YOZGAT BLUES FİLMİ ve SİNEMACILARIN TAŞRAYA DÖNÜŞÜ
Bir dönem toplumcu sinemanın vazgeçilmez alanı olan taşraya, son yıllarda değişik yönleriyle yönetmenlerin yeniden yöneldiklerini ve taşrayı yeniden sinemalarının vazgeçilmez bir mekanı olarak kullandıklarını görüyoruz.
Son dönem sinemacılardan Zeki Demirkubuz’un özellikle büyük kentlerde sıkışmış kendilerini ifade etmekte zorlanan ve gazetelerin üçüncü sayfalarını işgal eden haberlerden yola çıkarak yaptığı sinemalara karşılık Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Özcan Alper ve Semih Kaplanoğlu sinema da taşraya dönüş yapan sinemacıların başında geliyorlar. Fotoğrafçılık yeteneğini sinemada başarıyla uygulayan Nuri Bilge Ceylan filmlerinde gerçekçi ve doğal bir bakış açısı yakalayarak bugüne kadar ki sinema geleneğinden farklı bir estetik anlayışla filmlerini yaptı. Ceylan, “Kasaba Üçlemesi” adını verdiği filmlerinde kasaba yaşamı, aile ilişkileri, gündelik hayatın durağan akışı, gerçekleşmeyen umutlar, hatıralar, geçmişin izleri, özlemler, hayaller yeni bir gerçeklilik anlayışıyla sinemamıza aktarmıştır. Ceylan burada bildiği, tanıdığı, sevdiği insanları gündelik hayatın doğal alkışı içinde kendi tanıdık ortamında izleyiciye aktarır.
Sinema ve taşra ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte Yozgat Blues filmi Uzak İhtimal filmiyle tanıdığımız Mahmut Fazıl Coşkun’un yeni filmi. Çoşkun, Yozgat Blues’da çıtayı yükselterek günümüz sinemasına yeni bir anlatım diliyle farklı bir taşra yorumu getiriyor ve yeni bir taşra anlatıyor. Mekanın yaşanmışlıkları kuşatması anlamında değil, yaşanmışlıkların taşrada yitip gitmesi üzerine bir film Yozgat Blues. Yozgat Blues’da blues gibi yetmişli yılların dünyasında ünlenen bir müzik türüyle, ülkemizin taşrasını bir araya getirerek sıra dışı bir ikilik yaratıyor. Yönetmen cesur bir bakış açısıyla Yozgat’ın sokaklarına blues müziğinin ezgilerini birer birer işliyor.
Yozgat Blues için mutlaka unutulmaması gereken bir nokta da oyuncu performanslarının üstünlüğü. Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Nadir Sarıbacak ve Tansu Biçer kendi rolleri içerisinde çok ufak detaylara dahi bağlı kalarak karakterlerini filme çok iyi yansıtıyorlar. Yozgat, Yavuz ve Neşe’nin hikayesinin başladığı ya da bittiği yerdir. Hüznü ve derin bir acıyı işleyen blues müziği ise Yavuz (Ercan Kesal) karakterinin de yaşamının bir metaforu haline geliyor. Her sahnede aynı şarkıyı söyleyen, aynı peruğu takan Yavuz’un tektipleşen yaşamı içerisinde, Yozgat’a giderken yanında olan Neşe (Ayça Damgacı) ise onun kendi hayatının bir kurtuluşu, bir kaçışı oluyor. Yaşadığı İstanbul’da küçük bir bireyken, Yozgat’ta ilk kez kendini gerçekleştirdiğini hissettiğimiz Neşe, oradaki gerçekliğe alışarak insanlarla bağını güçlendiriyor. Özellikle bu noktada, berber Sabri ile radyocu Kamil’in hayatlarıyla tanışan Neşe, onlarla kurduğu bağ sonucu taşra yaşamıyla bütünleşmesinin de yolunu açıyor. Taşradaki kaderine razı olan ve hayallerini o küçük coğrafyalar üzerine kuran bu iki insanın yaşamı, Neşe’nin de bu coğrafya içerisinde kuracağı dünya ile bir devamlılık sağlıyor. Bu anlamda yönetmen, farklı hayaller içerisinde aynı coğrafyayı paylaşabilme dürtüsü üzerine, karakterlerin seçim yapmasını sağlıyor. Yavuz’un taşrayla kuramadığı bağ ise filmin finalinde karşılık buluyor. Yavuz’un söylediği müzik türü gibi yaşamı da Yozgat içerisinde, o coğrafyanın dışında ve yabancı kalıyor.
Mahmut Fazıl Coşkun’un ilk filmine göre, sinema dilini çok daha iyi kullandığı Yozgat Blues, her gittiği festivalden birçok ödül alarak yılın en iyi filmlerinden biri seçildi. Özellikle Altın Koza Film Festivali’nde en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu ödüllerini kucaklaması, filmin başarısını taçlandırdı. Film için Mehmet Açar, Yozgat Blues üzerine “Herkesin istediğini elde etmek için mücadele ettiği bir dünyada, hep aynı şarkıyı söyleyerek ayakta kalmaya çalışan bir adamın çaresizliğini, buruk bir taşra dekorunda görselleştirilmesi gibi bir film…” diyor.
Ali İhsan Ökten
Diğer Yazıları
Tüm Yazıları