UNESCO'NUN DA TESCİL ETTİĞİ BİR BAŞ YAPIT DİVRİĞİ ULU CAMİ VE DAR-ÜL ŞİFASI

Süslemeleri ile dünyada başka bir benzeri olmayan eser, aynı zamanda heykeli olan tek İslamî eser ünvanına sahip

 

Mimarî alanda dünyada bir çok eser gördüm... Çoğu baş yapıt olan eser. Ancak bir esere baş yapıt diyecekseniz eğer, onu başyapıt yapan özelliklerini de aktarmalısınız ki, sözünüz sıradanlığını kaybedip, değerli hale gelsin.

Örneğin Piramitler birer baş yapıttır. Çünkü günümüzde bile yapıldıkları teknolojinin ne olduğu kavranamamıştır. Hâlâ onların inşa tekniklerini hayretle incelemek durumundayız.

Roma'daki Pantheon da baş yapıttır. Altında hiç direk olmadan,  43 metrelik kubbesinin neredeyse havada asılı gibi durması, üstelik bunun, bir tanrı evi olarak yapılan binanın anlamına uygun düşmesi, onu baş yapıt yapar.

Selimiye Cami de bir baş yapıttır. Binanın estetik oranlanmasındaki ustalık, içerisine giren ışığın insanlarda göğe yükseliyormuş etkisi oluşturarak Mimar Sinan'ın tanrıya bakışını yansıtması, Selimiye'yi hemencecik bir baş yapıt haline sokar.

Sagrata Familia da bir baş yapıttır. Barcelona'daki bu kilisede Guido; kadim Gotik mimarîsi ile kendine has sürreal düşünceyi o kadar incelikle birleştirmiştir ki, neredeyse ortaya yeni bir sanat akımı çıkmıştır. Bu da esere baş yapıt olma hakkını tanır.

Ama dikkat ederseniz çok önemli bu eserlerin neredeyse hepsi başyapıt olmalarının hakkını almışlar, tüm dünya tarafından ilgiyle izlenmektedirler. Bu eserlere günde yüzlerce, hatta binlerce insan girip çıkmakta, gezmektedir.

 

Hakkını Alamamış Başyapıt

 

Sadece mimariyi değil, tüm sanat dallarını düşündüğümde aklıma şu soru takılıp kalır. Acaba başyapıt dediğimiz bu eserler kadar ihtişamla  üretilmiş olup da, hakettiği değeri bulamayıp unutulmuş, hatta kaybolmuş yapıtlar var mıdır?

Bence hakkında uzun süre düşünülecek, araştırılacak bir soru bu. Hele tüm sanat alanları dediğinizde  daha çok vakit ayırmak zorundasınız. Ama bu kez ilgi alanımız Mimarî... Öyleyse sorumuzu şöyle değiştirebiliriz: Bir baş yapıt olmakla birlikte kamuoyunun yeterince (yahut neredeyse hiç) tanımadığı, ilgisel haksızlığa uğramış mimarî başyapıtlar hangisidir?

Bir çok başyapıtı görmüş ve incelemiş bir gezgin olarak, hemen söyleyebileceğim bir eser var... Bir kenarda kalmış olması nedeniyle “Ne yazık ki” mi demeliyim, yoksa günümüze kadar sapasağlam gelebilmesi nedeniyle “Ne mutlu” mu bilemiyorum, bu yapı Sivas'ın uzak ilçesi Divriği'nde bulunan Ulucami'dir. Ve beraberindeki Dar-ül Şifa... Yani hastane.

Şimdi siz hemen, “Tamam Divriği Ulu Cami güzel olabilir ama baş yapıt olmasının  özellikleri bulunmalı, onu duyalım bakalım” diye beni uyaracaksınız. Başımın üzerine aktarayım. Ama müsadenizle öncelikle biraz yapıttan, yapıtın sahibi olan beylerden, hanımlardan bahsedeyim.Dar-l_ifa

 

Ahmet Şah ile Turan Melek'in Yaptırdığı... Hürremşah'ın Yaptığı...

 

1071 de Yüce Han Alpaslan Anadolu'ya Malazgirt'den girdiğinde, yanındaki büyük komutanlardan biri de Mengücek Gazi isimli bir beydi. Bu bey Erzincan, Kemah ve Divriği'ni alarak kendine bir beylik kurdu. Onun kurduğu  ve merkezinin Divriği olduğu bu beyliğe “Mengücekoğulları”denilir oldu.

Avrupa Ortaçağ'ın karanlığını yaşarken, Mengücekler Selçuklu'nun bilime dayalı geleneğini Divriğe kadar taşıyıp, bölgeye çok önemli eserler bıraktılar. Bu eserlerin en önemlisi ise 1228 yılında Ahmed Şah ve eşi Turan Melek tarafından yaptırılan Divriği Ulu Cami ve Dar-ül Şifası'dır (İki eser bitişik nizamda olduğu için  birlikte Ulu Cami diye anılır).

Burada “Ahmet Şah ve eşi Turan Melek” diye yazmamın özel bir nedeni bulunmaktadır. Amacım o dönemlerde Selçuklular'ın kadını erkekle bir tutma özelliklerine dikkat çekmek. Zaten Divriği Ulu Cami'yi gezdiğinizde sizler de bu eşitliğe şahit olacaksınız. İlmik ilmik işlenmiş taşlarda Bey ile Hatun'un yüceltilmiş birlikteliğini görüvereceksiniz.

Örneğin eserin Cami kısmını Bey yaptırırken, Şifahane kısmını Hatun inşa ettirmiş. Üstelik her iki binanın birbirine üstünlük kurmadan, aksine birlikte büyüyerek yapılmasına dikkat edilmiş.Eminim ki cami aynı ölçü ve şartlarda ayrı bir yere, hastane ayrı bir yere yapılmış olsaydı ikisinin birlikteliği ile oluşturduğu olumlu etkinin dörtte birini bile hissedemeyecektik.Turan_Melekin_Heykeli-_Sa_rgsne_dikkat

Burada unutmadan yazmak gerekir; Eserin Başmimarı Ahlatlı Hürremşah'tır. Kitabe böyle buyurmaktadır.

 

Niçin Başyapıt?

 

Gelelim başyapıt olma meselesine...

Cami geleneksel Selçuklu Mimarîsi'nin  bir devamı olsa da,  üç adet anıtsal kapısı ile bütün sanat tarihçilerinin dikkatini çekerek, eşsiz ve evrensel bir niteliğe bürünmüş. Ahlatlı Hürremşah isimli bir yapıcının eseri olan bu kapılar, dünya taş işçiliğinin doruk noktasına ulaşacak kadar görkemli bezemelerle süslenmiştir.

Ayrıca Darül-ül Şifa'nın içindeki bezemeleri ile camideki ahşap minber de kapıları destekler. Bezemelerin güzelliği yanında daha da önemli olan bunu yapan ustanın felsefik derinliğini hemen hissedebilmenizdir. Yapılan her figürün felsefe tarihinden çıkmış bir öykünün metaforu olduğu hemen hissediliyor zaten. Ancak izleyici bu figürlere her baktığında kendine göre yeni anlamlar da çıkarabiliyor. Nitekim son yıllarda güneşin taşlarla birlikte oluşturduğu gölgelerin içinde namaz kılan erkek veya kadın figürlerini görenler bile bulunmakta.

 

Öncesi ve Sonrası Omayan... Tek...Caminin_Bat_kaps

 

Bu kapı süslemelerini başyapıt yapan diğer bir özellik de, bu eserin ne öncesinin  ne de sonrasının olmasıdır. Takdir edersiniz ki güzelliğin zirvesine çıkmış bir eseri oluşturana kadar, ustasının çırak veya kafalık işleri olmalı. Veya eseri yapan kişi daha önceki yapılmış işlerden etkilenmeli.

Ancak söylenen odur ki; Hürremşah'ın ne bu eserden önce, ne de bu eserden sonra yaptığı başka işe raslanmamış. Sadece Sivas Divriği Ulu Camisi... Ve şaşırtıcı ki, dünyanın başka hiç bir yerinde bu kapılardaki  bezemelerin bir benzeri bulunmuyor. Bezemeler var olan sanat akımlarından hiç birine cuk diye oturmuyor. Ne gotik, ne de barok... Kitabesinde Ahlat'da doğduğu yazmazsa eğer, Hürremşah'ın uzaydan gelmiş olduğunu zannedeceğiz.

 

Heykelle Süslenmiş Tek İslamî Eser

 

Ama daha bitmedi... Eseri eşsiz kılan şeylerden biri de , başka hiçbir islamî eserde olmadığı üzere, Dar-ül Şifa'nın taç kapısında  Ahmed Şah ile Turan Melek'in birer heykelinin olmasıdır. Her ne kadar İslam'ın ortaçağı sayılan 1800'lü yıllarda heykellerin yüzü tahrip edilmiş olsa da, özellikle Turan Melek heykelinde saç örgüsüne kadar detay görebilmekteyiz. Ayrıca aynı kapının sağdaki sütununun arkasına gizlenmiş şekilde , bir üçgen içinde Ahmet Şah ile Turan Melek'in birer sureti daha bulunmaktadır.Ahmed_ahn_Heykeli_1800_l_yllarda_tahrip_edilmi

Kısacası Divriği Ulu Cami Hürremşah'a ait bir baş yapıttır. Unesco eseri “Korunması gereken dünya kültür mirası” olarak tescil ettiğine göre de tescilli bir baş yapıttır.

Umarım uzaklığına aldanmaz görmeye gidersiniz. Emin olunuz ki gitdiğinize değecek. Gitmişken Divriği Kalesi'ni, restore edilen Divriği Evleri'ni ve yolunuz üzerindeki Kangal Balıklı Kaplıcaları'nı  da görme şansını yakalayacaksınız.

 




Sayı 13 (Mart - Nisan 2013)

Bu yazı 5479 defa okundu.