizde büyük bir coşku ve heyecanla karşılaştık, kucaklaştık. Son yıllarda hemen her yıl en az 1–2 kez geliyoruz Adana’ya.
M.Bahçivan: Dostlar Tiyatrosu 43.yılını kutluyor. Bu Türkiye ölçeğinde ciddi bir rekor. Bu denli uzun soluklu olabilen birkaç özel tiyatrodan birisiniz yanılmıyorsam. Tiyatroların teker teker kapandığı bir süreçte bu denli soluklu olabilmeyi neye bağlıyorsunuz?
G.Erkal: Evet, Türkiye’nin en eski 3.özel tiyatrosuyuz. 1963 yılında kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu’nun ilk oyuncularındanım. Ardından 1966 yılında İstanbul’da kurulan Kenterler’de oynadım. 1969 yılında da Dostlar Tiyatrosu’nu kurduğumuza göre yaşamını sürdüren en eski özel 3 tiyatrodan biriyiz. Bu bizim için onur verici bir şey belki ama ülkemiz için üzücü bir durum. Demek ki, özel tiyatroların yaşama şansı gittikçe azalıyor artık. Bizim başından itibaren bir siyasal ve sanatsal çizgimiz var, bu çizgiden ödün vermeden yerelden evrensele ulaşan bir hümanizmayla kendimizi geliştiriyoruz. Tiyatroların ve seyircilerin azaldığı bir süreçte hâlâ Türkiye’nin en fazla turne yapan tiyatrosu olduğumuza göre; yaşlanan seyirci kuşağının yanında yeni kuşaktan da seyirciyi kucaklayabilmişiz demek ki.
M.Bahçivan: Ekim ayında Çukurova’da konuk ettiğimiz Sayın Ferhan Şensoy’da (Ortaoyuncular) olduğu gibi sizde de (Dostlar Tiyatrosu’nda) aynı misyonu görüyoruz; Türk Tiyatrosu’nu yeni oyunlar ve yazarlarla tanıştırmak. Gördüğüm kadarıyla henüz Türk tiyatro sahnelerinde yer almamış birçok oyunu ilk kez siz sundunuz.
G.Erkal: Evet, uzun soluklu olabilen 4–5 tiyatronun en temel farkı da bu belki. Biz Dostlar Tiyatrosu olarak Türkiye’de hemen hemen hiç bilinmeyen ya da oynanmayan oyunları aldık repertuarlarımıza. Dolayısıyla kendimizi ve tiyatromuzu sürekli geliştirmeyi ve zenginleştirmeyi hedefledik.
M.Bahçivan: Dostlar Tiyatrosu’nun son 15 yılına baktığımızda ‘’Sivas 93’’ gibi kadrolu bir oyunu pek göremiyoruz. Halen sergilediğiniz 5 oyuna baktığımızda genelde tek veya iki kişiliktir. Bu tercih neden?
G.Erkal: Bu doğal koşulların getirdiği bir tercih oldu ne yazık ki. Elbette ekonomik nedenler vardır ancak asıl neden profesyonel anlamda oyuncu bulamamak. Deneyimli tiyatrocu arkadaşların hepsi kendini TV dizi işine verdiğinden tiyatro yapmıyor, yapamıyorlar. Herhangi bir dizide yer almıyor olsa bile gelen fırsatı kaçırmayayım diye tiyatrolarda görev almıyorlar. Aslında tiyatro kökenli olup da sadece dizilerde yer alanları gördükçe üzülüyorum. Diyorum ki, ‘’Bu güzel oyuncuların sahnede de yer alması lazım’’, ‘’Tiyatro bizim er meydanımızdır…’’ Türk Tiyatrosundaki oyuncularımız aslında dünya çapında rekabet edebilecek düzeyde. Ancak tiyatro yapılanmaları, yönetmelikler konusunda ciddi sıkıntılarımız var.
M.Bahçivan: Yeri gelmişken sorayım o zaman. Sizce Türk Tiyatrosu’nun en temel sorunları nelerdir ve neler yapılmalıdır?
G.Erkal: En somut olarak İstanbul gibi bir metropolde bizim yaşadığımız bir salon sorunumuz var. Arsanın ve binanın ciddi bir rant olarak görüldüğü bu ortamda özel tiyatroların kendi salonlarını oluşturabilmesi artık kesinlikle mümkün değil. Bu konuda devletin ciddi bir desteğine ve yeni yasa ve yönetmeliklerine gereksinim duyulmakta ama açıkçası çok da umutlu değilim. Kendi salonlarını koruma çabası içinde olan Kenterler’e ve SES 1885 gibi Türkiye’nin en eski salonunu koruma cengâverliğini gösteren Ferhan Şensoy’a saygı duyulmalı. Hatta salt bu yüzden özel destek verilmelidir. Öte yandan çok sık müdahaleye maruz kalan Devlet Tiyatroları’nın ve Şehir Tiyatroları’nın daha özerk bir yapıya kavuşturulması ve daha dinamik bir mekanizmaya dönüştürülmesi zorunludur. Memur oyuncu havasından sıyrılmak gerekiyor. Ömür boyu aylık gelir sağlama şeklinde kadro düzenlemesi ve çalışanla çalışmayanın, başarılı olanla olmayanın aynı derecede karşılık alıyor olması çok büyük haksızlık.
M.Bahçivan: Ülkemizin yaşadığı sürece; ekonomik ve siyasal ciddi sıkıntılara, Sanat ve sanatçıya yaklaşımdaki olumsuzluklara baktığımızda kara cehalet her geçen gün daha da güçleniyor ne yazık ki. Böylesi bir durumda Özelde Tiyatro genelde sanat adına ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
G.Erkal: Bu süreci tüm toplum olarak yaşayarak büyüyeceğiz. Belki toplumsal duyarlılık azalıyor ama biz sanatçıların böyle bir lüksü yok. Her zamankinden daha çok çalışacağız. Daha uyanık olacağız ve aydın olmanın sorumluluğu ve bilinciyle uyaran, uyandıran olacağız. Başka yolumuz ve şansımız yok çünkü. ‘’Sivas 93’’ adlı oyunumuzu, Sivas katliamının 20. yılında yeniden düzenleyerek sergileyeceğiz. Bunu bir borç olarak görüyoruz çünkü.
M.Bahçivan: Bu güzel projenizde ilk turnenizi Adana’ya yapmanızı bekliyoruz, sizi ve Dostlar Tiyatrosu’nu tekrar aramızda görmek istiyoruz.
G.Erkal: Bundan büyük mutluluk duyarız. Elbette gelmek isteriz, provalar sırasında sizi haberdar ederiz.
M.Bahçivan: Adana’lı sanatseverler ve Altınşehir Adana Dergisi adına tekrar teşekkür ediyorum. İyi ki geldiniz, iyi ki varsınız.
G.Erkal: Ben teşekkür ederim. Hem böyle güzel ağırlandığımız için hem de böyle güzel bir etkinlikte bizi seyircimizle buluşturduğunuz için. Bu önemli festivalde katkıda bulunan tüm kurum ve kuruluşları (Altın Koza, Altın Oran ve diğer grupları) tebrik ediyorum. Ayrıca derginizi ilk kez okudum ve gerçekten çok beğendim. Çok profesyonelce buldum. Emeği geçenleri kutluyorum.
Metin Bahçıvan
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları