Yaşamın Kökeni ve Kur'an-Aşhr
KUR’AN VE BİLİMİN IŞIĞINDA YAŞAMIN KÖKENİ
“ Şu muhakkak ki, var oluş içinde Allah Teala’dan, O’nun sıfatlarından ve O’nun fiillerinden başka hiçbir şey yoktur. “
“ Her şey O’dur, O’nunladır, O’ndandır ve O’nadır. “
“ Eğer O, âlemlerden bir an için gizlenecek olsaydı,
âlem bir anda yok olurdu.”
(İbn Arabî, Nurlar Risalesi)
Değerli okurlarım, derin bir soluk alınız.
Sonra... “ Yaptığım nedir? ” diyerek üzerinde düşününüz.
Yaptığınız hayatı solumaktır.
Soluk almazsak, hayatımızı devam ettiremeyiz.
O halde bu örnekten hareketle, “ yaşamın kökeni oksijendir “ cevabı verilse; yanlış söylenmiş mi olur?!
Cevap yanlış olmaz, fakat; eksik olur...
Çünkü aranılan, yaşamın nasıl devam ettiği sorusunun yanıtı değildir, sorgulanan; yaşamın nasıl ortaya çıktığıdır.
“ Yaşamın kökeni nedir? “ sorusu her çağdaki düşünürlerin merakını uyandırmıştır. Gelin değerli okurlarım bu gizemli konuyu birlikte irdeleyelim. Önce bilimsel bilgi ve bulgular, teoriler nelerdir onları paylaşalım...
Bilim, Yaşamın Kökenini Nasıl Anlatıyor
Ünlü bilim adamı Friedrich Engels ( 1820-1895) yaşam, proteinlerin hareket tarzıdır diyor. Günümüz bilimi ise yaşamın, proteinlerin ve nükleik asitlerin karşılıklı tepkimesinin bir fonksiyonu olduğunu söylüyor.
Değerli okurlarım, bu iki görüş aslında birbirini tamamlayan mahiyettedir. Yaşamın kökeni ile ilgili teoriler çoğunlukla *spekülatiftir. Fosil kayıtlarında söz konusu teorileri kanıtlayıcı hiçbir iz yoktur. *( spekülatif: kurgusal)
“Yaşamın kökeni konuşulurken; en temel ve en basit yaşam formlarından söz edilmektedir. *İnorganik maddeden organik maddeye sıçrayış, yani; cansız maddeden canlı yaşamın ortaya çıkıp-çıkmadığıdır konuşulan. “
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………
*inorganik: Organik olmayan, yapısında karbon içermeyen, cansız, anorganik.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………
Rus Bilim Adamı Aleksandr Ivanoviç Oparin, yaşamın kökeni konusunda; “Şu an bilmediklerimizi yarın biliyor olacağız” demiş.
Bu ifade, Biyolog Aleksandr Ivanoviç Oparin’in 1924’te yayınlanan Yaşamın Kökeni adlı bilimsel makalesinin sonuç kısmının temelini oluşturur.
A.I.Oparin ve Britanyalı Biyolog J. B. S. Haldane birbirlerinden bağımsız olarak yaptıkları araştırmalarda benzer bir sonuca ulaşmışlar, ilk canlı hücrenin oluşumu hakkında şu teoriyi öne sürmüşlerdi:
“ Dünya atmosferi başlangıçta oksijenden yoksundu. Henüz ozon tabakası ve oksijen oluşmadığı için uzaydaki mor ötesi ışınlar Dünya’ya kadar ulaşabiliyordu.
Dünya’nın o ilk döneminde Güneş daha parlaktı.
Mor ötesi ışınlar deniz ve kara yüzeylerine veya en azından bulutlara kadar ulaştılar. Işınların taşıdığı amonyak, karbondioksit ve su karışımına etki ettiğinde, muazzam bir organik madde çeşitliliği üretti. “
Oparin ve Haldane bu teori ile yaşamın ortaya çıkışını amonyağa bağlıyorlardı: Onlara göre yaşam amonyağın, karbondioksit ve su karışımına etki etmesiyle oluşan organik madde çeşitliliğinden gelişmişti.
Oparin ve Haldane’nin teorisini bir bakıma tamamlayan görüş ise, ne ilginçtir…Onlardan yarım asır önce Friedrich Engels tarafından seslendirilmişti.
Engels’in, duyurulduğu dönemde dikkate alınmayan, teorisi şöyleydi: “ Sonunda Dünya’nın ısısı, yer yüzeyinin önemli bir kısmında, albüminin yaşama sınırlarını aşmayacak düzeyde bir dengeye gelince, öteki kimyasal önkoşullar da elverişliyse; (ilk ) canlı protoplazma oluşmuştur…”
Engels şöyle devam eder:
“ İlk canlı hücrenin oluşabilmesi için gereken koşulların meydana gelmesinden önce belki de binlerce yıl geçti ve bu şekilsiz protein, hücre zarına ve çekirdeğe sahip ilk hücreyi üretti.”
Engels’e göre bu ilk hücre, tüm organik dünyanın *morfolojik gelişimi için temel olmuştur.
*Morfoloji (Biyoloji): Bir organizma ya da organizma bölümünün biçimini inceleyen bilim dalı, yapı bilim.)
T. H. Huxley:
“ Yaşamın ortak bir fiziksel temeli vardır ”
Huxley, 1868’de Edinburgh’da verdiği konferansta, yaşamın ortak bir fiziksel temele sahip bulunduğunu, bu temelin protoplazma olduğunu öne sürüyor ve şöyle devam ediyor:
“ Canlı varlıkların hepsinde protoplazma işlevsel, biçimsel ve özsel olarak aynıdır. İşlevsel olarak bütün organizmalar hareket etme, büyüyüp-gelişme, metabolizma ve üreme özelliği gösterirler. Biçimsel olarak çekirdekli hücrelerden ibarettirler; ve özlerinde hepsi karbon, hidrojen, oksijen ve azotlu bir kimyasal bileşik olan proteinlerden oluşmuşlardır. Bu da yaşamın altında yatan birliği çarpıcı bir biçimde açığa çıkarır. “
Değerli okurlarım şimdi bu teorileri sorgulayalım:
Engels’in öne sürdüğü, Oparin, Haldane ve Huxley’in geliştirerek katıldıkları teoriye göre canlı yaşam, (cansız maddeden canlılığa sıçrayışı temsil eden) o tek hücreden başlayarak gelişiyor, çeşitleniyor ve günümüzdeki halini alıyor; yani, cansızdan, canlı yaşam doğuyor…
Bu noktada zihinlerde belirip cevabını arayan soru şudur:
“ Cansızdan canlı yaşam doğuyorda…Peki bu nasıl oluyor?.. Bunun gerçekleşebilmesi için canlandırıcı bir enerjinin devreye girmesi gerekmiyor mu ?..”
Çağdaş bilimyukardaki soruya henüz cevap verebilmiş değil.
Cevabı veren hiç mi kaynak yok?
Yazımızın devamında göreceğimiz üzere var…
Şimdi bilim insanlarının öne sürdüğü diğer teorileri paylaşarak anlama yolculuğumuzu sürdürelim..
Yaşam Dünya’ya Uzaydan mı Geldi
“Oluşum Geçiren Dünyalar” adlı kitabında İsveçli kimyacı Svente Arrhenius,1907’de, pan-sperm teorisini öne sürdü:
Bu teoriye göre; “Eğer yaşam dünya üzerinde kendiliğinden oluşmadıysa, diğer gezegenlerden dünyaya aktarılmış olmalıydı. “Arrhenius, *sporları, diğer gezegenlere “yaşamı ekmek” için “uzayda yolculuk yapan şeyler “ olarak tanımladı.
…………………………………………………………………………………………
…………………………………………………………………………………………
*Spor : Bitkilerin ya da tek hücreli hayvanların çok özelleşmiş olan
ve hayatın devamını sağlayan üreme yeteneğindeki hücreleri.
…………………………………………………………………………………………
“Ama bir sorun vardı:
“Ama bir sorun vardı:
Her yaşam sporu, atmosferimize bir göktaşıyla girdiğinde, oluşan müthiş ısının etkisiyle yanıp yok olacaktı.
Ya da, uzaydaki mor ötesi ışınlar sporları yok edecekti.
Arrhenius, bu eleştirileri göğüslemek için, “yaşamın ölümsüz olduğunu ve bir kökeni olmadığını” öne sürdü.
Ne var ki olgular onun teorisiyle çelişiyordu. Uzaydaki mor ötesi ışınların her türlü bakteriyel sporları hızla yok edeceği 1966 yılında yapılan bir deneyle ispatlandı:
“ Dayanıklılıkları nedeniyle seçilmiş mikroorganizmalar 1966’da Gemini-9 adlı uzay kapsülüne konularak uzayda radyasyona maruz bırakıldılar. Sadece 6 saat dayanabildiler. “
Yaşamın “uzay kaynaklı” olduğu düşüncesi sadece yukarda naklettiğimiz teori ile de sınırlı değildi:
Fred Hoyle: “ Yaşamı kuyruklu yıldızlar getirdi. “
F.Crick ve L. Orgel: Yaşamı Dünya’ya, uzaylılar aşıladı.
Hoyle, “ yaşamı dünyaya kuyruklu yıldızların getirdiğini “ öne sürüyordu. Ancak Arrhenius’un teorisine yapılan itirazlar Hoyle için de söz konusuydu ve geçerliydi.
Yaşamın uzaydan geldiği/getirildiğine dair bir başka önerme, Francis Crick ve Leslie Orgel tarafından seslendirilmişti:
Crick ve Orgel, Dünya’daki yaşamın, uzaydan gelen zeki varlıklar tarafından bilinçli bilinçli bir şekilde döllenmiş olabileceğini, iddia ediyorlardı.
* * *
Yaşamın uzay kaynaklı olduğu önerisi, yaşamın kökeni nedir sorusuna kesin cevaplar verebiliyor mu?
Değerli okurlarım bu teoriler hiçbir sorunu çözmüyor…
Asıl soruyu cevaplamıyor…
Niçin?
Çünkü yaşamın dünyaya başka gezegenlerden geldiği kabul edilse dahi, bu yaklaşım, yaşamın nasıl ortaya çıktığı, sorusuna hâlâ cevap vermiş olmaz.
Peki ne olur? Bu sadece soruyu bir adım daha geriye, yani; yaşamın kökeni olduğu varsayılan bir başka bilinmeyen gezegene götürür…Yani aynı soru kendini tekrar etmeye devam eder.
Bu kez de orası, o meçhul gezegen için sorarız, “ Yaşam orada nasıl ortaya çıktı? “ diye…
* * *
Değerli okurlarım,
Yaşayan, hisseden, düşünen yaratıkların inorganik (cansız) maddeden nasıl ortaya çıktığı sorunu kadar büyük önem taşıyan bir başka konu yoktur.
Bu gizem eski çağlardan günümüze insan aklını meşgul etmiştir.
Bilim insanları filozoflar ve mistikler tarafından “ Yaşam nasıl ortaya çıktı?” sorusuna çeşitli cevaplar verilmiş, çok sayıda teori üretilmiştir.
Şimdi o bilgileri paylaşalım…
Yaşamı Tanrı Yarattı
Yaşam gizemi, bilimsel araştırma ve teorilerin kesin cevaplar veremediği bir alandır. İnsan aklı bu esrarı biyo-kimyasal süreçleri inceleyerek çözmeye çalışmıştır. Ancak, kesin sonuç alamamıştır.
İnsan aklı, yaşamın kökenini sorgularken; yollar kavşağındaki bir yolcu gibidir. Kavşaktadır ve hangi yolu seçerse hedefine varacağını bilemez haldedir. Çünkü elinde hangisinin hedefe giden yol olduğunu gösteren herhangi bir kesin bilgi yoktur. Bırakınız bilgiyi, yolu yönü işaret eden ip uçları bile yoktur elde.
İnsan kendisinin de bir parçası bulunduğu hayata bakmakta, ve fakat; onun nasıl ve nereden kaynaklandığını anlayamamaktadır.
Yaşamın nasıl başladığı sorusuna cevaplar vermeye çalışan sadece bilimsel araştırma ve teoriler değildir; İlahî İrade, insanı, karanlıkta bırakmıyor; kutsal beyanlar yaşamın kökenini açıklayan bilgileri de veriyor:
İlahî vahy, yaşamın, Allah ‘ın yaratma kudretinin tezâhürü sonucunda ortaya çıktığını bildiriyor.
İnsanlar bilimsel bilginin anahtarlarıyla açtıkları her sır kapısının ardında Yüce Tanrı ile karşılaşmışlardır.
Yaşamın kökeni konusundaki en yaygın kabul, alemleri ve yaşamı Allah’ın yarattığı inancıdır.
2. “ Yaşam kendiliğinden oluşumla ortaya çıktı.”
Yaşamın, inorganik maddeden kendiliğinden oluşum yoluyla ortaya çıktığı teorisi antik çağ bilgesi Aristoteles’e aittir.
Aristoteles: “ Maddede hayat yoktur, hayat ona aşılanır “ demiştir. Örnek olarakda kurtçukların çürüyen etten, kınkanatlıların gübre yığınından oluşmasını göstermiştir.
Kendiliğinden oluşum teorisi ( yani yaşamın hiçlikten kaynaklandığı görüşü ) uzun bir geçmişe sahiptir: Antik Mısır, Çin, Hindistan ve Babil’den gelme bir görüştür. Antik Yunan yazmalarında da bu düşünce mevcuttur.
“ Kendiliğinden oluşumu doğaüstü bir nitelikle bezeyen, ardından da ortaçağ bilim kültürünün temelini belirleyen ve insanların zihinlerine yüzyıllarca hükmeden Platon’un idealist görüşüydü… Yunan ve Roma felsefî ekollerinden geçip gelen bu düşünce, yaşamın kökenine dair kendi mistik kavrayışlarını geliştirmek için ilk Hıristiyan kilisesi tarafından devralınmış ve ayrıntılarıyla işlenmiştir.
St.Augustine kendiliğinden oluşumda, tanrısal iradenin bir dışavurumunu görmüştü; hareketsiz maddenin ‘ yaratıcı ruh ’ tarafından canlandırılması…
Bu görüş daha sonraları Thomas Aquinas tarafından Katolik kilisenin öğretilerine göre geliştirilecektir.
Fyodor Lenin ise, “ Hareketsiz maddenin Yaratıcı ruh tarafından canlandırılması “ düşüncesine itiraz etmiş, “ Skolastikler ve *ruhbanlar, Aristoteles’ten ölü düşünceleri aldılar, canlı olanlarını değil ” demiştir.
Ancak Lenin, itiraz etmekle kalmış, kendisi, yaşamın kökenini açıklayan herhangi bir cevabı kanıtlarıyla ortaya koyamamıştır.
* * *
Değerli okurlarım, 19. yüzyılın ortalarına kadar Batı toplumlarında egemen olan inanış buydu. Ancak kendiliğinden oluşum teorisi daha sonra Pasteur ve Redi deneyleriyle kesin olarak çürütülecektir.
Yalnız dikkat buyurunuz; söz konusu deneylerle çürütülen, “Hareketsiz maddenin Yaratıcı ruh tarafından canlandırılması” değil, çürüyen ette üreyen kurtçuklar örneğiyle savunulan kendiliğinden oluşum teorisidir.
Şimdi o deneylere yakından bakalım…
………………………………………………………………………………………………………………
*Ruhban Sınıf: Bilindiği üzere ruhban sınıf Hıristiyanlıkta vardır.
İslâm, ruhban sınıfı da, din görevinin para karşılığı yapılmasını da reddeder.
………………………………………………………………………………………………………………
Kendiliğinden Oluşum Teorisini Çürüten
Louis Pasteur ve Francesko Redi
Deneyleri
Louis Pasteur mikrobiyolojinin babası sayılır.
Pasteur ve Fransız bilimci Francesko Redi’nin deneyleri, kendiliğinden oluşum teorisini çürüterek gözden düşürmüştür.
Deney basitti:
Ağzı açık bir kavanoza konan et parçasında kurtçuklar (kendiliğindenmiş izlenimi vererek) oluşuyordu. Ağzına tel parçası konularak hava girebilen ancak sineklerin girmesi engellenen kavanozdaki et parçasında ise kurtçuklar üremiyordu.
Bu da söz konusu üremenin kendiliğinden olmadığını larvaların etin üzerine dış etkenler tarafından taşınması sonucu oluştuğunu gösteriyordu.
Bunun üzerine Pasteur: “ Yaşam yalnızca yaşamdan kaynaklanmış olabilir ” dedi ve kendi açısından noktayı koydu.
3. “ Yaşam göktaşı ile geldi. ”
Bir başka teori, yaşamın dünyaya çarpan bir göktaşıyla uzaydan geldiği, önerisidir.
İnorganikten organiğe ( cansızdan-canlıya) dönüşüm olduğunu iddia eden bu teori, göreceli olarak, yakın tarihli bir görüştür.
Bu teoriye yapılan itirazları yukarda nakletmiştik.
Teorinin doğruluğu kanıtlanamamıştır.
Yaşamın kökeni hakkındaki araştırmalar, günümüzde de, çeşitli teoriler üretilerek devam etmiştir:
Bu teorilerden biri,Miller deneyleridir (İlkel Çorba Kuramı)
Bir başka teori, Derin Deniz Sıcak Su Kaynağı Teorisi’dir.
Ayrıca; Fox Deneyleri, Eigen Hipotezi, Wächtershäuser’ın Hipotezi, Demir-Kükürt Kuramı, Radyoaktif Sahil Teorisi, Polisiklik Aromatik Hidrokarbon, RNA Dünyası Hipotezi, Peptit Nükleik Asit, Otokatalitik Küme adlarıyla da çok sayıda teori üretilmiştir.
Peki bu teoriler yaşamın kökeni gizemini aydırnlatabilmişler midir?
Hayır, söz konusu teorilerin hiçbiri kanıtlanamamıştır.
Yaşamın Kökeni gizemi, insan bilimi açısından, esrarını korumaya devam etmektedir.
Gerçeği nasıl anlayacağız?
Değerli okurlarım “YARATILIŞIN DOĞASI” başlıklı yazımızı okuyanlar anımsayacaklardır:
Madde, varlık sahnesine, hiçlik denilen ortamda belirerek çıkıyordu…Esrarlı bir Kudret hiçliği yarıyor, ondan bir şeyi (maddeyi) ortaya çıkarıyordu. Bir başka söyleyişle ifade edersek o gizemli Kudret; yokluktan varlığı ortaya çıkarıyordu.
Bu realite, modern bilimin vardığı sonuçtur:
Uzay-Zaman’ın (evrenin) nasıl var olduğu sorusunu cevaplayan Big Bang Kuramı ile…maddenin derinliklerine, yani; zerreler alemine nüfuz edilip, atom altı parçacıkların dünyasından insanlara bilgi taşıyan kuantum fiziği, aslında, hiç’ten var’ın nasıl ortaya çıktığının öyküsünü anlatıyor…
O halde, “ Yaşamın Kökeni Nedir “ sorusuna yanıt aranırken dünyasal sınırlamalara takılıp kalınmamalıdır. İnsan biliminin ulaşabildiği sınırın öteleri olduğu bilinciyle davranılmalı, gönülleri ve aklı İlahî kaynaktan indirilen bilgilere de açık tutmalıdır:
İlahî vahyin haberlerini rehber edinerek yol almak, bilimsel bulgu ve verileri ise, sır kapılarını açan anahtarlar olarak görüp-değerlendirmek gerekiyor. Ancak böyle yapıldığı takdirde hakikâtin aydınlığına ulaşılabilir…
O halde değerli okurlarım doğanın sırlarını anlama yolculuğumuzda sıra *Vahy Kitabı’nda verilen bilgi ve haberleri paylaşmaya gelmiştir:
…………………………………………………………………………………………………
*Vahy Kitabı, Allah’ın, Melek Cebrail aracılığıyla Peygamberlerin zihinlerine indirdiği kutsal beyanlar bütünüdür. Son Peygamber Hz Muhammed’e indirilen ayetlerle tamamlanıp-kemâle erdirilmiştir. Kur’an, öncekileri, yani; Tevrat, Zebur ve İncil’in zaman içinde tahrif edilmiş bölümlerini düzelterek onaylayan ve tüm zamanlara hitap eden zaman üstü bir kutsal beyandır. Allah’ın öğütlerini, emir ve yasaklarını bildirir; kainatın ve insanın yaratılışı ve akıbeti hakkında bilgiler verir.
…………………………………………………………………………………………………
Yerküre, Doğal Yaşam, İnsan
Ve
Kutsal Beyanlar
“ Eğer O, âlemlerden göz açıp kapayıncaya kadar da olsa, bir an için gizlenecek olsaydı, âlem bir anda yok olurdu. Dolayısıyla âlemin bekâsı ancak O’nun korumasıyla ve ona nazar etmesiyledir.
Ancak O’nun zuhuru öylesine şiddetlidir ki akıllar, idrakler onu anlatmada, onu algılamada zayıf ve aciz kalırlar.
Bu nedenle O’nun bu zuhuru bir örtü olarak (hicap) olarak adlandırılır. “
(İbn Arabî, Nurlar Risalesi)
Değerli okurlarım yaşamın kökenini anlamaya çalışırken bazı hususları dikkatle belirlemek gerekiyor:
Konuyu, “ Dünya gezegeni üzerindeki yaşamın kökeni “ şeklinde tanımlarsak; bakış açıları ve cevaplar ona göre biçim alacaktır.
Konuyu, kainatın ve insanın var oluşu perspektifinden ele alınmak üzere tanımlarsak; bilgi ve bulgular daha farklı değerlendirilecektir.
Bu hususun altını çizmek gerekiyor, çünkü; yaşamın kökeni hakkında, yaşamın dünyaya uzaydan geldiği/getirildiği teorisi de var...
Dünya üzerindeki yaşamın fiziksel, biyo-kimyasal süreçlerin işleyişi sonucunda kendiliğinden oluşup ortaya çıktığı teorileri de var...
Hatta, yaşamın ölümsüz olduğu bile öne sürülmüştür.
Kutsal metinlerde gökler ve yerin, insanın ve hayatın, Yüce Tanrı tarafından yaratıldığı bildirilmektedir.
Ancak bu yaratma eyleminin zuhuru ve tamamlanması, bir resmin bitmiş halinin tuale yerleştirilmesi şeklinde değildir: Allah, erişilemez sanatı ile resmettiği yaşamı; ilk çizgisinden son rengine kadar, evrelerden geçerek gelişmek ve kemâle ermek üzere takdir ediyor.
Yüce Tanrı’nın yaratma iradesi; birbirini tamamlayan süreçler halinde tecelli ediyor. Yaratıcı kudretin tezâhürü, kainat aynasına, bir tekâmül düzeni içinde yansıyor. İlahî Kudret’in yaratma iradesinin sonucu olarak varlık sahnesinde beliren her şey, aşamalardan geçerek, oluşuyor olgunlaşıyor.
En azından biz insanlar içinde yer aldığımız kainat düzenini öyle algılıyoruz; insan aklı, zamansız ve mekânsız olanı algılayıp-anlayamaz...
Velhasıl değerli okurlarım, yaratma sanatının Tek ve Yüce Sahibi olan Tanrı, yaşam ve insan resmini, kainat tualine renk renk, çizgi çizgi işleyerek yansıtıyor.
İnsan aklının baktığı açıdan gözlemlenebilen realite; yaratış ve oluş sürecinin kesintisiz ve birbirini tamamlayan bir biçimde devam ettiği gerçeğidir.
Yüce Kur’an’da bu hal; “ Allah her an bir işte ve oluştadır...” mealindeki ayetle ifade edilmiştir.
Vahy Kitabı ( Kur’an) biz insanlara yaşamın kökeninin, Cenabı Allah’ın yaratma iradesi ve kudreti olduğunu haber vermektedir. Şimdi kutsal beyanlara gidelim, ayetlerin verdiği bilgileri görelim:
Tevrat’ ta Yaşam’ın Kökeni
Tevrat’ın Yaratılış bölümü, “ Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin, karanlıklarla kaplıydı,Tanrı’nın ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. “ diye başlar...Işığın ve karanlığın, kara ile gökleri ayıran gökkubbenin, bitki ve hayvanların yaratılışını anlatarak devam eder.
Görüldüğü üzere Tevrat’ta, önce, gök ve yer in yaratıldığı bildiriliyor.
Bu aşamada yer boştur, engin karanlıklarla kaplıdır, yeryüzü şekilleri oluşmamıştır. Tanrı’nın ruhu ( İlahî Kudreti’nin tezâhürü) suların üzerinde dalgalanmaktadır.
Tevrat ayetlerinden, yaratılışın bu aşamasında, gök ve yer ile birlikte suların da yaratılmış olduğunu anlıyoruz.
Şöyle devam ediliyor:
Şöyle devam ediliyor:
Sonra Tanrı, “ IŞIK OLSUN...” diye buyurur ve ışık olur.
Tanrı, bitki ve hayvanları yaratır.
Sonra insanı topraktan yaratır; ona Tanrısal nefha üflenir, *Adem’in kaburga kemiğinden kadın ( Havva) yaratılır.
Hz. Adem, Cenabı Hakk’ın kendi ruhundan İlahî nefha üflediği ilk insandır.
...................................................................................................................
*(Hz Adem ve Havva konusundaki bilgi ve yorumları “ Kur’an’ın Anlattığı Tekâmül Düzeni ve İnsan “ başlıklı yazımızda paylaşacağız.
...................................................................................................................
Kur’an’ı Kerim
Ve
Yaşam’ın Kökeni
Değerli okurlarım, önce alemin ve yaşamın var edilişi hakkındaki ayetlere gidelim:
Zariyat Suresi: 47. Ayet:
“ Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz. “
48: “ Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyicileriz! “
( Prof.S.Ateş, Kur’an’ı Kerim Tefsiri Syf, 2528)
Gök, evrendir. Allah’ın kudreti ile kurulmuştur.
O’nun takdiri ile genişlemektedir. Yer, (evrensel boyutuyla) gök cisimlerinin tamamını, (dünyasal boyutuyla ise) Dünya’mızı bildirir.
Yerküre, Allah’ın kudreti ile, üzerinde yaşam oluşmaya uygun kılınarak en güzel bir şekilde döşenmiştir.
Enbiya Suresi: 30. Ayet:
“ O nankörler görmediler mi ki gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan yarattık.
Hâlâ inanmıyorlar mı? “- ( Prof.S.Ateş, Kur’an’ı Kerim Tefsiri Syf 1681)
Yaratılışın ilk anında gökler ve yer, tek bir noktacık halinde, hiçlikte belirdi. Evren başlangıç aşamasında yekpare gaz kütlesiydi;
Allah’ın buyruğu ile ayrıldılar... Böylece, tekâmül aşamaları oluşturarak işleyen bir süreç içinde nebulalar ve tüm gök cisimleri meydana geldi; ( Yer küre üzerindeki ) her canlı şey sudan oluşturuldu.
Nûr Suresi: 45.Ayet:
“Allah, her canlıyı sudan yarattı . İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.”
Kur’an ayetlerinde önce *gök ve yer’in sonra bitki ve hayvanların, en son olarak da insanın yaratıldığı haber veriliyor.
Enbiya 30’da; başlangıçta “Gökler ve yerin bitişik” halde olduğu Allah’ın buyruğu ile ayrıldıkları ve “ Her canlı şeyin sudan oluşturulduğu ”;
Zariyat 47’de ise, göğün (evrenin) kurulduğu ve genişletildiği, yer’in oluşturulup döşendiği bildirilmektedir.
Ayetlerden anlıyoruz ki, başlangıçta, evreni oluşturacak olan enerji yekpare haldeydi…Kur’an bu durumu Enbiya 30’da, “ Gökler ve yer bitişik idi…” şeklinde haber vermektedir.
“ Biz onları ayırdık “ ayetiyle de, Allah’ın iradesi ile gökler ile yerin ayrılış sürecinin başlatıldığı söylenmektedir:
Değerli okurlarım evrenin oluşumu sürecinin bu aşamasında atom altı parçacıklar birleşerek atomu; atomlar birleşerek molekülleri; moleküller birleşerek nebulaları; nebulalar da gezegenleri yıldızları ve galaksileri oluşturmaya başlarlar; işte bu, uzay-zamanın sonsuzluğu içinde gökler ile yerin ayrılışı sürecidir.
Yine ayetlerden anlıyoruz ki; gökler ve yer ayrılırken her canlı şeyin oluşturulacağı sular da yaratılmıştır.
Nûr 45’de; “ Her canlının sudan yaratıldığı, bunlardan kiminin karnı üzerinde süründüğü, kiminin iki ya da dört ayak üzerinde yürüdüğü “ belirtilerek, canlı varlıkların yaratılışı ve yaşamın başlatıldığı bildiriliyor.
...............................................................................................................................
“ Kur’an’da Allah’ın yaratma fiilinin nesnesi olarak anılan yeryüzü (el-ard ve gökler (es-semâvât) bütün yaratılmış varlıkları içermektedir.”
...............................................................................................................................
Değerli okurlarım, Cenabı Hakk’ın yaratma iradesinin süreçler halinde işleyerek ve bir tekâmül düzeni içinde tecelli ettiği hususuna önemle dikkat edilmelidir:
Her şey, birden aynı anda oluşmuş değil…
İlahî İrade, yaratış ve oluşu, süreçler halinde işletiyor.
Söz konusu tekâmül süreci evrenin oluşumu anı ile başlıyor. Önce, evreni meydana getirecek olan enerji, sıfır hacim sonsuz yoğunluktaki bir kozmik tohum şeklinde, hiçlikte beliriyor varlık sahnesine çıkıyor.
Başlangıç, yani yaşamın kökeni, Cenabı Allah’ın “ OL! “ buyruğu ile varlık sahnesinde beliren o kozmik tohumdur…
Bir mini zerrecik halinde beliren o muhteşem enerjidir milyarlarca yıldır genişleyen ve gökleri, yeri velhasıl mevcudâtı oluşturan.
Gök cisimleri, Güneş, Dünya ile üzerindeki doğal yaşam ve insan; Allah’ın hiçliği yararak varlık sahnesine çıkardığı o kozmik tohumdan çıktı.
İnsan’ın yerküre üzerinde ortaya çıkışı ve günümüzdeki haline gelişi de bir tekâmül seyri takip ederek gerçekleşti:
İnsan da tıpkı evren gibi, zerreden-küreye, yani; en basitten-mükemmele doğru gelişerek oluştu.
Furkan Suresi: 54. Ayet:
“ Sudan insan yaratıp ona soy sop veren O’dur.
Rabbinin her şeye gücü yeter. “
Ayet mealinde, insanın sudan yaratıldığı, ona soy sop verildiği ve bu oluşum sürecinin Cenabı Allah’ın takdiri ile olduğu bildiriliyor. Kur’an, Furkan suresi 54’ de; insanın sudan yaratıldığını, insanın yaşamının suda başlamış olduğunu açıkça haber veriliyor.
“ Bu ayetin tefsirinde insanın sudan yaratıldığı ifadesi ile meni sıvısının kastedildiği söylenmektedir. Ancak aynı ayet mealinden; tekâmül evreleri geçirerek, aşama aşama gelişerek; yer küre üzerindeki doğal yaşamı, canlı varlıkları ve insanı oluşturacak olan ilk canlı hücreye işaret edildiği de düşünülebilir; ilk canlı hücrenin sudan yaratıldığı, yaşamın ise su olmaz ise sürdürülemediği biliniyor. Nitekim ana rahmindeki üreme süreci de ( önce embriyonun, takiben ceninin oluşup-geliştiği aşama) suda başlayıp suda devam etmektedir. Elbette doğrusunu Cenabı Hakk bilir.”
Dehr Suresi:1.Ayet:
“ İnsanın üzerinden, anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? “( Prof.S.Ateş, Kur’an’ı Kerim Tefsiri Syf, 2920)
Ayet mealinde insanın üzerinden, anılmaya değer sayılmayacak denli basit bir varlık durumunda olduğu, çok uzun bir sürenin geçtiği,. bildirilmektedir.
İnsanın suda başlayan hayatı, (muhtemelen) ayette işaret edilen o uzun süre boyunca, ta ki; karışık bir pıhtıdan oluşarak yapılanacağı yeni bir aşamaya tekâmül edinceye kadar, basit bir canlı halinde devam edecektir.
( Doğrusunu Allah bilir.)
Dehr, 2: “ Biz insanı karışık bir pıhtıdan yarattık. Onu deneyeceğiz. Bunun için onu duyuş ve görüş sahibi yaptık.”
Ancak o aşamadan sonra insan, Cenabı Allah’ın takdiri ile; varlığın gayesini gerçekleştirmek üzere emaneti yükleneceği aşamaya ulaşacaktır.
Dehr, 3: “ Biz onu yola kılavuzladık.
Artık ya şükredici olur ya nankör.”
Dehr suresi 2.ve 3.ayetlerde insanın tekâmül evreleri geçirirken ulaştığı bir başka aşamaya işaret edilmektedir.
Bu aşamada insan, karışık bir pıhtıdan yaratılıyor, duyuş ve görüş sahibi kılınıyor, denenmek üzere yola kılavuzlanıyor.
Artık insan, akıl sahibidir; iyi ile kötü, ışık ile karanlık arasında tercih yapabilme yetisi kazanmıştır. Bu düzeye gelmiş olan insan dünya yaşamı sırasında yapıp ettiklerinden sorumlu bir varlıktır.
Değerli okurlarım Kur’an’ın, Müminun Suresi 12-16 ayetlerinde de insanın, sorumlu ve yükümlü bir varlık haline gelişi ile ilgili bir sürece işaret vardır:
Müminun Suresi, 12’de “ Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık.” Denilmektedir.
Müminun 12’de gelişerek insan olacak olan varlığın su ile karışık toprak olan çamurdan yaratıldığı haber veriliyor.
Söz konusu ayet mealindeki bu bilgi ile Dehr suresi 1.ayette verilen haberi birleştirerek düşündüğümüzde insanın, yaratılışının bu ilk aşamasındayken ( basit ve önemsiz bir varlıkken) üzerinden çok uzun bir süre geçtiğini anlıyoruz…Bu uzun çok uzun süre zarfında insan, anılmaya değer bir varlık değildir; çünkü basit belki de bakteri düzeyinde bir oluşumdur.(Dehr suresi, 1)
Kur’an, insanın yaratılışı ve oluşumu öyküsüne, Müminun suresinde şöyle devam ediyor:
Müminun Suresi, 13:
“ Sonra onu bir damla su olarak sağlam bir yere yerleştirdik.”
Müminun Suresi , 14:
“ Sonra bir damla suyu yapışkan bir nesneye çevirdik. Yapışkan nesneden bir çiğnemlik et yarattık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere et giydirdik.
Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak inşa ettik.
Yaratanların en güzeli olarak Allah ne uludur. ”
Yukardaki ayet mealleri sudan yaratılan insanın su ile toprak karışımı süzme çamurdan oluştuğu aşamayı da geçip, “ bir damla sudan yapışkan bir nesneye çevrilerek ” sağlam bir yere ( ana rahmine) yerleştirilmesini ve ondan sonra geçirdiği oluşum
-gelişim aşamalarını anlatmaktadır:
İnsanı yeni haliyle yapılandıracak olan yapışkan sıvı, bir çiğnemlik ete dönüşüyor… O bir çiğnemlik etten kemikler yaratılıyor…Kemiklere et (kaslar ve deri ) giydiriliyor.
İnsan, başlangıçtaki basit haline kıyasla, artık bambaşka ( gelişmiş ve kompleks işleyen mükemmel bir organizmaya dönüşmüş haldeki) bir yaratık olarak inşâ ediliyor.
Oldu mu; insanın oluşumu süreci nihai haline vardı mı?
Hayır…
Sürecin nasıl devam ettiğine işaret eden bilgileri Kur’an’ın Hicr ve Sad surelerinden öğreniyoruz:
Hİcr, 26: “ Andolsun, biz insanı düzgün çamurun kuru balçığından yarattık.” / 27: *Cini de daha önce kavurucu ateşten yaratmıştık./ 28-29: Rabbin meleklere: ‘ Kara düzgün çamurun tıkırdayan balçığından bir insan yaratacağım. Onu kılığına koyduğum ve ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın’ demişti. ”
………………………………………………………………………………………………………………….
*CİN: Var, ama gözden saklı olan varlık kategorisidir; Kur’an’da mearic ateşten (dalgalı ışından) yaratıldığı bildirilen varlık kategorisidir.
………………………………………………………………………………………………………………….
Değerli okurlarım,
Kur’an, yaratılışın her evresini, Yaratıcı İrade’nin o evreyi ortaya çıkarmak için kullandığı ortamı örnek vererek anlatıyor; su, çamur, tıkırdayan balçık gibi ve benzeri…
İnsan başlangıçta sudan yaratılıyor; sonra cıvık çamur, süzme çamur, son olarak da, ( Hicr, 26) düzgün çamurun balçığı ve kara düzgün çamurun tıkırdayan balçığından oluşarak tekâmülünü sürdürüyor.
Sad Suresi 71-72:
“ Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: “ Ben çamurdan bir insan yaratacağım.” / “ Onu kıvamına erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin! ”
Yüceler Yücesi Yaratıcı’nın lütfu ve takdiri ile, insana, İlahî nefha (Tanrısal ölümsüz benlik) üflenmiştir.
Sad suresinde bildirilen evredeki insanın; sorumluluk alacak, İlahî emâneti yüklenebilecek aşamaya geldiği anlaşılıyor;
Ona, akıl yürütme, bilgi edinebilme (bilim), iyi ile kötü, ışık ile karanlık arasında tercih yapabilme yetenekleri verilmiştir.
İnsan, tekâmül üzre geçirdiği o evrelerden sonra, “ Emaneti yüklenmeye” yani; varlığın gayesini tahakkuk ettirmeye ehil bir sorumlu varlık düzeyine ulaşmıştır.
Artık, ya şükredici olacaktır ya da nankör…
Değerli okurlarım bu konuda çağdaş Kur’an Müfessiri Prof.Dr. Süleyman Ateş, muhteşem eseri Kur’an Ansiklopedisi’nde aşağıdaki yorumu yapıyor:
“ Yüce Allah, âlemi bir tekâmül kanununa göre yaratmıştır. İnsanı vücuda getirmek için önce inorganik maddeleri yaratmış, bunları süze süze bitkileri vücuda getirmiş, bitkileri de olgunlaştıra, olgunlaştıra canlıları yaratmış, canlıları geliştire geliştire Âdem’i ortaya çıkarmıştır...”
* * *
Değerli okurlarım bu hal, biz insanların algılayış kapasitesi bakımından, yani, sadece bize göre, böyledir. Çünkü Allah’ın indinde zaman-mekân boyutları söz konusu değildir;
O hem her yerde hem hiçbir yerdedir…
Allah’ın indinde alemlerin var veya yok oluşu süreçler ifade etmez; kainata akseden yaratış-oluş aktivitesini tekâmül süreçleri şeklinde algılayıp izlemek durumunda olanlar biz insanlarız…
TEK ve BİR olanın tezâhür ve tecelliler yoluyla açılıp-saçılmasını, kainat aynasına çokluk halinde yansımasını izlemekteyiz.
İnsan da o İlahî ışımanın pırıltılarındandır…
Her şey O’dur…
Var olan ve asla yok olmayacak olan da sadece O’dur.
“ Peki madem her şey TEK ve BİR olanın (Zatı’nın değil) kudretinin yansıyıp görünmesinden ibarettir; biz insanlar niçin, yaratış ve oluşu birbirini tamamlayan süreçler halinde ve çokluk olarak idrak ediyoruz? “
Değerli okurlarım insan aklının ve bilimin sınırları vardır.
Bir çok gizemin açıklanabilmesi bu sebeple mümkün olamıyor. Çünkü cevaplar aklın sınırlarının ve bilimsel bulguların ötesinde kalıyor.
Sufilerin, aklın da aklı var, deyişi bu gerçeğin ifadesi
olsa gerek.
Yukardaki soruya ancak şu cevabı verebiliriz:
İlahi İrade öyle öyle takdir buyurup öyle olmasını murat etmiştir de ondan...
Yüce Kur’an, sonsuzluk yolcusu kozmik varlık insanın Dünya hayatının nasıl son bulacağını, ahiret yaşamına nasıl geçeceğini Müminun 15-16 ve Kıyamet suresi 12-13-14 ayetlerde haber veriyor:
Müminun Suresi
15: “ Sizler bütün bunlardan sonra öleceksiniz. “/
16: “ Sonra siz kıyamet gününde yeniden diriltileceksiniz.”
Kıyamet Suresi
12: “ Varılıp durulacak yer Rabbinin huzurudur o gün.” /
13: “ Haber verilir insana o gün önden gönderdiği de arkaya bıraktığı da. “ /
14: “ Gerçek şu ki insan, öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır. “
Değerli okurlarım,
Yaşamın Kökeni konusunu; çağdaş bilimin verileri ve kutsal beyanların ışığında anlamaya çalıştık.
Yaşamın maddesel kökenini konuşurken; madde ve ruhtan oluşan insan konusuna da kısa bölümler halinde girdik.
Çağdaş bilimin ve Vahy Kitabı’nın anlattığı insan, çok önemli ve tek yazıda tamamlanamayacak boyutları olan bir konudur.
Bu konuyu ele alacağımız olan yazı dizisi, “ Kur’an’da Anlatılan Tekâmül Düzeni ve İnsan “ başlığıyla devam edecektir.
Altın Şehir Adana Dergisi’nin yeni sayısında buluşmak dileğiyle esenlik ve başarı dileklerimle hoşçakalınız.
..................................................................................................................
Yararlanılan Kaynaklar:
- İbni Arabî, Nurdan Damlalar Risalesi
- Prof.Dr. Süleyman Ateş’in Kur’an Ansiklopedisi
- Prof.Dr. Süleyman Ateş’in Kur’an Tefsiri
- Elmalılı Hamdi Yazır, Kur’an Tefsiri
- Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk’ün, “ Kur’an’ı Kerim Meali “ adlı eseri
- Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk’ün, “ Mevlana ve İnsan” adlı eseri
- Doç.Dr. Ömer Özsoy Doç.Dr. İlhami Güler’in, “ Konularına Göre Kur’an “ adlı eseri
- Diyanet İşleri - İslâm Ansiklopedisi.
- Kutsal Kitap, Tevrat’ın Yaratılış Bölümü Ayetleri
- Ayrıca: Yaşamın Kökeni konusunda, araştırma yapan bilim insanlarının İnternet ortamında yayınlanan biyografilerinden ve İnternetin Vikipedi kaynaklarından derlenen bilgiler değerlendirilmiştir.
- Kainatın oluşumu ve Big Bang kuramı ile kuantum fiziği alanındaki bilgiler için Stephen Hawking, Joseph Silk, Carl Sagan ve Doç.Dr. Caner Taslaman’ın eserlerinden yararlanılmıştır.
- Yaşamın kökeni konusundaki teorileri değerlendiren İnternet ortamındaki tr.wikipedia.org/wiki/Kategori Yaşamın_kökeni sitesinde aktarılan bigilerden yararlanılmıştır.
.................................................................................................................
Fevzi Acevit
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları